21 Ağu 2014 09:41
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 16:35
Zaman yazarından çarpıcı analiz; Cemaat kullanıldı çöpe atıldı!
Zaman yazarı Ali Bulaç: Cemaat kullanıldı sonra da peçete gibi çöpe atıldı. Kendini devlete kaptıran Müslüman vicdanını ve vefa duygusunu kaybeder.
Zaman yazarı Ali Bulaç’ın bugünkü yazısında dikkat çeken analizler yer aldı. Bulaç yazısında “Cemaat kullanıldı sonra da peçete gibi çöpe atıldı” şeklinde ifadeler kullandı.
Bulaç yazısında "Çoğu zaman cemaat veya tarikat ava giderken avlandığının farkına varmaz. Kendinden başka ortak tanımayan devlet, her cemaat ve grubu araçsallaştırır, işi bitince de kullanılmış peçete gibi atar; devlet gayrı şahsidir, ne vicdanı vardır ne vefası. Kendini devlete kaptıran Müslüman da vicdanını ve vefa duygusunu kaybeder" dedi.
Bulaç "Şu veya bu cemaat devletle böylesine içli dışlı olunca devletin tarafgir, eşitsiz, suistimale açık teamüllerinden etkilenmekte ve fakat bu zaten öyle olan devlete değil, cemaate fatura edilmektedir" ifadeleriyle de bu operasyonların sonucunda faturanın Cemaat'e kesilmesinin nedenini açıkladı.
Bulaç "Nihayet bugün Hizmet’in eğitimli elemanları bürokratik jenoside tabi tutulurken boşalttıkları yerlere 'diğer cemaat ve tarikat' üyeleri doldurulmaktadır. Özellikle “tarikat-cemaat karışımı iki grup” neredeyse bütün mekanizmaları ele geçirmektedirler. Hiç şüpheniz olmasın, devlet birkaç sene sonra kendini bir kere daha restore etmeye kalkıştığında bunlara karşı aynı acımasız operasyonları yürütecektir" ifadeleriyle de dikkat çekti.
Bulaç'ın yazısının ilgili bölümü şöyle:
Zorunlu ilişkiye rağmen bugün koruduğu yapısıyla devlet, cemaat ve tarikatları kirletmekte, misyon ve sahih fonksiyonlarını suistimal etmektedir. Şu veya bu cemaat devletle böylesine içli dışlı olunca devletin tarafgir, eşitsiz, suistimale açık teamüllerinden etkilenmekte ve fakat bu zaten öyle olan devlete değil, cemaate fatura edilmektedir.
Devlet sadece kendini düşünür, narsisttir, iktidar algısıyla ilahi kudrete rakiptir, modern zihniyeti itibarıyla iktidarı kendine indirgemiştir, halktan veya milli irade üzerinden yetki alsa da erkin kullanımında şerik kabul etmez. Böylesine kışkırtıcı bir güç, devasa mekanizma içinde ancak “grup dayanışması” ile kontrol edilebileceği düşünülür, ister istemez gruplar devlet içinde yer almak ister. Ancak deneysel olarak biliyoruz ki iktidar çerçevesinde grup dayanışmasının olduğu her yerde ve her düzeyde adaletsizlikler olur, hakkaniyet zedelenir, diğer gruplar bundan mutazarrır olur. Bir cemaatin grup dayanışması tabiidir ve zaruridir ama bu, cemaati var eden misyonu takviye edici sosyal ve ahlaki motivasyonları aşmadığı sürece öyledir. Kararında tutulmadığında grup dayanışması asabiyete dönüşür, her asabiyet aşırılıktır, haksızlığı intaç eder.
Çoğu zaman cemaat veya tarikat ava giderken avlandığının farkına varmaz. Kendinden başka ortak tanımayan devlet, her cemaat ve grubu araçsallaştırır, işi bitince de kullanılmış peçete gibi atar; devlet gayrı şahsidir, ne vicdanı vardır ne vefası. Kendini devlete kaptıran Müslüman da vicdanını ve vefa duygusunu kaybeder.
Devlet, bir cemaatin yanlış yaptığını iddia ettiği birkaç sempatizanı değil, ruhundaki korku ve güvensizlik dolayısıyla cemaatin tamamını hedef alır, kolektif ceza vermeye kalkışır, medyadan eğitime, finanstan fişlenmiş özel şahıslara kadar cemaatin ve ilişkili olduğu herkesin mal varlığını kanun hileleriyle müsadereye tabi tutar. Bu süreçte devleti ele geçirdiğini zannedenler, iktidar refleksiyle “Bir topluluğa olan kininiz sizi adaletsizliğe sürüklemesin” ilkesini çiğner, bir dershanede veya Afrika’nın balta girmemiş ormanlarında hizmet veren bir öğretmeni cezalandırmaya kalkışır. Hani “ispatsız itham” olmazdı; mukabele-i bilmisli zalimane uygulamamak ve “haddi aşmamak” esastı?
