14 Kas 2010 18:08 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:48

''YİNE MEDYA PATRONU OLSAYDIM İHALE ALMAK İÇİN KÖŞE YAZARINDAN VAZGEÇMEZDİM!''

Her dönem muhalif tavrı ve açık sözlülüğüyle dikkat çeken bir dönemin medya patronu Nazlı Ilıcak medyayı, twitter'i ve iktidarın kadınlarını Akşam gazetesinden İpek Özbey'le konuştu.

Nazlı Ilıcak bir dönemin medya patronuydu. Her dönem muhalif tavrı ve açık sözlülüğüyle dikkat çekti. Ergenekon Davası’na destek verse de duruşma izleyip tutukluluğa itiraz etti. Oktay Ekşi’nin ardından yazdığı yazılarla dikkat çekti. Ilıcak ile medyayı, Twitter’ı, iktidarın kadınlarını konuştuk.

Nazlı Ilıcak hiç durmuyor. Sabah Gazetesi’ndeki odasında bekliyorum. Vaktinde geliyor, şimdi “Serhat Albayrak’ın doğum günü vardı” diyor. Röportaj yapıyoruz, kuaföre gidiyor. Oradan Fehmi Koru’nun meşhur fasıl gecesine katılacak. Ama fazla kalamaz orada, TV 8’de tartışma programına katılacak. Tabii ki bu arada Twitter’dan bir şeyler yazacak, birilerine cevap verecek, birileri ona… Yazısını çoktan yazmış zaten. Tiyatroda, sinemada, konserde, Nazlı Ilıcak her yerde… Ona anneanne demek için bin şahit lazım!
Yandaş medyanın adamı olmakla eleştirilen Nazlı Ilıcak bazen öyle çıkışlar yapıyor ki herkesi şaşırtıyor. Oktay Ekşi’nin arkasında duruyor, Silivri’de Ergenekon Duruşması izlemeye gidiyor. Hatta Mustafa Balbay geçtiğimiz günlerde onun için, “Nazlı Ilıcak bile bu davaya ılıcak bakmaya başladı” dedi.
Sabah Gazetesi yazarı Ilıcak ile gündemi, iktidarın kadınlarını, Silivri ziyaretini, Twitter’ı ve günlük hayatını konuştuk. Twitter üstadından bir de Devlet Bahçeli için öneriler aldık.
Devlet Bahçeli de Twitter’a girdi. Bir Twitter üstadı olarak ne tavsiye edersiniz?
Bahçeli’yi hemen izlemeye aldım. Böyle bir sosyal âlemde doğrudan mesajlaşmalarını çok olumlu buluyorum. Burada şuna dikkat edeceksiniz. Yayınladığınız mesajlar resmi bülten olmamalı. “Bugün bilmem nereye gidiyorum” olmaz. Ben zaten nereye gittiğini biliyorum, ne konuştuğunu da. Bahçeli’ye daha sıcak, sanki kişisel bir mesaj gönderiyormuş havasında olmasını tavsiye ederim. Daha duygulu olabilir, gittiği bir yerde bir şey beğenmiştir, bunu paylaşabilir. Güzel bir söz olabilir. Daha insani bir ilişki kurması lazım.
Şaşırdınız mı Bahçeli’yi Twitter’da gördüğünüz zaman?
