Zaman yazarı suskunluğunu bozdu! O yazıyı bana kim yazdırdı?
Zaman yazarı Ahmet Turan Alkan, Hüseyin Gülerce'nin yazıyı üzerine alınıp, sıklıkla eleştirmesi üzerine "bugüne dek sustum sabrettim" diyerek yanıt verdi
25 Ocak 2014 Cumartesi günü, yani on ay önce, yazdığı "Turfa
müneccim" başlıklı yazıyı bugün yeniden köşesinde konu edinen Zaman
yazarı Ahmet Turan Alkan, Hüseyin Gülerce'nin yazıyı üzerine
alınıp, sıklıkla eleştirmesi üzerine "bugüne dek sustum sabrettim"
diyerek yanıt verdi.
Bugüne kadar "onur kırıcı" ve "sahibine hiç yakışmayan" bu
suçlamaya yanıt vermediğini ama daha fazla susarsa ikrar kabul
edileceğini ileri süren Alkan, . "Bu yazıyı birileri yazdırdı"
iddiasını yalanlayabilmek için yazının yazılma hikayesini
anlattı.
İşte Alkan'ın yazdığı o gerekçe:
Başlıkta, Ziya Paşa'nın Tercî-i Bend'indeki meşhur, "Yıldız arayıp
gökte nice turfa müneccim/ Gaflet ile görmez kuyuyu reh-güzerinde"
beytine açık atıf var. Turfa (veya turfe), acemi, genç, henüz
işinin ehli olmayan mânâsına geliyor.
Yazı meşhur oldu, bir bakıma 'kötü yola düştü' de denilebilir zira
on aydan beri, "bu yazıda kastedilen turfa müneccim ben olsam
gerektir" diye düşünen kişi, sesinin duyulduğu, elinin eriştiği her
yerde şu iddiayı tekrarlayıp durdu: "Bu yazı, yazarına yazdırıldı;
bana operasyon yapıldı. Hakarete uğradım vs." dedi.
Bu, onur kırıcı bir suçlama ve sahibine hiç yakışmadı; on aydan
beri her vesile ile tekrarlanan bu iddialara benim bir cevap vermem
gerekirdi ama sustum, sabrettim.
Mânidar suskunluğum iddia sahibine tesir etti mi bilemem; bu arada
o da “artık konuşmayacağım, yeter, ailem üzülüyor” diye açıklama
yaptı fakat bu defa medyadaki ahbabları, onun kaldığı yerden “Bu
yazı yazdırıldı; operasyon yapıldı” iddiasına devam ettiler. Yine
sükût edebilirdim fakat bizde böyle sükûtlar genellikle anlaşılmaz,
kötüye yorulur ve “ikrar” gibi anlaşılır. Kayıtlara da hitap etmek
lâzım. Sırf o sebeple o yazının niçin, nasıl, hangi sebeple
yazıldığını burada açıklayacağım.
O gün haftalık radyo programı için radyo binasına gittim; yayından
önce yönetici arkadaşla oturup her zamanki gibi onbeş-yirmi dakika
sohbet etmek ve çay içmek üzere odaya giriyorum lâkin arkadaşımda
olağanüstü bir telâş hâli var...
Her zaman tertipli duran masası karmakarışık; gözler çekiliyor,
içindeki evrak, gazete kupürleri, dergiler vs. elden geçiriliyor;
masanın üstünde birtakım CD'ler görüyorum. Üzerlerinde özel kalemle
hatim, dua, karışık şarkılar, ilahi albümü gibi notlar yazılmış.
Bazılarını kırıp çöp sepetine attığını görüyorum. Bir mânâ
veremiyorum. N'oluyor yahu, hayrola?
Açıklıyor; diyor ki özetle, her an bir polis baskınına uğramak
ihtimâli varmış...
-Ee diyorum; ne olur polis basarsa; bir suç delili filan mı var ki
ortadan kaldırmaya çalışıyorsun?