Bu gidiş çatıştırıcı ve tahrip edicidir. İslami gruplar toplum, cemaat, devlet, siyaset ve iktidar gibi temel sorunlar üzerinde yeniden düşünmek durumundadırlar.
Bulaç yazısında "Çoğu zaman cemaat veya tarikat ava giderken avlandığının farkına varmaz. Kendinden başka ortak tanımayan devlet, her cemaat ve grubu araçsallaştırır, işi bitince de kullanılmış peçete gibi atar; devlet gayrı şahsidir, ne vicdanı vardır ne vefası. Kendini devlete kaptıran Müslüman da vicdanını ve vefa duygusunu kaybeder" dedi.
Bulaç "Şu veya bu cemaat devletle böylesine içli dışlı olunca devletin tarafgir, eşitsiz, suistimale açık teamüllerinden etkilenmekte ve fakat bu zaten öyle olan devlete değil, cemaate fatura edilmektedir" ifadeleriyle de bu operasyonların sonucunda faturanın Cemaat'e kesilmesinin nedenini açıkladı.
Bulaç "Nihayet bugün Hizmet’in eğitimli elemanları bürokratik jenoside tabi tutulurken boşalttıkları yerlere 'diğer cemaat ve tarikat' üyeleri doldurulmaktadır. Özellikle “tarikat-cemaat karışımı iki grup” neredeyse bütün mekanizmaları ele geçirmektedirler. Hiç şüpheniz olmasın, devlet birkaç sene sonra kendini bir kere daha restore etmeye kalkıştığında bunlara karşı aynı acımasız operasyonları yürütecektir" ifadeleriyle de dikkat çekti.
Bulaç'ın yazısının ilgili bölümü şöyle:
Zorunlu ilişkiye rağmen bugün koruduğu yapısıyla devlet, cemaat ve tarikatları kirletmekte, misyon ve sahih fonksiyonlarını suistimal etmektedir. Şu veya bu cemaat devletle böylesine içli dışlı olunca devletin tarafgir, eşitsiz, suistimale açık teamüllerinden etkilenmekte ve fakat bu zaten öyle olan devlete değil, cemaate fatura edilmektedir.
Devlet sadece kendini düşünür, narsisttir, iktidar algısıyla ilahi kudrete rakiptir, modern zihniyeti itibarıyla iktidarı kendine indirgemiştir, halktan veya milli irade üzerinden yetki alsa da erkin kullanımında şerik kabul etmez. Böylesine kışkırtıcı bir güç, devasa mekanizma içinde ancak “grup dayanışması” ile kontrol edilebileceği düşünülür, ister istemez gruplar devlet içinde yer almak ister. Ancak deneysel olarak biliyoruz ki iktidar çerçevesinde grup dayanışmasının olduğu her yerde ve her düzeyde adaletsizlikler olur, hakkaniyet zedelenir, diğer gruplar bundan mutazarrır olur. Bir cemaatin grup dayanışması tabiidir ve zaruridir ama bu, cemaati var eden misyonu takviye edici sosyal ve ahlaki motivasyonları aşmadığı sürece öyledir. Kararında tutulmadığında grup dayanışması asabiyete dönüşür, her asabiyet aşırılıktır, haksızlığı intaç eder.
Çoğu zaman cemaat veya tarikat ava giderken avlandığının farkına varmaz. Kendinden başka ortak tanımayan devlet, her cemaat ve grubu araçsallaştırır, işi bitince de kullanılmış peçete gibi atar; devlet gayrı şahsidir, ne vicdanı vardır ne vefası. Kendini devlete kaptıran Müslüman da vicdanını ve vefa duygusunu kaybeder.
Devlet, bir cemaatin yanlış yaptığını iddia ettiği birkaç sempatizanı değil, ruhundaki korku ve güvensizlik dolayısıyla cemaatin tamamını hedef alır, kolektif ceza vermeye kalkışır, medyadan eğitime, finanstan fişlenmiş özel şahıslara kadar cemaatin ve ilişkili olduğu herkesin mal varlığını kanun hileleriyle müsadereye tabi tutar. Bu süreçte devleti ele geçirdiğini zannedenler, iktidar refleksiyle “Bir topluluğa olan kininiz sizi adaletsizliğe sürüklemesin” ilkesini çiğner, bir dershanede veya Afrika’nın balta girmemiş ormanlarında hizmet veren bir öğretmeni cezalandırmaya kalkışır. Hani “ispatsız itham” olmazdı; mukabele-i bilmisli zalimane uygulamamak ve “haddi aşmamak” esastı?
Bu gidiş çatıştırıcı ve tahrip edicidir. İslami gruplar toplum, cemaat, devlet, siyaset ve iktidar gibi temel sorunlar üzerinde yeniden düşünmek durumundadırlar.