10 Mar 2012 10:33
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:25
YÜZ YILLIK SESSİZLİK! AHMET ALTAN'DAN BAŞBAKAN'A ZEHİR ZEMBEREK BİR YAZI DAHA!
Başbakan dün Taraf'a dava açtı, Ahmet Altan Başbakan'a cevap olarak yazdığı yazısında Taraf'ın da Başbakan'a dava açtığını açıkladı.
Yüz yıllık sessizlik
Osmanlı’da padişahlar eleştirilemezdi, önceleri eleştirenleri boğdururlardı, sonraları biraz daha yumuşadılar sadece sürgüne göndermeye başladılar.
İttihatçılar da eleştirilemezdi, onlar, eleştirenleri sokakta vurdururlardı.
Atatürk de eleştirilemezdi, o cumhuriyetçi olduğu için İttihatçılardan da son dönem padişahlarından daha hızlı çıkmıştı, eleştirenleri İstiklal Mahkemesi tarikiyle sehpaya gönderiverirdi; tarihçiler benden daha iyi bilir ya, benim bildiğim Atatürk’ün öldürttüğü adam sayısı Abdülhamit’in öldürttüklerinden çok daha fazladır.
İsmet Paşa da eleştirilemezdi.
Demokrat Parti iktidarının ilk başlarında eleştirilebilirdi, ne de olsa “demokrasi” gelmişti, son dönemlerinde onlar da eleştirenleri hapsetmeye koyuldular.
27 Mayıs’tan sonra generallerin dönemi başladı.
Ordu tümüyle eleştiri dışı bırakıldı.
Şimdi “eleştirilmeme” sırası AKP hükümetinde, ilk başlarda çok eleştirildiler, şimdi medya eski alışkanlığına döndü.
Artık kimseyi asmıyorlar ama sanırım bu sefer konu “para”, bir kısmı yeni dönemde kazandığı paradan vazgeçmek istemiyor, bir kısmı da hükümeti eleştirirse çeşitli biçimlerde para kaybedeceğinden korkuyor.
Bugün yaşadıklarımız ortada.
Devlet dağılmış durumda.
Hâlâ insanlar arasında eşitlik kurulamamış.
Hepsini tek tek söylemeye gerek yok, neler yaşandığını hepimiz biliyoruz işte.
Bu durum, “yüz yıllık sessizliğin” sonucu.
Eleştiri, iktidarların suyu sabunudur, eleştiri olmadı mı iktidarlar kirlenir.
Kirli iktidarlar toplumu da kirletir.
Yaptıklarının hiçbir eleştiri ve tepkiyle karşılaşmaması iktidarlarda her şeyi yapabilecekleri duygusu yaratır, her şeyi yapabileceğine inanan da her şeyi yapmaya kalkar.
Sonunda da ortalık karmakarışık olur.
Şu anda da ciddi bir kirlenme döneminden geçiyoruz.
Sessizlik, kirliliği her gün arttırıyor.
İktidar sessizliğe o kadar alıştı ki ses çıkan birini görünce Başbakan hemen hakaret etmeye yelteniyor, cevabını alınca da mahkemeye koşuyor.
Genellikle ben kimseye dava açmam ama Başbakan bizim hakkımızda dava açmaya fazla alıştı, iki de bir de bizi savcılığa çağırıyorlar, onun için bu sefer biz de onun için dava açtırdık.
Başbakan’ın böyle bağırıp çağırması, davalar açması, her türlü eleştiriyi kendine yönelik bir “operasyon” sanması çok tutarlı bir ruh halinin işareti değil.
Bize “bu hükümeti düşürürseniz yerine kim gelecek” diyorlar, birincisi bizim hükümetler devirecek, onun yerine başka bir partiyi getirecek bir gücümüz Allaha şükür ki yok; ikincisi haber yaparken bir gazeteyi kimin gidip kimin geleceği hiç ilgilendirmez; üçüncüsü bir gazete hükümet deviremez, sadece “hükümetin devrilmesini gerektiren” bir durum varsa onu ortaya çıkarır.
Hükümetler gazeteler yüzünden değil, kendi yaptıkları hatalar yüzünden devrilirler.
Zaten, gazeteler Cumhuriyet tarihi boyunca böyle bin bir hesap yüzünden yönetimlerin o hatalarını ortaya çıkarmadığı için bu ülke böyle oldu, o hatalar büyüdükçe büyüdü, üst üste bindi, sonunda içinden çıkılamaz hale geldi.
