Zarrab'ın ABD'de tutuklandığı gün, havalimanında neler yaşandı?
Hürriyet Gazetesi Washington Temsilcisi Tolga Tanış, ABD'de tutuklanan Reza Zarrab’ın 19 Mart'ta Miami'deki havalimanında yaşananları anlattı.
Zarrab'la birlikte ikinci sorgu bölümüne götürülen Burak Boya’nın
anlattıklarını aktaran Tolga Tanış yazısında "Ebru Gündeş ve Zarrab
sorgu odasına beraber alındılar. İçeride yaklaşık bir saat
kaldılar. Açık tenli, sarışın bir bakıcısı vardı, çocuk dışarıda
onunla bekledi" ifadelerine yer verdi. Tolga Tanış, "Çıktıklarında
Ebru Gündeş hızla çocuğunu resimli bir tabelaya yönlendirdi. Sırtı
dönük, babasını nasıl götürdüklerini görmemesi için. Zarrab çıkınca
oraya yönelmeye çalıştı ama kendisine eşlik eden iki takım elbiseli
adam ve bir kadın, kolundan tutup ileriye doğru yürümesini
istediler" dedi. Tolga Tanış, Burak Boya'nın "Vedalaşmak istedi
sanırım çocukla ama izin vermediler. Sonra Ebru Gündeş bir süre
ağladı. Orada 1.5 saat daha oturduk. Sonra bagajlarımızı aldık.
Yanlarında bakıcı dışında dövmeli, Rus’a benzettiğimiz, korumaya
benzeyen biri daha vardı. Araç kiralamaya da beraber gittik.
Havalimanının dışında Ebru Gündeş’in annesi olduğunu düşündüğüm bir
kadın bekliyordu. Bir cipe binip gittiler" dediğini aktardı.
Tolga Tanış'ın Hürriyet gazetesinin bugünkü (29 Mayıs 2016)
nüshasında yayımlanan yazısı şöyle:
Bazı şeyler artık netleşti.
Bir defa Reza Zarrab’ın 19 Mart’ta Miami’de yakalanmasıyla başlayan
süreçte işin göbeğinde Türkiye olduğu anlaşıldı. Ancak en
önemlisi... Zarrab’ın avukatı Benjamin Brafman’ın 18 Mayıs’ta
mahkemeye sunduğu Zarrab için kefalet başvurusuna New York Güney
Bölge Başsavcısı Preet Bharara’nın tam bir hafta sonra 25 Mayıs’ta
verdiği yazılı cevap, başka bir gerçeği daha ortaya çıkardı.
Bharara, dilekçesinde doğrudan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan’ın da adını geçirdi.
*
BU konunun nereye uzanacağını şimdilik bilmiyoruz. Ancak ABD’li bir
savcının, Amerika’nın ulusal güvenliğini tehdit ettiğini öne
sürdüğü bir zanlıyı Amerika’nın müttefiki bir ülkenin lideri ile
bir şekilde ilişkilendiren bir iddia ortaya atması, Türk-Amerikan
ilişkilerinde tarihte örneği yaşanmış bir durum değil.
Bharara, dilekçesinin 18’inci sayfasında Zarrab için diyor ki:
“NIOC (Ulusal İran Petrol Şirketi) gibi İran İslam Devrimi
Muhafızları Ordusu’nun (İDMO) kontrolündeki şirketlere nakliye ve
petrol ticareti hizmeti vererek İDMO’nun silah geliştirme ve
terörizmi destekleme faaliyetlerine finansman sağlaması için
milyonlarca dolar kazanmasına yardım etti. Zarrab’ın eylemleri,
ABD’nin huzur ve güvenliğini gerçek anlamda riske attı.”
*
ZARRAB’ı ABD için böylesine büyük bir tehdit olarak tarif ettikten
sonra aynı dilekçenin 14’üncü sayfasında konuyu 17 Aralık rüşvet
soruşturmasına dair Türkiye’deki savcıların basına ve internete
sızan çalışmasına vurgu yapıyor ve daha sonra Zarrab’ı kendi
kefalet dilekçesi üzerinden vuruyor. Zarrab’ın bir “hayırsever”
olduğunu kanıtlamak için AK Parti’ye yakın bir vakıf olan
TOGEM-DER’e 2.3 milyon dolar bağış yaptığını aktarmasını, Zarrab
ile Türkiye’deki siyasiler arasındaki bağların kanıtı olarak takdim
ediyor.
