04 Haz 2012 11:47
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:44
ZAMAN YAZARINDAN 'BENİM BEDENİM' DİYENLERİ KIZDIRACAK YAZI!
Anne karnında can ve hayat sahibi ceninin, kürtaj yoluyla öldürülebileceğini savunanların öne çıkardıkları ana gerekçeler...
Bedenin sekülerleştirilmesi
Anne karnında can ve hayat sahibi ceninin, kürtaj yoluyla öldürülebileceğini savunanların öne çıkardıkları ana gerekçeler, bu kümede toplananların Tanrı, insan ve hayat görüşlerini de yansıtmaktadır.
Kürtaj savunucuları şöyle demektedirler: "Bedenleri hukuksal bir standarda dönüştürmeye çalışmak ve bunun ana kaynağını ’dinsel gönderme’ye tabi tutmak toplumu totaliter bir cenderenin içine koyar. Bu konuda Diyanet de dinsel bir otorite olarak konuşamaz, böyle bir yetkisi yoktur. Bu kaçınılmaz olarak faşizme yol açar." Bu sözlerin sahibi hukukçu-yazar Orhan Gazi Ertekin’e göre (Taraf, 1 Haziran 2012) beden, hukukî düzenlemelere tabi tutulamaz, düzenlemelerde ’din’ referans alındığında totalitarizm, Diyanet işe karıştığında ’faşizm’ olur.
Benzer bir görüşü Kürşat Bumin de (Yeni Şafak, 2 Haziran 2012) öne sürmektedir: "Bu tartışmanın Diyanet’in otoritesine terk edilmesi sakıncalıdır. Bu kurumun tek görevi ve yetkisinin konusuna ilişkin hizmeti götürmekten ibaret olmasından dolayı ’toplum’ ve ’siyaset’ arasında cereyan eden bu tartışmadan uzak durması gerekir."
İkinci gerekçeye göre, kadın bedeni kadına aittir, kürtaj da "özel hayat/alan"la ilgilidir, devlet bu alana (yatak odasına) müdahale edemez. CHP’li Aylin Nazlıaka düzenlemeyi gündeme getiren Başbakan’ın sözlerini "Vajina bekçiliği yapmak" şeklinde yorumladı. Beden, cinsel ilişki kadının özerk alanıdır. Beden üzerinde işlem yapma hakkı, doğurup doğurmama kararı temel özgürlüklerden biridir. "Kadını bu hakkından yoksun bırakmak, yaşam hakkını, sağlık hakkını ve doyurucu bir yaşam sürme hakkını da sınırlamaktır. Evli kadının kürtaj için eşinin rızasını araması şartını esas alan mevcut yasal düzenleme taraf olduğumuz ve doğrudan uygulanma özelliği olan BİYOTIP sözleşmesine aykırıdır" (Kadınlara Hukuki Destek Merkez Bşk. Habibe Yılmaz Kayar, Taraf, 27 Mayıs 2012.) İstanbul Feminist Kolektif Üyesi Cemre Baytok’a göre "bu konuda bir şeyler söylenmesi gerekiyorsa erkeğe söylenmeli, özellikle erkeklerin penisini tutması gerekiyor. Kürtaj haktır, bunu tartışmaya açmak tamamen bir kadın düşmanlığıdır." (Taraf, 27 Mayıs 2012).
Önce şu sorunun cevabını arayalım: Beden hukuki düzenlemelerden bağımsız mı? Dayak yiyen kadın hukuka başvuruyor da, karnında öldürdüğü bebeği neden hukuk korumasın? Nihayet kürtajın serbest bırakılması, yasaklanması veya sınırlandırılması yönünde verilecek her üç karar da hukuki düzenlemeyi gerektirmektedir.