Hayır şaşırmadım. Olabilir, şimdi böyle bir sitede herkes sizi takip ediyor, direkt ulaşıyor bütün gönderdiği mesajlar… Çok sık mesaj atmamalı. Twitter’ı açtığımda Bahçeli’yi takip ediyorsam, peş peşe on mesajını görmek istemem. 140 karakterle sınırlı kalmaya, bilemedin yetiştiremedi 2 tweet atmaya özen göstermeli. Tartışma ortamında attığın tweet’ler başka, ama kendini anlatmak için yolladığı tweet’lerde daha tasarruflu davranması lazım. Bir de daha sevimli, daha özelini açarmış gibi tweet’lerin gönderilmesini tavsiye ederim.
Bahçeli’ye bir katkısı olur mu Twitter’ın?
Sürekli kürsüde bağıran çağıran, sert de konuşan bir insan olarak görüyoruz Bahçeli’yi. Ama belli ki bu kişinin bir insani yönü var. Tweet’lerde bu yönünü görme imkanı verirse çok faydası olur. Ben şahsen temasa geçiyorum, ilişkiler kuruyorum. Bana diyorlar ki, eskiden sizi sevmezdik, görüşlerinize katılmazdık ama samimi bir haliniz var, artık seviyoruz…
Gelelim gündeme. Geçen hafta Hayrünnisa Gül’ün ilkokulda türbanla ilgili açıklamaları oldu. Siz nasıl okudunuz o konuşmaları?
Benim burada düşüncem daha ziyade Başbakan’ın düşüncesinden yana. Ama Hayrünnisa Gül de şunu söylemek istedi ve doğru söyledi. Müslümanlık’ta başörtüsü ve diğer mecburiyetler buluğ çağından sonra geçerlidir. Öncesinde namaz kılmak veya diğer farzlar da bir yükümlülük getirmiyor Müslüman’a. Onu söylemek istedi. Zaten ilkokul derken aklında da o beş yıl vardır. Çünkü ben onun çok titiz bir Müslüman olduğunu biliyorum. Ojeyi çıkartıp abdest almaya özen gösteren, vakit namazlarını kaçırmayan bir insanın buluğ çağına gelmiş kişinin örtünmesine cehalet diyeceğini hiç sanmıyorum.
“Başbakan’ın düşüncesinden yanayım” dediniz. O da Hayrünnisa Hanım’ın sözlerine temkinli yaklaştı zaten…
Lüzumsuz bir tartışma tabii. Kişisel fikri olarak söyleseydi tartışılmazdı. Üslupta hata yaptı, herkes yapabilir. Başbakan’ın insanları rencide etmemek bakımından temkinli davranması daha doğru. Bana sorarsanız bunu özgürlük meselesi olarak görüyorum. Anne-babalar özgürdür. Uluslararası hukuk normlarında dahi anne-babaların çocukları en iyi eğiteceği varsayılır. Bazı anne-baba çocuğu ateist olarak yetiştiriyor. Bu da zararlı. Koyu bir dindarlığı aşılamayı tehdit olarak görüyorsanız, ateizm de bunun karşıtı olarak tehlikelidir. Bugün bu konu yakıcıdır, yarın gereklilik haline gelebilir. Kürt meselesini ele alalım. Hepimizin zihniyetinde bir değişiklik ortaya çıkmadı mı? Ecevit ve 11’ler olayında Şerafettin Elçi bakan olmuştu. Bakanlık koridorlarında Kürtçe konuşuyor diye kıyamet kopardım. Şu anda mahkemede Kürtçe savunma yapsınlar diyecek noktaya geldim. Şimdi özgürlükler noktasında niçin bugünden yarını ipotek altına alayım?


