14 Ara 2011 13:24
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:07
ZAMAN YAZARINDAN AKP'YE CÜBBELİ ELEŞTİRİSİ! 28 ŞUBAT'TAKİLERLE AYNI GÖRÜNTÜLER!
Zaman yazarı A. Turan Alkan, köşesinden Cübbeli'nin tutuklanmasını 28 Şubat sürecindeki polis baskınlarıyla karşılaştırdı...
İşte Turan kalkan’ın o yazısı..
Kadifeden perdesi
28 Şubat günlerinde, pek çok TV seyircisi, gazete okuyucusu bu gibi şeyleri normal, hatta "yapılması gereken budur!" kabilinden muameleler zannederdi; meselâ herhangi bir baskına polis ekipleriyle birlikte (Embedded, yani ekibin içine yerleşik vaziyette) giden -ve şâyân-ı hayret bir durumdur-, hâlâ büyük gazeteci tafrasıyla sektörde ekmek yiyebilen birtakım arkadaşlar, şakır şakır kamera çalıştırıp panik halindeki (ve tabiatiyle zanlı!) insanlara "Yaptığın terbiyesizlikten utanmıyor musun?" yollu çıldırtıcı sorular sorarlardı.
28 Şubat’ın sembolü haline gelen iki ismin bir evde baskına uğratılmasının ayrıntılarını ise hatırlayacaksınız; o dönemde polis-gazeteci dayanışması içinde suçüstü görünüşü verilerek nice yargısız infazlar yapıldı ki vicdan yarasıdır.
Aa, aynı tipte görüntüler; haberin başlığına dikkat: "İşte falanca hoca’nın sarayı!" Lüks eşyalarla döşenmiş saray yavrusu villada her türlü konfor yer almaktaymış! Ev klasik anlayışta döşenmiş (artık muhabirin klasikten ne anlıyorsa!), salonda Osmanlı saray motiflerinden oluşan süslemeler dikkat çekiyormuş; kocaman bir ahşap duvar saati, hatta kristal avize, şamdan, ayna, vazo, tablolar ve inanmayacaksınız ama kadife perdeler bile varmış evde.
Evinde kadife perde bulunduran birine acınmaz arkadaşlar; vurun!
Yahu adam şu anda, üzerine atılı bir ithamdan ötürü zanlı sıfatıyla mahpus; bizimkiler ise "Ellaham", polis ekibine iliştirilmiş muhabirleri veya doğrudan emniyetin çektiği olay yeri tesbit fotoğraflarını kullanarak, zanlı hakkında menfi kanaat inşa etmekle meşguller.
Ayıp yahu; size ne adamın evindeki perdeden, arabasının plakasından, kapı süslemesinden, salonundaki koltuktan? Suç âleti midir; velev ki suç âleti, nereden hükmediyorsunuz suç âleti olduğuna, mahkeme kararı mı var hakkında?
Şahsen tanımam, sempatim de yok. Meşhur olmaya başladığı ilk günlerde, "Bakalım kullanma tarihi ne zaman sona erecek?" diye düşündüğümü hatırlıyorum. Galiba bitmiş olmalı ki, adamın mahremiyetinden fotoğraf albümü yapıp basına vermişler. Suçlandığı hususlarla ilgili değilim fakat imajını kirletmek için tutulan usûl yanlış, tasvib edilmez.
Bir başka ayrıntı daha dikkati çekiyor; yolsuzluk ithamıyla takibe alınan, soruşturulan, mahkemeye sevk edilen belediyelerin nedense hep muhalif partilerin elinde bulunması nâhoş bir tesâdüf. Türkiye’de yaşayan herkes bilir; pek çok belediye için yolsuzluk ithamları sağda-solda fiskos edilir. Yapılan yolsuzluk operasyonlarının kamuoyu nazarında dedikoduya yol açmaması için kılı kırk yarmak elzem; aksi takdirde emniyet aracılığı ile hükümetin muhaliflerini baskı altına almaya çalıştığı gibi bir intibâ çıkabiliyor. Emniyetin imajına da yazık, hükümetin imajına da.
İntibâlar önemlidir; bir nevi şüyûu vukûundan beter durumu...
Bu arada Topkapı Sarayı’ndaki Kutsal Emanetler Bölümü’nün bir TV dizisi için fon olarak kullanılması haberine göz atalım. Habere göre diziyi çeken şirket, Kültür Varlıkları ve Müzeler Müdürlüğü’ne resmi müracaatta bulunmuş ve yetkililer gerekli izni vermişler. Mevzubahs dizi, dizisever halkımızın pek rağbet ettiği "Derin" ve "Ağır abi" bir dizi. Acaba gerekli izni verenler, "Kalmasın Allah’ım hiçbir hakikat nihân!" mısrâından aldıkları ilhamla dolaylı yoldan Türkiye’nin demokratikleşme sürecine mütevâzı bir katkıda mı bulunmak istemişlerdir diye düşünmeden edemedim. Belki öyle, belki değil fakat yol olur. Nasreddin Hoca fî tarih, sakalını sırf yol olmasın diye kesmemiş miydi?
Ama bir saniye; işin evveliyatı var: 1964 yılında Peter Ustinov’la Melina Mercouri’nin başrol oynadıkları bir Topkapı filmi (imdb puanı 7 olup pekâlâ seyredilebilir!) vardı ve bu film, alenen ve resmen sarayın damında geçen hareketli sahneleriyle şöhret bulmuştu. Sonraki yıllarda çekilen bazı yerli filmlerde yine Saray’ın dekor olarak kullanılmasına şahit olmuş, özellikle Cüneyt Arkın büyüğümüzün sarayda, Yedikule zindanlarında, Aya İrini’de, Rumeli Hisarı’nda, -ve elbette tarihî dokuya zarar vermeden- atlayıp zıpladığı pek çok "kordela" seyretmiştik.
