Yusuf Kaplan: Batıcı laik azınlık bu ülkenin önünde takoz, defolup gitmeli!
"Türkiye'nin İslâmîleştirmesini önlemek için de içeriden kuşatıyorlar bizi"
Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan, "Müslümanlık uğruna dökülen
kanlarla yaşamayı başardığımız bu topraklarda hegemonik güçlerin
çıkarlarını korumaktan başka bir şey yapmayan bir avuç seküler
Batıcı azınlığın" Türkiye'nin önünde "bir takoz olduğunu" ileri
sürüp "Eğer Türkiye, medeniyet iddialarını benimseyen bir yörüngeye
girecek olursa, bu, bizim orta ve uzun vadede bölgenin tarihini
Batılıların değil yeniden bizim yapacağımız, bazılılarınsa buradan
defolup gitmeleri anlamına geliyor" diye yazdı.
Yusuf Kaplan'ın Yeni Şafak gazetesinin bugünkü (10 Temmuz 2016)
nüshasında yayımlanan 'Türkiye’nin önündeki iki takoz: Batılılar ve
Batıcılar' başlıklı yazısı şöyle:
Bu coğrafyaya müslümanlık adına, Müslümanlık için ayak bastık.
Zamanla İslâm medeniyetinin en önemli çekim merkezlerinden ve
havzalarından biri hâline getirdik bu coğrafyayı.
Ne zaman ki biz bu coğrafyayı mesken tuttuk, bu coğrafyaya iskan
ettik; duyarlıklarımızı, ruhumuzu bu coğrafyanın taşına, toprağına
nakşettik, işte o zaman bu coğrafya ve bu coğrafyanın hinterlandı
olan İslâm coğrafyası yüzyıllarca sükun buldu, huzur buldu.
Medeniyetler çatışmasına giden süreç...
Eğer biz Müslümanlar olarak bu coğrafyaya yerleşmeseydik,
Müslümanların ve İslâm medeniyetinin alacağı siyasî, coğrafi ve
kültürel şekil ve bilinç çok farklı olacaktı.
Eğer Müslümanlar olarak Rum ellerine (=Avrupa kıtasının içlerine)
kadar açılarak İslâm coğrafyasının çekirdeği, belkemiği, bütün
medeniyetlerin beşiği olan Maveraünnehir ve hinterlandını
güvenilir, muhkem bir güvenlik şemsiyesi altına almasaydık,
Haçlıların saldırılarını göğüsleyebilmemiz ve durdurabilmemiz son
derece zor olabilirdi.
İşte bu nedenledir ki, Avrupalı güçler, başka coğrafyaları,
kıtaları ve kültürleri yok edebilmek, hegemonyaları altına
alabilmek için İslâm medeniyetine karşı verdikleri mücadelede
karşılarında hep bizi buldular. Yine biz kaldık sadece.
İslâm coğrafyasına karşı başlatılan kuşatma harekatı Osmanlı'yla üç
yüz yıl boyunca savaşmalarına ve Osmanlı'yı çökertmelerine kadar
vardı. Osmanlı'nın çökertilmesi, İslâm medeniyetinin fiilen yok
edilmesi anlamına geliyordu.
Türkiye kuşatıldı ve İslâm hayatın her alanından
uzaklaştırıldı
Osmanlı çökertilmişti ve yerine kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti
Osmanlı'nın iddialarına ve misyonuna sahiplenmediğini alenen tüm
dünyaya ilan etti. Buna rağmen Batılı hegemonik güçler Türkiye'ye
her zaman belli bir mesafeden ve paranoyak bir kuşkuyla bakmaktan
geri durmadılar.
Çünkü tarihin nasıl işlediğini, toplumsal ve kültürel değişimin
genel geçer yasalarını çok iyi bilen Batılı güçler, Türkiye
Cumhuriyeti, her ne kadar Osmanlı'nın iddialarına ve misyonuna
sahiplenmediğini ilan etmiş olsa da, fiilen böylesi bir şeyin pek
mümkün olamayacağının çok iyi farkındalar.
Bu yüzden Batılılar, biz “resmî” olarak “kendi”mizi ne kadar inkâr
ettiğimizi, yüzyılların mücadelesi, deneyimi ve birikimiyle oluşan
kültürel ve toplumsal dinamiklerimizi reddettiğimizi söylersek
söyleyelim, bizim bir gün Osmanlı'nın misyonuyla hareket
edeceğimizi düşünüyor ve bize sürgit kuşkuyla bakıyorlar.