Savcının temel tezi, Zarrab’ın tahliye edildiği takdirde Türkiye’ye
kaçma ihtimalinin bulunması. Bu takdirde ABD’ye iadesinin mümkün
gözükmediğini savunup “Zarrab’ın Türk toplumunun güçlü üyelerine
erişimi, TOGEM-DER ile olan ilişkisinde de görülüyor” diyor.
*
BUNLAR savcının iddiaları, tezleri, elbette tartışabilirsiniz...
Zarrab’ın TOGEM-DER’e yaptığı bağışlar, savcının böyle bir ithamda
bulunması için yeterli midir, şüpheli. Ancak bu dilekçe şunu ortaya
koyuyor: Bharara, bu soruşturmada Erdoğan’ın adını geçirmekten
çekinmiyor.
Bu durumun Ankara ile Washington arasında -dışa vurulsun
vurulmasın- bir sıkıntı yaratmaması düşünülemez. Ankara’nın
Washington’a yönelik tepkilerinde bir sertleşme yaşanıp
yaşanmayacağını beklemek lazım. Ama Beyaz Saray’dan aldığım
izlenim, ABD Yönetim çevrelerinin önümüzdeki günlerde bu konuda
“Devam eden yargılamalarla ilgili yorum yapmıyoruz” demekle yetinip
tartışmaların dışında kalmayı tercih edeceği anlaşılıyor.
*
BU tutum, bu tür önemli davalarda politik müdahalenin iddianameden
önce olduğunu ama iddianame çıkınca artık kimsenin süreci kontrol
edemeyeceğini savunanların görüşleriyle de örtüşüyor. Hatta FBI’ın
başlattığı bu çapta büyük bir soruşturmanın, birbirleriyle rekabet
halindeki başsavcılardan hangisine gönderileceğine bizzat Adalet
Bakanı’nın karar verdiğini öğrendim ki, bu da bana kalırsa birçok
şeyi açıklıyor.
ZARRAB’IN ABD İLE ANLAŞTIĞI TEZİ ÇÜRÜYOR
Başka bir önemli ayrıntı... Bharara’nın dilekçesi, Zarrab ve ABD
arasında önceden bir anlaşma olduğu tezini de büyük oranda
çürütüyor. Ki Zarrab’ın Miami’ye indiğinde FBI’yla anlaşmış gibi
karşılanmadığını, Zarrab’la aynı uçakta olan ve Zarrab gibi ikinci
sorgu bölümüne götürülen Burak Boya’nın bana daha önce
anlattıklarından da fark etmiştim. Boya, Zarrab’ın sorgusuyla
ilgili şunları söylemişti:
“Ebru Gündeş ve Zarrab sorgu odasına beraber alındılar. İçeride
yaklaşık bir saat kaldılar. Açık tenli, sarışın bir bakıcısı vardı,
çocuk dışarıda onunla bekledi. Çıktıklarında Ebru Gündeş hızla
çocuğunu resimli bir tabelaya yönlendirdi. Sırtı dönük, babasını
nasıl götürdüklerini görmemesi için. Zarrab çıkınca oraya yönelmeye
çalıştı ama kendisine eşlik eden iki takım elbiseli adam ve bir
kadın, kolundan tutup ileriye doğru yürümesini istediler.
Vedalaşmak istedi sanırım çocukla ama izin vermediler. Sonra Ebru
Gündeş bir süre ağladı. Orada 1.5 saat daha oturduk. Sonra
bagajlarımızı aldık. Yanlarında bakıcı dışında dövmeli, Rus’a
benzettiğimiz, korumaya benzeyen biri daha vardı. Araç kiralamaya
da beraber gittik. Havalimanının dışında Ebru Gündeş’in annesi
olduğunu düşündüğüm bir kadın bekliyordu. Bir cipe binip gittiler.”