12 Mayıs 2010 17:11 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:17

ZAMAN YAZARI ALİ BULAÇ VAKİT'İ FENA BOMBALADI!..

Bulaç yazısında Vakit gazetesinin tutumunu ve Baykal'ı istifaya götüren süreci İslam hukuku açısından değerlendirdi.

Kaset olayı


Deniz Baykal’a ait olduğu iddia edilen bir kasetin orta yere serilmesi bir deprem etkisine yol açtı.
Tabii ki olayın siyasi boyutu son derece önemlidir ve hiç kuşkusuz kısa, orta ve uzun vadede bunun derin etkilerini hep birlikte hissedeceğiz. Olayın siyasi boyutu kadar ahlaki-fıkhi boyutları da önemlidir.

Mahrem dünyaya ait bir olayın kişilerin rızası hilafına tespiti ve teşhiri hem ahlak dışıdır hem hukuken suçtur. Teknolojinin baş döndürücü hızla gelişmesi, mahrem dünya diye bir şey bırakmadı. Son derece sofistike yöntem ve araçlarla istenilen kişilerin mahrem hayatı, konuşmaları, fiilleri kayıt altına alınabilir, montaj hileleriyle istenildiği kılığa sokulabilir. Bu açıdan, elde ediliş şekli itibarıyla suç olan bir fiilin delil veya şantaj aracı olarak kullanılmasına daima kuşkuyla bakmalı. Ortada can ve mal güvenliğini ilgilendiren bir tehdit söz konusu ise -cinayet, terör, fiili saldırı, yolsuzluk, rüşvet vb.- o zaman da hâkim kararıyla ve devletin meşru kuvvetleriyle bu türden kayıtlar ve tespitler yapılabilir, ancak bunların da kamuoyuna gelişigüzel teşhir edilmesine; birilerinin rakiplerini zor duruma düşürmek amacıyla kullanılmasına izin verilmemelidir.

İslam fıkhının kabul ettiği en ağır suçlardan biri "zina"dır. Zina suçunun cezayı gerektirecek şekilde tespiti için dört adil şahidin bu fiile açık bir biçimde tanıklık etmesi gerekir. (4/Nisa, 15; 24/Nur, 4) Öyle ki bu, "kılıcın kınına girişi" şeklinde tasvir edilmiştir. Aynı örtü altında bir arada yakalanan bir çifte uygulanacak ceza ise bilginlerin çoğuna göre "te’dip"ten ibarettir. Takdir olunacağı üzere, neredeyse hiç kimsenin bu fiili dört kişinin açıkça görebileceği pozisyonda işlemeye kalkışması düşünülemez. Hatta zina suçunu itiraf etmek üzere gelen bir kadını Hz. Peygamber geri çevirmek için defalarca uyarmıştır.

Pekiyi, suç fiilini işleyenlerin suçlarını araştırıp çıkarmak caiz mi? Tek kelimeyle hayır! 49/Hucurat, 12. ayette "birbirinizin gizli fiillerini/gizliliklerini araştırmayın" buyurulur. Bunun ne anlama geldiğine bakalım:

1) Allah’ın Elçisi (s.a.): "Ey diliyle inanıp, iman kalbine girmeyen kimseler. Müslümanların gıybetini yapmayın; gizli kusurlarını araştırmayın. Kim onların gizli kusurlarının peşine düşerse, Allah da onun gizli kusurlarını araştırır. Allah kimin gizli kusurlarını araştırırsa, evinde dahi onu rezil eder." (Tirmizi, IV, 378; İbn Hıbban, Sahih XIII, 75)

2) İbn Mes’ud’a bir adam getirilir ve "Bu sakalından şarap damlayan biridir" denir. Büyük fakih sahabe "Bize tecessüs (gizlilikleri araştırma) yasaklandı. Apaçık görürsek başka" der.

3) Abdurrahman bin Avf’tan naklen: Bir gece Hz. Ömer’le dolaşıyorduk. Kapısı bir parça aralık bir evden kandil ışığı geliyordu. İçerde sesleri birbirine karışan kimseler vardı. Ömer "Bu Rabia b. Umeyye b. Halef’in evidir, şu anda içki içiyordur. Ne yapalım?" diye sordu. Ben de, "Benim görüşüm, biz şu anda Allah’ın yasakladığı bir şeyi yapıyoruz." dedim ve Hucurat 12. ayete atıfta bulundum. Ömer beni haklı buldu, geri döndük.

Sonuç: Mahrem alan korunmuştur. İnsanların gizli işleri, kusur ve ayıpları araştırılmaz. Biri bizdeki ayıbı araştırmaya kalkışsa bile bizim mukabil bir hareketle onun ayıplarını araştırmaya kalkışmamız doğru değildir. (Ebu Davud, libas, 14) Gizliliklerin çokça araştırıldığı ve bu tür haber ve bilgilerin hayli revaç bulduğu bir toplum, ahlaki bakımdan iki yüzlü bir toplumdur. Belli ki büyük bir çürüme geçirmektedir, aslında kendi kusur ve ayıplarını, suç ve cürümlerini bir başkasının aynasında seyretmek gibi patolojik bir bozukluk göstermektedir. Bu yüzden zina suçu işleyen bir kadına erkekler bir anda "onu taşlayalım" diye bağrışınca Hz. İsa "İlk taşı bu suçu hiç işlemeyen atsın." buyurdu, kimse eline taş almaya cesaret edemedi.

İslami hassasiyetleri olanların bu türden şantaj araçlarına itibar etmesi ayıptır, günahtır ve yakışıksızdır. Bir olayın "haber değeri"nin olması, ahlaki ve hukuki olumlu değerinin ölçüsü değildir.

Ali Bulaç/Zaman