Zaman yazarından reyting şampiyonu diziye öneriler!
Samanyolu TV’de yayınlanan Küçük Gelin adlı dizinin, 10’uncu bölümüyle reyting yarışında öne çıkması Zaman gazetesi yazarı Nuriye Akman'ın ilgisini çekti.
Samanyolu TV’de yayınlanan Küçük Gelin adlı dizinin, 10’uncu
bölümüyle reyting yarışında öne çıkması Zaman gazetesi yazarı
Nuriye Akman'ın ilgisini çekti.
Oturup bir günde dizinin bütün bölümlerini izleyen Akman,
"Yönetmenine ve oyuncularına tebrikten başka bir sözüm yok.
Ancak senarist Erkan Çıplak’ın dikkatine sunmak istediğim
bazı hususlar var." dedi.
İşte Akman'ın önerileri:
"Dizinin yönetmenine ve oyuncularına tebrikten başka bir sözüm yok.
Bir sosyal sorumluluk projesi olarak bütün kalbimle destekliyor ve
alkışlıyorum. Ancak senarist Erkan Çıplak’ın dikkatine sunmak
istediğim bazı hususlar var. Dizinin yakaladığı başarıyı ileri
bölümlerde kaybetmemesi ve AB grubunun da gözdesi olabilmesi için
bana göre olumlu ve olumsuz noktalarını değerlendirdim. STV yapımı
diye kayıtsız şartsız övme tuzağına düşmeden, tamamen özgür bir
bakış açısıyla eleştirilerimde yapıcı olmaya gayret ettim. Dizi,
eylül ayından beri yayında olduğu için ağaların gazabına uğrayan
töre kurbanı Zehra, çevresinde gelişen olayları özetlemeye gerek
duymuyor, doğrudan aldığım notlara geçiyorum:
ARTILARI:
1- On üç yaşındaki bir kızın evlendirilmesini pedofil bir tutkuya
bağlamaması.Çocuğu, güzelliğiyle arzulanan taze bir et olarak
sunmak yerine, yetişkin ağa kızının cezası ölüm olan “bir yanaşmaya
sevdalanıp evden kaçma” suçuna karşılık, can bağışlayan bir yöntem
olarak berdelin yani gelin değiştokuşunun yapılması her türlü
takdirin ötesinde. Küçük Zehra’nın zorla verildiği erkeğin dedesi
yaşında olmaması, tekerlekli sandalyeye bağlı bir genç olarak
düşünülüp onun da bu evliliğe karşı durması gayet zekice bulunmuş
çözümler. Böylece Mahsun Kırmızıgül’ün Hayat Devam Ediyor’undaki
gibi vahşi ve utanç verici gerdek gecesi sahnelerine gerek
kalmamış. Bravo.
2- Töre ile dini ayırması.Gayet yerinde bir seçimle Halil İbrahim
adı verilen hocanın dilinden törenin din dışı bir cahiliye âdeti
olduğunu vurgulaması çok önemli. Yalnız hoca karakteri zayıf
kalmış. Onu sadece konuşan adam olmaktan çıkarıp daha aktif hale
getirmek lazım. Ben olsam, hocayı bir yan karakter olarak çizmez,
kendi hikâyesiyle birlikte işleyip ana kahramanlardan biri
yapardım. Zehra’nın boğulmaktan kurtulduktan sonra hocanın evinde
saklanması iyi bir fikir, olayları buradan ilerletebilirler.
Hocanın bir kızı olsa mesela, töre cinayetlerini durdurmak için bir
STK bünyesinde çaba gösterse...
3- Kanuni boşlukları göstermesi. Evet, küçük kızlar yaşları
büyütülerek evlendiriliyor. Yalnız, bunu yapan da bir hakim
olduğuna göre, hakimin hangi şartlar altında böyle cinai bir karara
imza attığını bilmemiz lazım. Rüşvet mi alıyor, ölümle mi tehdit
ediliyor, kendi kızının yaşının büyütülmesine de rıza gösterir
miydi? Onun gelgitleriyle dizi daha heyecanlı olurdu. Hem sonra kız
evet demekte tereddüt edince nikâh memuru “kaldır kızım şu örtünü,
bakayım yüzüne” diyemez mi? Diyemeyişi bile başlı başına bir
gerilim olurdu. Bunu da vurgulamalıydı. Memurun “ne yapıyorsunuz,
bu daha çocuk, ben kıyamam bu nikahı “diye masayı terk etmesini
beklemiyoruz ama hiç değilse sonradan bunun vicdan azabını duysa
ya. Ayrıca polislerin eli kolu bu kadar bağlıysa, mağdura değil de
zalime inanıyorlar ve bir şey yapamıyorlarsa, bu durumun yasal ve
psikolojik zeminini daha kalıcı bir şekilde vurgulamak gerekmez
mi?
Deneme
EKSİLERİ:
1- İnanma ihtiyacımızı zorlaması.Törenin kıskacında büyüyüp
sosyalleşmemiş hangi İstanbullu baba, kızlarını (Melek) sırf yanlış
bir evlilikten doğdu diye evladından mahrum bırakır, “bebeğin öldü”
deyip de öz torunlarını başka yer yokmuş gibi tam da töre
hakimiyetinin zirvede olduğu bir yere götürüp ne idüğü belirsiz bir
adama verir? Bir zamanlar orada görev yapması bu seçimin
inandırıcılığını sağlar mı? Üstelik bunu yapan baba bir kanun
adamı, bir savcı. Baba bunu yaptı diyelim, hemşire annenin suskun
kalmasına ne demeli?