TARTIŞA TARTIŞA BİR KIVAMA GELİNECEK


Peki, fikrinizi değiştiren ne oldu?
Çünkü Kürt meselesindeki baskıların hiçbir işe yaramadı. Tam tersi ülkeyi bölünmeye götürüyor.
Peki, bir dönem Kürtçe konuşuluyor diye koridorlarda tepki gösteren Nazlı Ilıcak, bugün aynı tepkiyi gösterenleri anlayabiliyor mu?
Anlıyorum tabii. Ama kendi karşı fikrimi söylüyorum. Herkes kendi düşüncelerini ifade edecek. Tartışa tartışa kamuoyu bir kıvama gelecek.
Ama bu arada tartışırken yaftalanıyor tartışmacılar. Kimi yandaşlık, vatan hainliğiyle, kimi de faşistlikle suçlanıyor. Bu tartışmalar ışığında gerçekten kamuoyunun bir kıvama geleceğini söylemek mümkün mü?
Bize ‘yandaş medya’ deniyor örneğin. Ben hayatımın büyük çoğunluğunda muhalefet oldum. 28 Şubat’ın muhalifiydim, Tansu Çiller’e, Turgut Özal’a da muhaliftim. Demirel’in yasaklarının kalkmasından yanaydım ki bunu da Özal’a karşı savundum. 12 Eylül’de 3 kez Tercüman Gazetesi kapatıldı, hapse girdim. Bütün bunları yapmış bir kişi olarak bugün bu iktidarın taraftarıyım. Ama bu iktidarı da eleştiriyorum. ‘Yandaş medya’ diye bir yafta yapıştırıldığında müktesebatımız bir kenara bırakılıyor. Gençler özellikle, yeni yetmeler bilmeden adımı 12 Eylül’cüye çıkarıyor. Ben 12 Eylül’de verdiğim mücadeleyle Basın Özgürlüğü ödülü aldım. Ama yok, iktidar yalakası, her dönemin adamı gibi yaftalanıyorum. Onlara acıyorum, çünkü gerçekler örtülüyor.
Bu yüzden mi Ergenekon duruşmasına gittiğinizde ya da Oktay Ekşi’yi savunduğunuzda şaşırıyorlar?
Evet, ne şaşırıyorsun? 12 Eylül döneminde DİSK’liler yargılanırken de gittim. Ben onların tutuksuz yargılanması gerektiğini yazdım. Üstelik askeri dönemde yazdım. O zaman bunları yazmak suçtu. Ben bundan dolayı savcılıklarda hesap verdim. Bugün gitmek bir şey değil ki.
Ergenekon Davası’na neden gittiniz?
Tutukluluk giderek infaz halini aldı. İlk başta tutuklanabilir. Ama tutukluluk 24 aydır sürüyor. Asker kişiler tutuksuz yargılanırken, onlara yardımcı olduğu ifade edilen sivillerin içeride kalmasına karşıyım. Ben Ergenekon Davası’na destek veriyor, haklı buluyorum. Elbette yargılanacaklar, ben de yazılarımdan dolayı yargılanıyorum. Ama tutukluluk vicdanları kanatmaya başladı.
Silivri’ye gittikten sonra “Her sanık bana derdini anlatma derdine düştü” diye yazdınız. Orada kendinizi onlar kadar aciz hissettiniz mi?
Onlar adına üzüldüm. Çünkü benim hiçbir gücüm yok. Benden medet ummaları beni üzdü. Savcı, hakim varken haklılıklarını bana anlatmaya çalışıyorlardı. Biz yüz yüze görüştürülmedik ama aralarda uzak mesafeden de olsa birbirimizle konuşabiliyorduk. Tuncay Özkan’ın yanına gittiler, “Beni de tanıştır, ben de derdimi söyleyeyim” diyenler vardı.

KUTUPLAŞMA, İLKELERİ UNUTMAMIZA YOL AÇIYOR

Oktay Ekşi istifa ettiğinde sert bir yazı yazdınız. Bu istifayı Hürriyet’in ilkelerine bağlamaya karşı çıktınız. Var mı Türkiye’de ilkeli yayın yapan gazete?
İlke diye bir şey yok. Kutuplaşma, ilkeleri unutmamıza yol açıyor. Herkes kendini bir kampın adamı gibi görüyor. Zaten farklı bir şey söyleseniz, “Diğer kampa mı geçtin?” diye soruyorlar. Ama Hürriyet, Oktay Ekşi’yle yollarını ilkeli olduğu için ayırmadı. Bu Hürriyet’in “İktidarın verdiği gözdağına karşın biz Oktay’ın arkasında yokuz” demesidir. Erdoğan da dedi ki, “Ben mücadele etmeyeceğim, savaşacağım.” Bu çok daha yersiz bir laftı. Bir iktidar sahibinin bu lafı sarf etmesi bir gerçeğe tekabül ediyor. Herkes “Aydın Doğan’ın üzerinde bir baskı var” diyor zaten. Siz bu sözle doğrulamış oluyorsunuz.
Siz bir medya patronuydunuz. Bugün medya patronu olsaydınız, köşe yazarlarının harcanmasına rıza gösterir miydiniz?
Ben şimdi yapmam derim ama bekara karı boşamak kolaydır. O kadar mesuliyet taşıyan insanlar, diyelim ki Aydın Doğan, askeri yönetime karşı direndi. Ama maddi bir sarsıntı geçirirken ayakta kalabilmek için bu fedakarlığı yapmak zorunda hissedebilir kendisini. Ama şunu yapmazdım. Daha fazla para kazanmak, ihale almak için köşe yazarından vazgeçmezdim.