İkinci soru: Dine göre düzenleme "totalitarizm" oluyor da, pozitif-laikliğe göre düzenleme neden totalitarizm olmuyor? Eninde sonunda düzenleme için bir referansa ihtiyacımız olduğu apaçık ortada. Kürtaj savunucuları altını çizerek AİHM’nin kararlarını öne çıkarmaktadırlar. AİHM kürtajı yasaklayan İrlanda’yı 2010’da, Polonya’yı da 2011’de suçlu bulmuş, yasağın ’kadın haklarının ihlali’ olduğuna hükmetmiştir. Çok ilginçtir AİHM, bu kararı AİHS’nin ’özel hayatı koruma’yı güvence altına alan 8. madde ile ’işkence ve kötü muameleyi’ yasaklayan 3. maddesinin ihlaline dayandırmıştır. Taha Akyol, AİHM kararlarına uymanın zaruretlerine değinirken, "AİHM’yi reddedersiniz, totaliter ve üçüncü dünya ülkesi olursunuz" demektedir (Hürriyet, 1 Haziran 2012.)
Ana vurgu şudur: Kürtajla ilgili düzenleme "dini referanslardan uzak tutulmalı"dır. Ancak bu noktayı "haklar teorisi" açısından ele aldığımızda sonuçta şu veya bu referansa göre düzenleme yapmamız kaçınılmazdır. Yani ister "dini", ister "pozitif-laik hukuk" olsun, netice itibarıyla bir kaynağa, bir değerler sistemine, bir kabuller paketine göre düzenleme yapmak durumundayız.
Sorun, bedenin Allah’ın müdahalesi dışında tutulmak istenmesidir. Deist, agnostik veya ateist fark etmez, hukuki düzenlemelerde "dini dışarıda bırakanlar" seküler bir tasavvura sahiptirler. Kürtajla ilgili düzenlemeyi de "din’in dışında" tutma mücadelesi verenler, diğer her sosyal, politik ve iktisadi alan gibi bedeni de özerkleştirmek suretiyle sekülerleştirmektedirler. Arada ve zahirde uygunluk ya da benzerlik arz eden hak ve özgürlükler olsa da, temelde Batı’dan iktibas ettiğimiz "insan hakları paketi" Allah karşısında özerkleştirilmiş seküler insan tasavvurundan neş’et etmektedir.
Ali Bulaç/Zaman
Anne karnında can ve hayat sahibi ceninin, kürtaj yoluyla öldürülebileceğini savunanların öne çıkardıkları ana gerekçeler, bu kümede toplananların Tanrı, insan ve hayat görüşlerini de yansıtmaktadır.
Kürtaj savunucuları şöyle demektedirler: "Bedenleri hukuksal bir standarda dönüştürmeye çalışmak ve bunun ana kaynağını ’dinsel gönderme’ye tabi tutmak toplumu totaliter bir cenderenin içine koyar. Bu konuda Diyanet de dinsel bir otorite olarak konuşamaz, böyle bir yetkisi yoktur. Bu kaçınılmaz olarak faşizme yol açar." Bu sözlerin sahibi hukukçu-yazar Orhan Gazi Ertekin’e göre (Taraf, 1 Haziran 2012) beden, hukukî düzenlemelere tabi tutulamaz, düzenlemelerde ’din’ referans alındığında totalitarizm, Diyanet işe karıştığında ’faşizm’ olur.
Benzer bir görüşü Kürşat Bumin de (Yeni Şafak, 2 Haziran 2012) öne sürmektedir: "Bu tartışmanın Diyanet’in otoritesine terk edilmesi sakıncalıdır. Bu kurumun tek görevi ve yetkisinin konusuna ilişkin hizmeti götürmekten ibaret olmasından dolayı ’toplum’ ve ’siyaset’ arasında cereyan eden bu tartışmadan uzak durması gerekir."