Hadi bu çift 13 yıl boyunca sustu, torunlarının töre cinayetine
kurban gideceğini gördüklerinde hatalarından dönüp onu kurtarmaları
beklenmez mi? Nedir savcı beyin bu dinmeyen öfkesi? O damadın
suçunu neden öğrenemedik? Hemşire hanımın zavallı pasifliğinin
sebebi ne? Değerli senaristim, istediğini yaz ama altını doldur.
Bizi inandır, sonra canımızı ye. Melek’in anasını babasını ne olur
böyle karikatür gibi bırakma.
2- Ağaların kötücüllüğü ve töreseverliğinin yüzeysel
işlenmesi.Acaba muktedirler böylesine kara mıdır, gri noktaları yok
mudur? Açmazları, psikolojik ve sosyolojik temelleriyle daha iyi
işlenemez miydi?
3- Aceleye getirilmiş noktalar:Melek’in daha ilk görüşte kızı
olduğunu bilmediği Zehra’ya ilgi duyup hemen bağlanması fazla
Yeşilçam kokuyor. “Ama canım kan çekiyor işte” kolaycılığına
düşülmeseydi de, biraz daha işlenseydi keşke... Törenin baş
uygulayıcısı aşiretin reisi Nojin Ana’nın tek bir rüya ile
(vaktiyle infaz edilen ablasını görmesi) hidayete erip Küçük
Gelin’in infazından vazgeçmesi de hikâyeyi ucuzlatmış. Tamam,
insanlar pişman olabilir, karar değiştirebilir ama bunu zamana
yayarak ince ince vermek gerekmez miydi?
4- Ağa kızı Berfin ile yanaşma Öküz Raşit’in oğlu Ferman aşkının
zayıflığı.Kızın ölüp bittiği gençle evlenince, gittiği eve kendini
yakıştıramaması, kaynanasını küçümsemesi çok gerçekçi de, aşkının
hatırına istemese de biraz daha politik davranması beklenmez miydi?
Anasının parasını çalıp da suç Küçük Gelin’in üzerine atılınca
susmasıyla, ağaların sadece kendileri değil kızları da kötüdür gibi
bir mesaj çıkıyor. Aşkın hiç mi insanı terbiye den bir yanı yok
Allah aşkına?
5- Çocuğun büyük gibi davranması.İlk on bölüm için tamam da bundan
sonrası için Küçük Gelin Zehra, bu kadar savunmada kalmasa, biraz
daha aktif, yaramaz, cabbar hale getirilse keşke. 13 yaşındaki bir
çocuğun kendisini öldürmesi için zorlandığında durumu tevekkülle
karşılayıp, namaz kılıp dua edip ölüme hazırlanması, annesini “Ben
cennete gidiyorum.” diye teselli etmesi, “Biraz sonra derin bir
uykuya dalacağım, ölmek uyumak gibi değil mi, arkamdan ağlamayın.”
gibi cümleler kurması inandırıcı olmadığı gibi, aynı durumu
yaşama ihtimali olan kızlar için tehlikeli de. Kızın yaşına uygun
bir şekilde korkup isyan etmesi beklenirdi. Hele de öylesine
travmatik bir ortamda yüzünde gülücükler, en cıvıltılı sesiyle
yakınlarına veda mektubu yazması. Ağlatmak yerine güldürdü
beni...
Kızın elleri ayakları bağlanıp, bir bidonun ağırlığıyla hemen dibe
çöküp boğulsun diye suya atılmasına hiç itirazım yok. Fakat iplerin
suda hemen çözülmekle kalmayıp, yüzme bilmeyen kızcağızın canlı
olarak kıyıya vurması işin kolaycılığına kaçmak olmuş. Halbuki
kızcağız Azad yerine o yörede gezen deli Mercan’ın suya atlamasıyla
kurtarılabilirdi.
6- Şehrin delisi Mercan’a da bir yan hikâye yazmak lazım.Sürmeli
gözlerini süze süze gezinmesi yetmez. Çok havada kalmış. Ne olmuş
da böyle meczuplaşmış, neden Melek’in hikâyesine müdahil oluyor?
Lütfen büyütünüz bu kadını...
7- Aksiyon eksiği.Dizinin temposu yavaş, o uzun ve tekrarlanan
konuşmalar yerine daha fazla aksiyon, daha yakıcı düğümler olsa da
gerim gerim gerilip tırnaklarımızı yesek. Diyaloglar, zaman zaman o
yöre insanına pek uymayan entelektüel seviyede, hiç
kullanamayacakları kelime ve cümlelerle, zaman zaman fazla şairane
ilerliyor.
8- Senaristi değil belki yönetmeni ilgilendiren bir başka
eleştirim, kadınların giyimi üzerine. Kadınların örtülerini bağlama
biçimi fazla stilize, o parlak, gözalıcı renklerdeki, yarım çarşaf
büyüklüğündeki örtüleri başlarının arka kısmına usulen tokalarla
tutturup dalgalandıra dalgandıra yürümeleri görsel olarak
çekici de, gerçekte hangi yöremizde kadınlar böyle artistler,
mankenler gibi giyiniyor? Öğretmen Melek’in giysileri ise tam
aksine bir İstanbullu genç kadın olarak fazla demode, hatta
babaanne işi olmuş. O boyundan fiyonklu gömlekler, o kloş etekler,
hırkalarla rüküş duruyor güzelim kadın. Benden söylemesi.