SEVİLEYİM İSTERİM, ANTİPATİK OLMAK İSTEMEM

Eskiden daha kavgacıydınız, şimdi daha sakinsiniz?
Genç kızlığımda Güneri Cıvaoğlu’nun eşi Canan ile birlikte Lozan’da okuyorduk. Türkiye’nin karışık günleri. Canan bana, “Ne münakaşa ediyorsun, ne sen onu, ne o seni değiştirebilir. Bir de antipatik oluyorsun tartışınca” dedi. Ben sevileyim isterim. Antipatik olmak istemem. O gün bugün özel hayatımda bu anlamda siyasi tartışmaya girmedim. Ancak sorarlarsa söylerim, fikrimi açıklamam.
Televizyondaki tartışmayı özel hayatınıza taşımıyorsunuz yani öyle mi?
Hayır taşımıyorum. Televizyonda meslek icabı tartışıyoruz. Düşüncemi söylerim ama münakaşaya götürmem özel hayatımda. Tartışma programlarında da daha saygılı davranmaya, kendimi kontrol etmeye çalışıyorum. Karşıdan bir saldırı gelmezse ben birden saldırmak istemiyorum.
Yine siyasete girmek ister misiniz?
İstemem, bu benim meslek hayatımda gerileme olur.


DUAYENLERE DİKKATLİ DAVRANMAK GEREKİYOR

Günde ne kadar Twitter’a bakıyorsunuz?
Ya iPad ya iPhone’dan gündüz bakıyorum. Bana yazanlara cevap veriyorum. Akşam gittiğimde evde de bakıyorum. Tartışmaları yakından izliyorum. Şu dizi iyi diyorlar, oraya dönüyorum mesela.


Çok dizi izler misiniz?
Evet izliyorum. ‘Öyle Bir Geçer Zaman ki’ ve ‘Ezel’i kaçırmam. ‘Ezel’i kaçırdığım zaman da bilgisayarımdan da izliyorum. ‘Çocuklar Duymasın’, ‘Fatmagül’ün Suçu Ne’yi de beğeniyorum.
Güneri Cıvaoğlu’nun katıldığı dans yarışması ‘Yok Böyle Dans’ı izliyor musunuz?
Onu kaçırdım. Güneri’yi parça parça gördüm. O da, eşi de benim can arkadaşlarım.
Köşeler ciddi yerlerdi ama biraz kırılmaya başladı sanki. Siz Twitter’dasınız, Güneri Bey dans yarışmasında, Haluk Şahin yurttaş yorumculuğu başlattı. Neler oluyor?
Kırılıyor evet. Ben Twitter’ın ne olduğunu bilmiyordum. Ahmet Hakan sütununda yazmıştı. Ahmet’e sordum, o gösterdi. Benim hayatımı merak yönlendirir, meraklandım ve çözdüm. Torunuma oyun indiriyorum. Onları önce kendim öğreniyorum. Sonra “Sana yeni oyun aldım” deyip yanına gidiyorum. Beraber oynuyoruz. 6 yaşında “Anneanne bana iPad’ini yolla” diye arıyor.
“Anneanne” dediniz ya, insan sizin karşınızda otururken, “Hani nerede anneanne” diyesi geliyor. Nasıl koruyorsunuz formunuzu?
Aaaa bu çok iyi bakın. Sevindim. İnsan süre kısaldıkça daha hızlı yaşıyor sanırım.
Yorulmuyor musunuz, siz hiç depresyona girmiyor musunuz?
İnsan gençken daha depresif oluyor, yaşlandıkça daha iyi şeyleri görmeye başlıyorsunuz. Bir depresyona girsek çıkamayacağız çünkü.
Botoks yaptırıyor musunuz?
Botoks yaptırıyorum, cilt kremleri de kullanıyorum. özen gösteriyorum.
Alışveriş yapmayı sever misiniz?
Türkiye’de yapacak zaman bulamıyorum. Paris’e falan gittiğimde yaparım. Eve eşya almayı severim.
Ahmet Hakan kitabınızı yazıyordu, ne oldu?
Ne olacak, tembel, oralı olmadı! O da çok yoğun, anlayabiliyorum aslında. Çok kişi yazmak istiyor, ama ben onun yazmasını isterim.
Çok mu başarılı buluyorsunuz ?
Bence çok başarılı ama eleştirdiğim taraflar oluyor. Mehmet Barlas’la polemiğe girmesini yakıştırmıyorum mesela. Bu meslekte duayenlere dikkatli davranmak lazım. Oktay Ekşi, Hasan Cemal, Mehmet Barlas’lar kolay yetişmiyor.

