26 Tem 2012 08:59
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:57
"ZAMANINDA ERTUĞRUL ÖZKÖK'LE SALDIRDINIZ DA NE OLDU?"
Açın o dönemin gazetelerini; laik cumhuriyetçisiyle, Atatürkçüsüyle, milliyetçisiyle, nasıl gaz verdiklerini göreceksiniz!
Şimdi de Suriye Kürtleri mi çıktı başımıza?
Türkiye, “Kurulacak bir Kürt devletini savaş sebebi sayarız” anlayışını devam ettiriyor mu?
Bilmiyorum...
Muhtemel bir Kürt devletini savaş sebebi sayan Ankara, büyük müttefikin Kuzey Irak’ta oluşturduğu ya da oluşturulmasına katkıda bulunduğu yapıya itiraz etmedi.
Buna “edemedi” dersek, dış politikadaki babalanmaların nasıl rasyonaliteden kopuk, nasıl gerçek dışı bir düzleme oturduğunu daha iyi görmüş oluruz.
Kırmızı çizgilerimiz vardı ama bugün esamisi okunmuyor.
Neden?
Kuzey Irak’ta, çünkü, şöyle ya da böyle, görece özerk ya da bir gün bağımsızlık talebiyle ortaya çıktığında “Haydaaa! Bu da nerden çıktı?” diyemeyeceğimiz bir yapı var:
Kuzey Irak Özerk Yönetimi...
Bazıları “Güney Kürdistan” demeyi tercih ediyor ama isimlendirmeler ya da isimlendirmelerden duyulan rahatsızlıklar, gerçeği değiştirmiyor.
Şöyle ya da böyle, Kuzey Irak’ta bir devlet kuruldu.
Bu devletin ordusu var, polisi var, okulu var, maliyesi var...
Hatta, dış politikası bile var.
Bağımsızlığını ilan etmesi, Irak yönetiminin tutumuna bakıyor.
Şii hummasına tutulmuş Irak yönetimi saçmalamalarını devam ettirirse, Kuzey Irak’taki Kürt varlığı “kopuş sürecine” girebilir. İşin burası yüksek siyaset ve dış politika bilgisi gerektiriyor, geçiyorum...
Fakat, şunu saptamak artık çocuk oyuncağı:
Mahut kırmızı çizgilerimize rağmen, kendisini “de facto” dayatan Kuzey Irak Özerk Yönetimi, yaşamasını ve totalitesini genişletmesini, ilginç bir biçimde Türkiye’ye borçlu.
Daha doğrusu, Türkiye’ye muhtaç...
Şunu demek istiyorum:
Bölgede kurulacak “yarı özerk”ya da “tam bağımsız” bir yapı, Türkiyesiz var olamaz, Türkiyesiz kendini gerçekleştiremez, Türkiyesiz nefes alamaz.
Rahmetli Özal’ın “gördüğü” (“tanıdığı”) ve işbirliği tesisine gittiği Kuzey Irak’taki Kürt varlığı, 93 kapalı darbesinin yol açtığı (icbar ettiği) travmayla, uzun süre yok sayıldı, “PKK terörünün biricik kaynağı” ilan edildi, “Peşmerge” diye aşağılandı, hatta düşmanlaştırıldı... Açın o dönemin gazetelerini; laik cumhuriyetçisiyle, Atatürkçüsüyle, milliyetçisiyle, Beyaz Türk’üyle, Ertuğrul Özkök’üyle nasıl saldırdıklarını, “Hadi, Irak’a gidiyoruz, Peşmergenin icabına bakıyoruz” histerisiyle nasıl gaz verip kafaları bulandırdıklarını göreceksiniz.
Dönemin dışişleri de neredeyse aynı “histeriyle” kalkışıyordu.
Peşmerge düşmandı, alt edilmeliydi.
Peşmerge alt edilmeden, Türkiye büyük devlet olamazdı.
Böyle bakılıyordu hadiseye... Ortaya da, sadece babalanan ama babalandığı ve rezil olduğuyla kalan birtakım “kırmızı çizgi fetişistleri” çıkıyordu. Bir kere daha rezil oluyorduk...
Bugün artık itidal var...
Bu itidalli yaklaşım, Suriye konusunda da geçerli olacak.
Bölgede Türkiye’ye rağmen bir şey olamayacağı vakıa...
Bunu Rusya görüyor, değerlendiriyor, hatta oluşacak vasatı destekliyor ama Kemal Kılıçdaroğlu ve sol entelijansiya göremiyor.
Esed gidecek. Bu belli oldu.
Esed sonrası oluşacak durumu da, büyük ölçüde Türkiye belirleyecek.
Bugün birtakım gazetelerde okudum, hayretler içinde kaldım: Esed gider gitmez, Suriye Kürtleri kafa çıkaracakmış. Bu durum Türkiye’yi çok rahatsız ediyormuş.
Hiç rahatsız etmez...
Irak’ta, Suriye’de, hatta İran’da oluşacak “durumlar” Türkiye’yi rahatsız etmez. Ankara’yı edebilir ama Türkiye’yi etmez...