Hayır, Cüneyt abimiz yeni bir Kara Murat çekiyor olsa eyvallah ama...
Kadifeden perdesi
28 Şubat günlerinde, pek çok TV seyircisi, gazete okuyucusu bu gibi şeyleri normal, hatta "yapılması gereken budur!" kabilinden muameleler zannederdi; meselâ herhangi bir baskına polis ekipleriyle birlikte (Embedded, yani ekibin içine yerleşik vaziyette) giden -ve şâyân-ı hayret bir durumdur-, hâlâ büyük gazeteci tafrasıyla sektörde ekmek yiyebilen birtakım arkadaşlar, şakır şakır kamera çalıştırıp panik halindeki (ve tabiatiyle zanlı!) insanlara "Yaptığın terbiyesizlikten utanmıyor musun?" yollu çıldırtıcı sorular sorarlardı.
28 Şubat’ın sembolü haline gelen iki ismin bir evde baskına uğratılmasının ayrıntılarını ise hatırlayacaksınız; o dönemde polis-gazeteci dayanışması içinde suçüstü görünüşü verilerek nice yargısız infazlar yapıldı ki vicdan yarasıdır.
Aa, aynı tipte görüntüler; haberin başlığına dikkat: "İşte falanca hoca’nın sarayı!" Lüks eşyalarla döşenmiş saray yavrusu villada her türlü konfor yer almaktaymış! Ev klasik anlayışta döşenmiş (artık muhabirin klasikten ne anlıyorsa!), salonda Osmanlı saray motiflerinden oluşan süslemeler dikkat çekiyormuş; kocaman bir ahşap duvar saati, hatta kristal avize, şamdan, ayna, vazo, tablolar ve inanmayacaksınız ama kadife perdeler bile varmış evde.
Evinde kadife perde bulunduran birine acınmaz arkadaşlar; vurun!
Yahu adam şu anda, üzerine atılı bir ithamdan ötürü zanlı sıfatıyla mahpus; bizimkiler ise "Ellaham", polis ekibine iliştirilmiş muhabirleri veya doğrudan emniyetin çektiği olay yeri tesbit fotoğraflarını kullanarak, zanlı hakkında menfi kanaat inşa etmekle meşguller.
Ayıp yahu; size ne adamın evindeki perdeden, arabasının plakasından, kapı süslemesinden, salonundaki koltuktan? Suç âleti midir; velev ki suç âleti, nereden hükmediyorsunuz suç âleti olduğuna, mahkeme kararı mı var hakkında?
Şahsen tanımam, sempatim de yok. Meşhur olmaya başladığı ilk günlerde, "Bakalım kullanma tarihi ne zaman sona erecek?" diye düşündüğümü hatırlıyorum. Galiba bitmiş olmalı ki, adamın mahremiyetinden fotoğraf albümü yapıp basına vermişler. Suçlandığı hususlarla ilgili değilim fakat imajını kirletmek için tutulan usûl yanlış, tasvib edilmez.
Bir başka ayrıntı daha dikkati çekiyor; yolsuzluk ithamıyla takibe alınan, soruşturulan, mahkemeye sevk edilen belediyelerin nedense hep muhalif partilerin elinde bulunması nâhoş bir tesâdüf. Türkiye’de yaşayan herkes bilir; pek çok belediye için yolsuzluk ithamları sağda-solda fiskos edilir. Yapılan yolsuzluk operasyonlarının kamuoyu nazarında dedikoduya yol açmaması için kılı kırk yarmak elzem; aksi takdirde emniyet aracılığı ile hükümetin muhaliflerini baskı altına almaya çalıştığı gibi bir intibâ çıkabiliyor. Emniyetin imajına da yazık, hükümetin imajına da.
İntibâlar önemlidir; bir nevi şüyûu vukûundan beter durumu...
Bu arada Topkapı Sarayı’ndaki Kutsal Emanetler Bölümü’nün bir TV dizisi için fon olarak kullanılması haberine göz atalım. Habere göre diziyi çeken şirket, Kültür Varlıkları ve Müzeler Müdürlüğü’ne resmi müracaatta bulunmuş ve yetkililer gerekli izni vermişler. Mevzubahs dizi, dizisever halkımızın pek rağbet ettiği "Derin" ve "Ağır abi" bir dizi. Acaba gerekli izni verenler, "Kalmasın Allah’ım hiçbir hakikat nihân!" mısrâından aldıkları ilhamla dolaylı yoldan Türkiye’nin demokratikleşme sürecine mütevâzı bir katkıda mı bulunmak istemişlerdir diye düşünmeden edemedim. Belki öyle, belki değil fakat yol olur. Nasreddin Hoca fî tarih, sakalını sırf yol olmasın diye kesmemiş miydi?
Ama bir saniye; işin evveliyatı var: 1964 yılında Peter Ustinov’la Melina Mercouri’nin başrol oynadıkları bir Topkapı filmi (imdb puanı 7 olup pekâlâ seyredilebilir!) vardı ve bu film, alenen ve resmen sarayın damında geçen hareketli sahneleriyle şöhret bulmuştu. Sonraki yıllarda çekilen bazı yerli filmlerde yine Saray’ın dekor olarak kullanılmasına şahit olmuş, özellikle Cüneyt Arkın büyüğümüzün sarayda, Yedikule zindanlarında, Aya İrini’de, Rumeli Hisarı’nda, -ve elbette tarihî dokuya zarar vermeden- atlayıp zıpladığı pek çok "kordela" seyretmiştik.
Hayır, Cüneyt abimiz yeni bir Kara Murat çekiyor olsa eyvallah ama...