Yusuf Kaplan: Türkiye'de gazete de, medya da yok!
Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan bugünkü yazısında Türkiye'nin medya ve haber dilini masaya yatırdı.
Hükümetin Suriye politikasına getirdiği eleştirilerle gündeme
oturan Yusuf Kaplan, bugün de Türkiye'de medyanın durumunu
yazdı.
Yusuf Kaplan :"Türkiye'de gazetecilik yapılmıyor. Haberlerin dili
haber tekniğiyle değil, büsbütün yorum ve empozisyon yüklü,
irrasyonel, hissî ve en vulger anlamıyla ideolojik bir dildir"
İŞTE KAPLAN'IN YAZISI
Türkiye'nin medya rejimi, hem kaotik bir görünüm arzediyor hem de
tam anlamıyla yabancılaştırıcı, mankurtlaştırıcı ve sömürgeci bir
işlev görüyor.
Oysa bu ülkede, dünya çapında güçlü medyalar kurmamız gerekiyor.
Dünya bize bakıyor, bizim ne söyleyeceğimizi merak ediyor.
Medyada yoksanız, yoksunuz ve yok olmaktan kurtulamazsınız,
demektir. Medyanın bütün tartışmalı, ruhsuz, ötekileştirici
yapısına ve yanlarına rağmen bu gerçek böyledir.
Bugün sütunumu, tam 17 yıl önce burada yayımlanan bir yazıma
ayırıyorum. Küçük değişikliklerle yazıyı aynen yayımlıyorum.
HABERDE VE MEDYADA "HALK" YOKSA...
Batıda gazeteciliğin doğuşu; gazetelerin geliştirdiği formatlar ve
dil ile gazeteciliğin bir kurum olarak üstlendiği işlevler
açısından Türkiye''deki gazeteciliğe bakıldığında Türkiye'de
gazetecilik değil, gazetecilikten başka, tuhaf bir şey yapıldığını
söylemek zorunda kalıyoruz.
Konuyu açıklığa kavuşturabilmek için sorunun en başından, yani
gazeteciliğin, dolayısıyla medya haberciliğinin en temel malzemesi
olan haber'den başlayalım.
İletişimcilerin pirlerinden Harold Evans'ın haber tanımı oldukça
yalın ve açıklayıcıdır.
Evans, "haber, halktır" der. Yani, haberin "baş aktör»ü, halkın
sorunları, duyarlıkları, ilgileri, beklentileri ve hatta
çıkarlarıdır.
Gazetecilik, siyasi, ekonomik ve kültürel iktidar aygıtlarına çeki
düzen veren "resmî" veya gayr-ı resmî iktidar seçkinlerinin, güç ve
çıkar odaklarının toplumun sorunları karşısında müteyakkız
olmalarını sağlamayı amaçlayan, vazgeçilmez bir sivil toplum kurumu
ve aracı'dır.
Gazeteciliğin, dolayısıyla medyanın bir kültürel kurum olarak
geliştirdiği dil ve söylemle, Batı kültürünün kendini ifade ediş
biçimleri ve bunun için geliştirilen diğer faliyet alanları ve
kurumları arasında kaçınılmaz olarak paralellikler olduğu gerçeğini
gözardı edemeyiz.
Her şeyden önce tıpkı diğer kültürel, siyasî ve ekonomik formlar,
kurumlar ve aygıtlar gibi, gazetecilik de, Batılı anlam
haritalarını, kültürel kodları yeniden üreten ve icad eden bir
kurumdur. Bu anlamda iktidar seçkinleriyle / elitlerle toplumun
sahip olduğu ortak değerlerin, anlam haritalarının örtüştüğü
tartışmaya mahal vermeyecek kadar apaçık bir gerçektir.
Kısaca söylemek gerekirse, özelde gazetecilik de, genelde medya,
bizim gibi bir medeniyet ve kimlik krizi yaşamayan toplumlardaki
tüm diğer kurumlar gibi, bir toplumun kültürünü, kimliğini, anlam
haritalarını yeniden üreten, zenginleştiren ve pekiştiren bir
kültürel for(u)mdur.
Dolayısıyla, Batı ülkelerinde medyanın, Batılı toplumlara başka
kültürler, kimlikler ve kodlar taşıması, empoze etmesi gibi bir
sorun yaşanmaz. Bu nedenle özelde gazeteciliğin, genelde ise tüm
kitle iletişim araçlarının yeri, konumu ve işlevi bellidir.
Oysa bizde handiyse tam tersi bir durum sözkonusu.
TÜRKİYE'DE GAZETE / MEDYA YOK!
Bir kere, bizdeki gazetelerde halk yoktur. Halkın sorunları,
duyarlıkları ve çıkarları yoktur. Bir avuç siyasi, ekonomik ve
kültürel güç odağı ve çıkar çevresi ve bunların zaten kendilerine
ait olmayan, "çalıntı", bu yüzden de grotesk bir görünüm arzeden
özel hayatları, sorunları, çıkarları ve duyarlıkları vardır.
Yani haberlerin aktörü veya öznesi halk değil, güç odakları, çıkar
çevreleri ve bunların toplumun ilgilendirmeyen dar ve grotesk
ilişkileri ve çıkarları haberlerin, gazeteciliğin ve medyanın
"sahte" kahramanları ve konusudur.
Hele de 28 Şubat sürecinden sonra özelde gazetelerde, genelde ise
bütün medya kuruluşlarında baş aktör halk değil, güç odakları ve
çıkar çevreleridir. Dolayısıyla gazetelerimizin ve
televizyonlarımızın kahir ekseriyeti, yarı resmi El Ahram gibi
yayın yapan "sahibinin sesi" kurumlar rolünü üstleniyor hatta bu
rolden pek fazla da rahatsız olmuyorlar. Bu yüzden "Türkiye'de
gazete / medya yok" dersek olayı abartmış olmayız sanırım.
«Türkiye'de gazete / medya yok" önermesini doğrulayacak ve
açımlayacak bir başka nokta da, bizim medeniyet krizi sürecinde
yazılı kültürle ilişkilerimizin sorunlu olması gerçeğidir.
Yazılı kültürün en temel özelliği rasyonalitedir. Bizim yazılı
kültürle ilişkimiz sorunlu olduğu için iktidar elitlerinin de,
iktidar elitlerinin söylemlerini yeniden üretip empoze etmekten
başka bir şey bilmeyen gazetelerimizin ve televizyonlarımızın da
toplumla ilişkileri bütünüyle primitif, irrasyonel ve hissidir.
Bu nedenle Türkiye'de gazetecilik yapılmıyor. Haberlerin dili haber
tekniğiyle değil, büsbütün yorum ve empozisyon yüklü, irrasyonel,
hissî ve en vulger anlamıyla ideolojik bir dildir. Sadece çatışma
ve ötekiler üreten bir dildir. İdeolojik ve ekonomik çıkar
çevrelerinin, güç odaklarının çıkarlarını pekiştiren ve
meşrûlaştıran bir dildir.
Yine bu yüzden bizde yorumcu anlamında köşe yazarları pek yoktur.
Gazetelerin "köşe yazarları"ndan geçilememesinin nedeni burada
gizlidir.