Dolayısıyla Türkiye'nin tıpkı Osmanlı'da olduğu gibi bugün veya
yarın Müslümanlığın iktidar aygıtlarını tanımlayacak ve
belirleyecek bir konuma gelmesini önlemek için Türkiye'yi
kuşatıyorlar. Bir asırdır.
Türkiye'nin Batılı hegemonik güçlerin çıkarlarını koruyacak
“istikrar unsuru” (=kendi medeniyet iddiaların reddeden Batılıların
uydusu) bir ülke olarak kalması için yoğun çaba gösteriyorlar.
Tekrar ediyorum: Biz bu coğrafyaya müslümanlık adına ve müslümanlık
için yerleştik. Yine biz bu coğrafyayı emperyalist güçlere karşı
korumak için müslümanlık adına ve müslümanlığın bize bahşettiği
ruhla kan ve can verdik.
Ancak böylesine can alıcı tarihî gerçekler gün gibi ortadayken ve
bu toplumun, her şeye rağmen kendisini Müslüman olarak tanımlamayı
ve bu topraklarda Müslüman olarak varolmayı aslâ terkedemeyeceği
her geçen gün daha açık ve net bir şekilde ortaya çıkmasına rağmen
Müslümanlık uğruna dökülen kanlarla yaşamayı başardığımız bu
topraklarda hegemonik güçlerin çıkarlarını korumaktan başka bir şey
yapmayan bir avuç seküler Batıcı azınlık bu coğrafyada İslâm'ı,
HAYATIN her alanından (kurumlardan, askerî bürokrasiden,
kültür-sanat hayatından, en önemlisi de eğitim
kurumlarından)uzaklaştırdı.
İslâm, yegâne varlık nedenimiz ve sigortamız
Oysa İslâm, bu toplumun da, bölgemizin de -genelde- tek varlık
nedeni, birliğinin, dirliğinin, kardeşliğinin yegâne
sigortasıdır.
Bugün Türkiye hem içerden hem de dışardan tam bu nedenle
kuşatılıyor: Türkiye'nin medeniyet iddialarını üstlenmesi,
Batılıları ve içerideki seküler uzantıları Batıcıları
ürpertiyor.
Eğer Türkiye, medeniyet iddialarını benimseyen bir yörüngeye
girecek olursa, bu, bizim orta ve uzun vadede bölgenin tarihini
Batılıarın değil yeniden bizim yapacağımız, bazılılarınsa buradan
defolup gitmeleri anlamına geliyor.
Türkiye'nin hem bölge ülkelerine öncülük etmeye kalkışmasını
önlemek için dışardan, Türkiye'nin İslâmî bir medeniyet yürüyüşüne
soyunacak şekilde eğitim, kültür, siyaset, fikir ve sanat hayatını
silbaştan İslâmîleştirmesini önlemek için de içeriden kuşatıyorlar
bizi.
Türkiye hem medeniyet iddialarını sahiplenmeli hem de denge
stratejisi izlemeli
Bugün Türkiye'nin etrafının ateş çemberine çevrilmesinin de, içinin
terör belâsını maruz bırakılmasının da temel nedeni,Türkiye'nin
artık yeniden tarih yapacak, özne olacak bir medeniyet yürüyüşüne
soyunma iradesi göstermiş olmasıdır.
Türkiye'nin bölgeye çeki-düzen vermesine ve iç yapısının da İslâmî
bir yörüngeye oturtulmasına içeriden Batılıların gerçek anlamda
uydusu azgın azınlık Batıcılar tarafından büyük bir tepki verildi
bir asır boyunca. Bu tepki şu ân anlamsızlaştı.
Türkiye, medeniyet iddalarına sahiplenecek hem içeriyi hem de
bölgesini şekillendirecek bir yolculuğa çıkacak. Batılılar ve
içimizdeki Batıcı kelaynaklar ne kadar direnirlerse dirensinler,
bildiğimiz dünya çöktü ve yeni bir dünya kurulacak.
Bölgemizde yaşanan kaos, yeni bir dünyanın kurulmasıyla
sonuçlanacak.
İşte tam bu noktada, Türkiye zekice stratejiler geliştirerek
bölgenin tarihinin yapılmasında hem medeniyet iddialarını adım adım
hayata geçirecek bir yolculuğa çıkmalı hem de bu süreçte
Batılılardan ve içimizdeki laik Batıcılardan gelecek tepkileri
etkisiz hâle getirebilmek için Cuma günkü yazımda da dikkat
çektiğim gibi, strateji dehası Sultan Abdülhamid'in o zekice denge
stratejisine benzer bir stratejiyi uygulamaya koymalıdır