Zaman yazarından Hz. Muhammed'e dilekçe! "Efendimiz yüzümüz yerden kara..."
Zaman yazarı Ahmet Turan Alkan, yarın kutlanacak Mevlid kandili öncesi Hz. Muhammed'e af ve şikayet dilekçesi yazdı.
Yazar Ahmet Turan Alkan, bugünkü köşesinde "Biz -vâ esefâ- bizden
farklı düşünen kardeşlerimiz aleyhinde intikam gazveleri tertîb
ediyoruz Efendimiz; yüzümüz yerden kara…." diye yazdı.
Hükümet cemaat savaşında ağır suçlamalar, hakaretler, kurşun gibi
sözler sözler, ithamlar havada uçuştu. Yazar Alkan, Hz. Muhammed'e
yazdığı arz-ı hal kağıdı ile mütedeyyin kesimler arasında yaşanan
sert kavgayı köşesinde ele aldı.
Hz. Muhammed'in ahlakından örnekler veren Zaman gazetesi yazarı
Ahmet Turan Alkan, hükümet-cemaat kavgasında yaşanan sert üsluba ve
savaş diline göndermede bulunuyor. İşte o yazı:
Efendimiz; evvelâ sana ve âl-i ashâbına hicâb ile selâm
ederiz.Yarın mübârek velâdetinizi bir kere daha idrake çalışacağız.
Peşinen arzedelim; emânetiniz ve hâtıranıza lâyıkıyla riayet
edememekten ötürü çok mahcûbuz.
ZAAF VE GAFLET İÇİNDEYİZ
Siz, “Ben Muhammed’im, ben Ahmed’im, ben Rahmet peygamberiyim”
buyurmuştunuz; bugünki hâlimizi taşradan görenler hakkımızda,
“Bunlar, o emânetin hâmili değiller, zirâ görünür alâmetleri
tefrika olmuştur. Ağızlarında güzel sözler var fakat yaptıkları
söylediklerini tekzîb ediyor, galiba bunlar başka bir ümmet olmasa
gerektir” diye düşünseler yeridir.
Ey Fahr-i âlem; başta size nâzil olan Kitâb, âhiren sizin
hayatınız, sünnetiniz, hadiselere yaklaşma ve müşkül halletme
usûlünüz olmak üzere tarîkiniz üzerine bize gelen zihnî ve ahlâkî
mirası temsilde zaaf ve gaflet içindeyiz. Bu kıymetli miras,
aramızdaki ihtilâflarda hakem olamıyor. Sûreta aynı Kitab’a baş
eğiyor fakat ahkâmını lisandan kalbe indiremiyoruz.
Siz dünya işleri için hiç kızmazdınız. Kendi şahsınız için asla
öfkelenmez ve öç almazdınız. Biz -vâ esefâ- bizden farklı düşünen
kardeşlerimiz aleyhinde intikam gazveleri tertîb ediyoruz
Efendimiz; yüzümüz yerden kara…
MÜSLÜMAN OLDUKLARINI BİLE HATIRLAMAK
İSTEMİYORUZ
Mübârek ağzınızdan kem söz sâdır olduğu vaki değildi.
Affediciliğiniz lütûf eseri gibi görünmezdi, tabii idi ve
düşmanlarını sadece affetmekle kalmaz, onlara şeref ve değer de
verirdiniz. Biz, değil sevmediklerimize şerefli bir ric’at fırsat
vererek kalplerini hayra ısındırmak, onların da bizim gibi Müslüman
olduklarını bile hatırlamak istemiyoruz Ya Seyyidel-evvelîne vel
âhirin.
Siz, hoşlanmadığınız bir şey hakkında susardınız. Biz ise değil
sükût etmek tellâllar gibi âvâz ediyoruz; n’ola hâlimiz?
BİZDE BU HÜSN-İ AHLAKTAN ESER KALMADI
Hiç kimseyi yüzüne karşı ve arkasından kınamaz ve ayıplamaz,
kimsenin kusurunu araştırmazdınız. Kimseye hakkında hayırlı olmayan
sözü söylemezdiniz. Biz, kelimelerin ucunu sivriltip zehire
batırarak birbirimizin kalbinde ölümcül rahneler açıyoruz
Efendimiz.
Âdet üzere sarf edilen hiçbir kötü söz ağzınızdan duyulmamıştı; en
sıkıntılı hallerinizde bile kabalaşmaz, bağırmazdınız. Ey Resûl-i
Ekrem bizde bu hüsn-i ahlâktan eser kalmadı.
Sabahları evinden çıkarken, “İlâhî, doğru yoldan sapmaktan ve
saptırılmaktan, kanmaktan ve kandırılmaktan, haksızlık etmekten ve
haksızlığa uğramaktan, saygısızlık etmekten ve saygısızlık
edilmekten sana sığınırım” derdiniz; bizde öyle inceliklerden eser
kalmadı. “Selâm”, aramızda bir selâmet melcei olmaktan çıktı.
Zâhirde karıncanın hayat hakkını gözeten diğerkâmlığımız, en galîz
bencilliklerimizin kılıfı oldu.
DİN DİLİ İHTİLAFIN LÜGATİ OLDU
Biz şimdi aynı lisân üzre yekdiğerimizin helâkini dileyen bir
zillet içindeyiz. Birleştirdiğini sandığımız “din dili”, ihtilâfın
lugâti oldu. Şaşkınlık ve perişânlıkla mâlulüz. Hakk’ı Hakk, bâtılı
bâtıl bildirecek müştereklerimiz sarsılıyor; rûhuna kalbimizi
koymayı unuttuğumuz secdelerin kıblegâhı, coğrafî bir istikametten
ibaret kaldı.
Ey Şefî’ül müznibîn, ey biz günahkârların çare melcei; işte arz-ı
hâl kağıdımız başından sonuna, onca zaman İslâm ümmeti olmak
tecrübesinin yüzünü kızartan mürekkep lekeleriyle mülemmâ. Bu kâğıt
ile “ümmetin olmak”lığı umacak bir yüzümüz yok lâkin bir ümit, bir
recâ’ kırıntısı ile arz ederiz ki, (mânâ ve kadrini) lâyıkıyla
bilemesek de Şâkir kulunun deyişiyle “Kıble-i kalbimiz” yine de
seninle beraberdir; gözümüz sendedir.
Bizi eteğine yapışıp kurtulanlardan olmak şerefinden mahrum etme.
Yarın mahşer gününde bizleri görünce yüzün öte döndürme ey iki
cihanın pâdişâhı.