Öyle değilmiş; birkaç gün önce bir personelin, kurum bilgisayar
sistemine garip birtakım belgeler yüklemeye çalıştığı tespit
edilmiş; bunun üzerine bütün sorumlu personelin dikkati çekilmiş;
her türlü sahte belge yerleştirme, uydurma delil üretme ihtimâline
karşı uyanık olunması tembihlenmiş... Mâlum, devir fitne
devri...
-İyi de dedim, şu CD'leri niçin kırıyorsun; bunların üstüne
sonradan yükleme filan yapılamaz ki; ilahi CD'si bulundurmak ne
zamandan beri suç oldu?
Kendisini benden daha iyi biliyor elbette, yılların yayıncısı; ne
var ki, "Kötü şeyler olacak, gizli örgüt ithamıyla baskınlar
yapılacak, sahte delil yerleştirilecek, bazı arkadaşlar toplanıp
emniyete alınacaklar" yollu haberler öyle kötü tesir yapmış ki,
tedbirin dozu mâkul noktayı aşmış. Arkadaş çok temiz yürekli bir
insan. Temizlik yapayım derken abartıya düşmesi bundan.
*
Bu durum bana çok dokundu. Ekmeğinin peşinde didinen, karıncaezmez
tabiatlı masum insanların yayılan dedikodulardan nasıl
etkilendiğini gözümle görünce çok üzüldüm.
'Turfa müneccim' yazısı o ruh hâlinin eseridir; evet içinde bâriz
ölçüde öfke vardır; çokca da "yetti gaari" dozunda sitem ve
eleştiri...
Yazıyı böyle bir ruh hali içinde kaleme aldım. Ortalığa korku salıp
insanları dehşet içinde paniğe uğratmanın âlemi yoktu ve birisi
bunu inatla, bilerek yapıyordu.
İddia edildiği gibi kimsenin ricası, hatırlatması veya teşviki
yoktur. "Bu yazıyı birileri yazdırdı" iddiası çokca tekrar edildiği
için altını özellikle çize çize belirtiyorum: İddia sahibi yalan
söylüyor!
Aynı iddiayı, bilmem hangi maksatla ziyaretine gittiği cumhuriyet
savcısına da tekrar ettiğini gazetelerden öğrenince içim
burkuldu.
*
Kendisine birkaç gün öncesine kadar –artık sevgi sayılmaz fakat-
gıyâbî bir saygım vardı; bulunduğum topluluklarda ne zaman bu konu
açılıp da söz kaçınılmaz olarak, "Aranızda ne oldu ki bu şahıs
sizin aleyhinizde sağda-solda konuşup duruyor" mecrâına gelse
gıyâbında kem söz etmedim. "Aramızda fikrî bir ihtilâf oluştu. Bir
mesele hakkında farklı düşündük. Bir kurumda çalışan insanların
matbaadan çıkmış gibi birbirinin aynı kanaatleri taşıması zaten
beklenemez. Onun içtihadına katılmıyorum, o da benim gibi
düşünmüyor; mesele bundan ibarettir; şu kapı açılıp içeri girse
yine hürmet gösteririm." dedim. Gıyabî saygım hâlâ devam ediyordu;
nakarat haline getirdiği yalan iddiayı, yakınlarda bir medya
tetikçisinin kaleminden de okuduktan sonra anladım ki gerçeği
olduğu gibi anlatmam lâzım; kayıtlara geçsin diye.
*
Velev ki, bir anlığına sizleri göz göre yanılttığımı; bu yazıyı,
kıramadığım birinin ricasıyla "sipariş" üzerine kaleme aldığımı
farzediniz. Müşarünileyh, 'Turfa müneccim' yazısına Zaman'daki
köşesinde cevap vermekle kalmadı, tâ ağustos sonuna kadar gazetede
yazmaya devam etti; şöyle böyle 7 ay, yedi koca ay...
Yorum yok.