Çünkü, hangi durum oluşursa oluşsun, bu ancak Türkiye’nin patronajında, Türkiye’nin izni ve himayesi çerçevesinde olacaktır,”tarihsel kardeşliğimize” halel gelmeyecektir.
Ahmet KEKEÇ / STAR
Türkiye, “Kurulacak bir Kürt devletini savaş sebebi sayarız” anlayışını devam ettiriyor mu?
Bilmiyorum...
Muhtemel bir Kürt devletini savaş sebebi sayan Ankara, büyük müttefikin Kuzey Irak’ta oluşturduğu ya da oluşturulmasına katkıda bulunduğu yapıya itiraz etmedi.
Buna “edemedi” dersek, dış politikadaki babalanmaların nasıl rasyonaliteden kopuk, nasıl gerçek dışı bir düzleme oturduğunu daha iyi görmüş oluruz.
Kırmızı çizgilerimiz vardı ama bugün esamisi okunmuyor.
Neden?
Kuzey Irak’ta, çünkü, şöyle ya da böyle, görece özerk ya da bir gün bağımsızlık talebiyle ortaya çıktığında “Haydaaa! Bu da nerden çıktı?” diyemeyeceğimiz bir yapı var:
Kuzey Irak Özerk Yönetimi...
Bazıları “Güney Kürdistan” demeyi tercih ediyor ama isimlendirmeler ya da isimlendirmelerden duyulan rahatsızlıklar, gerçeği değiştirmiyor.
Şöyle ya da böyle, Kuzey Irak’ta bir devlet kuruldu.
Bu devletin ordusu var, polisi var, okulu var, maliyesi var...
Hatta, dış politikası bile var.
Bağımsızlığını ilan etmesi, Irak yönetiminin tutumuna bakıyor.
Şii hummasına tutulmuş Irak yönetimi saçmalamalarını devam ettirirse, Kuzey Irak’taki Kürt varlığı “kopuş sürecine” girebilir. İşin burası yüksek siyaset ve dış politika bilgisi gerektiriyor, geçiyorum...
Fakat, şunu saptamak artık çocuk oyuncağı:
Mahut kırmızı çizgilerimize rağmen, kendisini “de facto” dayatan Kuzey Irak Özerk Yönetimi, yaşamasını ve totalitesini genişletmesini, ilginç bir biçimde Türkiye’ye borçlu.
Daha doğrusu, Türkiye’ye muhtaç...
Şunu demek istiyorum:
Bölgede kurulacak “yarı özerk”ya da “tam bağımsız” bir yapı, Türkiyesiz var olamaz, Türkiyesiz kendini gerçekleştiremez, Türkiyesiz nefes alamaz.
Rahmetli Özal’ın “gördüğü” (“tanıdığı”) ve işbirliği tesisine gittiği Kuzey Irak’taki Kürt varlığı, 93 kapalı darbesinin yol açtığı (icbar ettiği) travmayla, uzun süre yok sayıldı, “PKK terörünün biricik kaynağı” ilan edildi, “Peşmerge” diye aşağılandı, hatta düşmanlaştırıldı... Açın o dönemin gazetelerini; laik cumhuriyetçisiyle, Atatürkçüsüyle, milliyetçisiyle, Beyaz Türk’üyle, Ertuğrul Özkök’üyle nasıl saldırdıklarını, “Hadi, Irak’a gidiyoruz, Peşmergenin icabına bakıyoruz” histerisiyle nasıl gaz verip kafaları bulandırdıklarını göreceksiniz.
Dönemin dışişleri de neredeyse aynı “histeriyle” kalkışıyordu.
Peşmerge düşmandı, alt edilmeliydi.
Peşmerge alt edilmeden, Türkiye büyük devlet olamazdı.
Böyle bakılıyordu hadiseye... Ortaya da, sadece babalanan ama babalandığı ve rezil olduğuyla kalan birtakım “kırmızı çizgi fetişistleri” çıkıyordu. Bir kere daha rezil oluyorduk...
Bugün artık itidal var...
Bu itidalli yaklaşım, Suriye konusunda da geçerli olacak.
Bölgede Türkiye’ye rağmen bir şey olamayacağı vakıa...
Bunu Rusya görüyor, değerlendiriyor, hatta oluşacak vasatı destekliyor ama Kemal Kılıçdaroğlu ve sol entelijansiya göremiyor.
Esed gidecek. Bu belli oldu.
Esed sonrası oluşacak durumu da, büyük ölçüde Türkiye belirleyecek.
Bugün birtakım gazetelerde okudum, hayretler içinde kaldım: Esed gider gitmez, Suriye Kürtleri kafa çıkaracakmış. Bu durum Türkiye’yi çok rahatsız ediyormuş.
Hiç rahatsız etmez...
Irak’ta, Suriye’de, hatta İran’da oluşacak “durumlar” Türkiye’yi rahatsız etmez. Ankara’yı edebilir ama Türkiye’yi etmez...
Çünkü, hangi durum oluşursa oluşsun, bu ancak Türkiye’nin patronajında, Türkiye’nin izni ve himayesi çerçevesinde olacaktır,”tarihsel kardeşliğimize” halel gelmeyecektir.
Ahmet KEKEÇ / STAR