12 Eylül’de Diyarbakır cezaevinde olanlar karşısında medya ayağa kalksaydı Kürt meselesi bu hale gelir miydi; ilk faili meçhulde medya olayın üstüne gitseydi bu ülkede on yedi bin kişi vurulur, topraklardan kemik fışkırır mıydı; 33 asker öldürüldüğünde medya facianın gerçeklerini açıklasaydı barış böylesine uzağımıza düşer miydi; 28 Şubat’ta medya itiraz etseydi insanlar böyle acı çeker, bankalar böyle soyulur muydu?
Bugün de durum pek farklı değil, siz Başbakan’ın başdanışmanını bir Amerikan istihbarat kuruluşunun “önemli kaynak” olarak değerlendirmesini önemsemezseniz, Başbakanlık’tan o kuruluşa istihbarat gittiği iddiasını doğal karşılarsanız bunun sonucu ne olur?
O başdanışmanın twitter’daki canhıraş feryatları tabii akla daha başka ve daha ciddi bir soru getiriyor.
Acaba o adamcağız bunu tek başına yapmadı mı?
Birisi ona emir mi verdi bunu yapması için?
O emri veren kim?
Bir yabancı istihbarat kuruluşuna “istihbarat kaynağı” olmayı bile sorgulamadığınız zaman artık başka hiçbir şeyi sorgulamazsınız ve iktidar hiçbir konuda asla sorgulanmayacağına emin olur.
Bizim ordu bu güvenle çöktü işte, bu güvenle şike baskınlar ayarladı, bu güvenle hükümetler hakkında andıçlar düzenledi ve sonunda askerliği unuttu.
Eğer bugünkü hükümete de bu sağlıksız güveni sessizliğinizle aşılarsanız, ordudan beter olur onun hali.
Uludere katliamı hakkında hâlâ bir açıklama yapılmadığını unutmayın; bu ülkenin hem bugünkü hem de gelecekteki başbakanlarına yargının üstüne çıkan yetkiler verildiğini unutmayın; Dink’in gerçek katillerinin yakalanmadığını unutmayın.
Bu sessizliğiniz size para kazandırıyor olabilir.
Ama o parayı harcayacak huzurlu ve güvenli bir ülkeniz olmaz.
Ha, “başka yerlerde yerim paramı” diyorsanız, bakın ona bir cevabım yok, Stratfor size bir yerlerde bir şeyler ayarlar.
Ahmet Altan/Taraf
Osmanlı’da padişahlar eleştirilemezdi, önceleri eleştirenleri boğdururlardı, sonraları biraz daha yumuşadılar sadece sürgüne göndermeye başladılar.
İttihatçılar da eleştirilemezdi, onlar, eleştirenleri sokakta vurdururlardı.
Atatürk de eleştirilemezdi, o cumhuriyetçi olduğu için İttihatçılardan da son dönem padişahlarından daha hızlı çıkmıştı, eleştirenleri İstiklal Mahkemesi tarikiyle sehpaya gönderiverirdi; tarihçiler benden daha iyi bilir ya, benim bildiğim Atatürk’ün öldürttüğü adam sayısı Abdülhamit’in öldürttüklerinden çok daha fazladır.
İsmet Paşa da eleştirilemezdi.
Demokrat Parti iktidarının ilk başlarında eleştirilebilirdi, ne de olsa “demokrasi” gelmişti, son dönemlerinde onlar da eleştirenleri hapsetmeye koyuldular.
27 Mayıs’tan sonra generallerin dönemi başladı.
Ordu tümüyle eleştiri dışı bırakıldı.
Şimdi “eleştirilmeme” sırası AKP hükümetinde, ilk başlarda çok eleştirildiler, şimdi medya eski alışkanlığına döndü.
Artık kimseyi asmıyorlar ama sanırım bu sefer konu “para”, bir kısmı yeni dönemde kazandığı paradan vazgeçmek istemiyor, bir kısmı da hükümeti eleştirirse çeşitli biçimlerde para kaybedeceğinden korkuyor.
Bugün yaşadıklarımız ortada.
Devlet dağılmış durumda.
Hâlâ insanlar arasında eşitlik kurulamamış.
Hepsini tek tek söylemeye gerek yok, neler yaşandığını hepimiz biliyoruz işte.
Bu durum, “yüz yıllık sessizliğin” sonucu.
Eleştiri, iktidarların suyu sabunudur, eleştiri olmadı mı iktidarlar kirlenir.