HAYRÜNNİSA HANIM İLE EMİNE HANIM ARASINDA KISKANÇLIK YOK


29 Ekim günü Twitter’a ‘Hepimiz Hayrünnisa Gül’üz’ yazdınız. Sonra nazire yaptığınızı açıkladınız. Ama hiç böyle düşündüğünüz oluyor mu sahiden?
Hiç olmuyor. Ben o yüzden Ayşe Böhürler’e kızdım. Şu anda Hayrünnisa Gül’ün mağdur olduğunu düşünmüyorum. Çankaya’da oturan, kocasının yanında bütün dünyayı gezen, ağzından çıkan en basit söz manşet olan bir insanın mağdur olduğunu düşünemem. Tamamen Cüneyt Özdemir’in Twitter’daki ‘Hepimiz Emine Erdoğan’ız’ sözü üzerine latife yaptım. Beni üzen nokta bir latifenin bile ciddiyetle üzerinize yapışması.
Hayrünnisa Gül’den konu açılmışken, şunu sormak istiyorum. Ne Hayrünnisa Gül, ne de Emine Erdoğan röportaj veriyorlar. Oysa dünyaya bakın, Carla Bruni dergilere kapak olabiliyor örneğin. Ama biz ne Gül, ne Erdoğan’ı yakından tanıyoruz. Siz tanıyorsunuz. Bilmediğimiz bir şey söyler misiniz bize?
Ben şahsen röportaj vermeleri gerektiğine inanıyorum. Ama konuşmaları büyük tartışmalar yaratabiliyor. Artı bir baş ağrısı yaratmasınlar diye konuşmuyorlar. Ama en azından güvendikleri gazetecilere biraz da denetlemek kaydıyla röportaj verebilirler.
İşte konuşmayınca da böyle şehir efsaneleri üzerinden tanıyoruz onları… Gerçekten araları bozuk mu, birbirlerini kıskanıyorlar mı?
Bence birbirlerini kıskanmaları bahis konusu bile değil. Şu anda ikisi de ayrı ayrı değerli konumda. Emine Hanım, en fazla şunu düşünmüş olabilir. Niçin 2007’de Cumhurbaşkanlığına aday oldu, olmaması gerekirdi. Çünkü Tayyip Erdoğan da böyle düşünmüştü.
29 Ekim’de Bülent Arınç, CHP liderini, jet sosyetenin merkezi Bağdat Caddesi’nde Cumhuriyet’i kutlamakla eleştirdi. Bu sizce ‘herkesi kucaklayacağız’ diyen zihniyete ters değil miydi?
Fena bir laf değil. Lafın kendisine söyleyecek sözüm yok.CHP bunu yapmamalı. Nasıl öbürü Bağdat Caddesi’ni kucaklamalıysa, CHP’nin de Bağcılar’ı kucaklaması gerekiyor. Yanlış bir tercih orada kutlamak. Bağdat Caddesi senin zaten, senin gibi düşünüyor. Ama tabii siyasetçinin dikkatli konuşması, ortamı germemesi gerekiyor.

İpek Özbey / Akşam