İkinci gerekçeye göre, kadın bedeni kadına aittir, kürtaj da "özel hayat/alan"la ilgilidir, devlet bu alana (yatak odasına) müdahale edemez. CHP’li Aylin Nazlıaka düzenlemeyi gündeme getiren Başbakan’ın sözlerini "Vajina bekçiliği yapmak" şeklinde yorumladı. Beden, cinsel ilişki kadının özerk alanıdır. Beden üzerinde işlem yapma hakkı, doğurup doğurmama kararı temel özgürlüklerden biridir. "Kadını bu hakkından yoksun bırakmak, yaşam hakkını, sağlık hakkını ve doyurucu bir yaşam sürme hakkını da sınırlamaktır. Evli kadının kürtaj için eşinin rızasını araması şartını esas alan mevcut yasal düzenleme taraf olduğumuz ve doğrudan uygulanma özelliği olan BİYOTIP sözleşmesine aykırıdır" (Kadınlara Hukuki Destek Merkez Bşk. Habibe Yılmaz Kayar, Taraf, 27 Mayıs 2012.) İstanbul Feminist Kolektif Üyesi Cemre Baytok’a göre "bu konuda bir şeyler söylenmesi gerekiyorsa erkeğe söylenmeli, özellikle erkeklerin penisini tutması gerekiyor. Kürtaj haktır, bunu tartışmaya açmak tamamen bir kadın düşmanlığıdır." (Taraf, 27 Mayıs 2012).
Önce şu sorunun cevabını arayalım: Beden hukuki düzenlemelerden bağımsız mı? Dayak yiyen kadın hukuka başvuruyor da, karnında öldürdüğü bebeği neden hukuk korumasın? Nihayet kürtajın serbest bırakılması, yasaklanması veya sınırlandırılması yönünde verilecek her üç karar da hukuki düzenlemeyi gerektirmektedir.
İkinci soru: Dine göre düzenleme "totalitarizm" oluyor da, pozitif-laikliğe göre düzenleme neden totalitarizm olmuyor? Eninde sonunda düzenleme için bir referansa ihtiyacımız olduğu apaçık ortada. Kürtaj savunucuları altını çizerek AİHM’nin kararlarını öne çıkarmaktadırlar. AİHM kürtajı yasaklayan İrlanda’yı 2010’da, Polonya’yı da 2011’de suçlu bulmuş, yasağın ’kadın haklarının ihlali’ olduğuna hükmetmiştir. Çok ilginçtir AİHM, bu kararı AİHS’nin ’özel hayatı koruma’yı güvence altına alan 8. madde ile ’işkence ve kötü muameleyi’ yasaklayan 3. maddesinin ihlaline dayandırmıştır. Taha Akyol, AİHM kararlarına uymanın zaruretlerine değinirken, "AİHM’yi reddedersiniz, totaliter ve üçüncü dünya ülkesi olursunuz" demektedir (Hürriyet, 1 Haziran 2012.)
Ana vurgu şudur: Kürtajla ilgili düzenleme "dini referanslardan uzak tutulmalı"dır. Ancak bu noktayı "haklar teorisi" açısından ele aldığımızda sonuçta şu veya bu referansa göre düzenleme yapmamız kaçınılmazdır. Yani ister "dini", ister "pozitif-laik hukuk" olsun, netice itibarıyla bir kaynağa, bir değerler sistemine, bir kabuller paketine göre düzenleme yapmak durumundayız.
Sorun, bedenin Allah’ın müdahalesi dışında tutulmak istenmesidir. Deist, agnostik veya ateist fark etmez, hukuki düzenlemelerde "dini dışarıda bırakanlar" seküler bir tasavvura sahiptirler. Kürtajla ilgili düzenlemeyi de "din’in dışında" tutma mücadelesi verenler, diğer her sosyal, politik ve iktisadi alan gibi bedeni de özerkleştirmek suretiyle sekülerleştirmektedirler. Arada ve zahirde uygunluk ya da benzerlik arz eden hak ve özgürlükler olsa da, temelde Batı’dan iktibas ettiğimiz "insan hakları paketi" Allah karşısında özerkleştirilmiş seküler insan tasavvurundan neş’et etmektedir.
Ali Bulaç/Zaman