Kirli iktidarlar toplumu da kirletir.
Yaptıklarının hiçbir eleştiri ve tepkiyle karşılaşmaması iktidarlarda her şeyi yapabilecekleri duygusu yaratır, her şeyi yapabileceğine inanan da her şeyi yapmaya kalkar.
Sonunda da ortalık karmakarışık olur.
Şu anda da ciddi bir kirlenme döneminden geçiyoruz.
Sessizlik, kirliliği her gün arttırıyor.
İktidar sessizliğe o kadar alıştı ki ses çıkan birini görünce Başbakan hemen hakaret etmeye yelteniyor, cevabını alınca da mahkemeye koşuyor.
Genellikle ben kimseye dava açmam ama Başbakan bizim hakkımızda dava açmaya fazla alıştı, iki de bir de bizi savcılığa çağırıyorlar, onun için bu sefer biz de onun için dava açtırdık.
Başbakan’ın böyle bağırıp çağırması, davalar açması, her türlü eleştiriyi kendine yönelik bir “operasyon” sanması çok tutarlı bir ruh halinin işareti değil.
Bize “bu hükümeti düşürürseniz yerine kim gelecek” diyorlar, birincisi bizim hükümetler devirecek, onun yerine başka bir partiyi getirecek bir gücümüz Allaha şükür ki yok; ikincisi haber yaparken bir gazeteyi kimin gidip kimin geleceği hiç ilgilendirmez; üçüncüsü bir gazete hükümet deviremez, sadece “hükümetin devrilmesini gerektiren” bir durum varsa onu ortaya çıkarır.
Hükümetler gazeteler yüzünden değil, kendi yaptıkları hatalar yüzünden devrilirler.
Zaten, gazeteler Cumhuriyet tarihi boyunca böyle bin bir hesap yüzünden yönetimlerin o hatalarını ortaya çıkarmadığı için bu ülke böyle oldu, o hatalar büyüdükçe büyüdü, üst üste bindi, sonunda içinden çıkılamaz hale geldi.
12 Eylül’de Diyarbakır cezaevinde olanlar karşısında medya ayağa kalksaydı Kürt meselesi bu hale gelir miydi; ilk faili meçhulde medya olayın üstüne gitseydi bu ülkede on yedi bin kişi vurulur, topraklardan kemik fışkırır mıydı; 33 asker öldürüldüğünde medya facianın gerçeklerini açıklasaydı barış böylesine uzağımıza düşer miydi; 28 Şubat’ta medya itiraz etseydi insanlar böyle acı çeker, bankalar böyle soyulur muydu?
Bugün de durum pek farklı değil, siz Başbakan’ın başdanışmanını bir Amerikan istihbarat kuruluşunun “önemli kaynak” olarak değerlendirmesini önemsemezseniz, Başbakanlık’tan o kuruluşa istihbarat gittiği iddiasını doğal karşılarsanız bunun sonucu ne olur?
O başdanışmanın twitter’daki canhıraş feryatları tabii akla daha başka ve daha ciddi bir soru getiriyor.
Acaba o adamcağız bunu tek başına yapmadı mı?
Birisi ona emir mi verdi bunu yapması için?
O emri veren kim?
Bir yabancı istihbarat kuruluşuna “istihbarat kaynağı” olmayı bile sorgulamadığınız zaman artık başka hiçbir şeyi sorgulamazsınız ve iktidar hiçbir konuda asla sorgulanmayacağına emin olur.
Bizim ordu bu güvenle çöktü işte, bu güvenle şike baskınlar ayarladı, bu güvenle hükümetler hakkında andıçlar düzenledi ve sonunda askerliği unuttu.
Eğer bugünkü hükümete de bu sağlıksız güveni sessizliğinizle aşılarsanız, ordudan beter olur onun hali.
Uludere katliamı hakkında hâlâ bir açıklama yapılmadığını unutmayın; bu ülkenin hem bugünkü hem de gelecekteki başbakanlarına yargının üstüne çıkan yetkiler verildiğini unutmayın; Dink’in gerçek katillerinin yakalanmadığını unutmayın.
Bu sessizliğiniz size para kazandırıyor olabilir.
Ama o parayı harcayacak huzurlu ve güvenli bir ülkeniz olmaz.
Ha, “başka yerlerde yerim paramı” diyorsanız, bakın ona bir cevabım yok, Stratfor size bir yerlerde bir şeyler ayarlar.
Ahmet Altan/Taraf