15 Eki 2019 15:34 Son Güncelleme: 15 Eki 2019 16:45

Yılmaz Özdil'den Akıncı'ya nankörlük madalyası: Ömrü boyunca vicdan azabı...

Sözcü Yazarı Yılmaz Özdil, KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı'nın Barış Pınar Harekatı'na yönelik yaptığı açıklamaları sert şekilde eleştiren bir yazı kaleme aldı.

Kuzey Kıbrıs Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada, Türkiye'nin Suriye'ye yönelik yaptığı operasyona açık bir destek belirtmediği gibi, Kıbrıslı Türklere yönelik katliamlara son veren 1974 Barış Harekatı'nın da bir savaş olduğunu söylemişti.

Başbakan Ersin Tatar'ın da eleştirdiği bu açıklama sonrası Sözcü Yazarı Yılmaz Özdil'den de oldukça sert bir yazı geldi.

Akıncı'ya yönelik tarihi hatırlatmaların olduğu yazının tamamı şu şekilde:

Lefkoşa.
Kumsal mahallesi.
Dereboyu caddesi.
Numara 2.
Tek katlı, bahçeli ev.
Saat 22 sularıydı, hava ayazdı.
Noel arefesiydi.

Uzaktan duyulan, boğuk, tok vuruşlar yırttı aniden gecenin karanlığını, trok trok trok, kalleş basıyordu.

Mürüvvet hanım telaşla lambaları söndürdü.
Henüz 10 aylık bebe olan Hakan, kucağında uyuyordu.
Koştu çocukların odasına, öbür koluna dört yaşındaki Kutsi'yi aldı.
“Kalk Murat” diye seslendi bir yandan, gözlerini ovuştura ovuştura kalktı Murat, kardeşlerin en büyüğüydü, sadece altı yaşındaydı, anasının geceliğinin ucundan tuttu, odadan çıktılar.
Panjurlardan sızan sokak lambasının cılız ışığı, evin salonunu adeta hüzün abajuru gibi aydınlatıyordu.

Hayalet misali, parmaklarının ucuna basa basa banyoya süzüldüler, dördü birden küvete girdiler, koyun koyuna sarıldılar.
Duyulmasın diye neredeyse nefes bile almıyorlardı.
Annelerini hiç böyle görmemişlerdi, gözlerinden korku okunuyordu, çocuklar neler olduğunu kavrayamıyorlardı ama, çıt çıkarmıyorlardı.
Korkunç bekleyiş başladı.
Bir dakika.
İki dakika.
Üç dakika.
Saniyeler, asırlar gibi uzuyordu.
Ve, önce şangırtı duydular.
Pencere kırılmıştı.
Sonra ayak sesleri duydular.
Salondaydılar.
Vahşi haykırışları geliyordu.
Çocukların minicik yüreği delicesine çarparken, banyo kapısı şiddetli bir tekmeyle ardına kadar açıldı.
Eokacı üç Rum'du.
İçeri daldılar, peşpeşe tetiğe bastılar.
Acımasızca taradılar.

33 el.

(Bu “kanlı noel” gecesi, merhum gazeteci Ömer Sami Coşar tarafından tek kareyle ölümsüzleştirildi. Hafızalarımıza mıh gibi çakılan, asla unutmadığımız ve unutturmamak için gayret sarfettiğimiz bu fotoğraf… Kanlı noelde yaralanan, kasıklarından boğazına kadar alçıya alınan bir mücahidin sargı bezlerinin arasına saklandı, Türkiye'ye öyle ulaştırıldı. Bu tek kare fotoğraf, Kıbrıs'ta yaşanan insanlık suçlarını görmezden gelen Batı dünyasının suratına tokat gibi çarptı, Barış Harekatı'na giden sürecin miladı oldu.)

(Ethniki Organosis Kyprion Agoniston, yani, Kıbrıslıların Milli Mücadele Örgütü adını taşıyan EOKA, albay Georgios Grivas tarafından kurulmuştu. Kıbrıs'ta dünyaya gelen, Atina Askeri Akademisi'nden mezun olan Grivas, 1919 yılında Yunan işgali sırasında İzmir'e çıkanlar arasındaydı. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Kıbrıs'a döndü, adayı Yunanistan'a bağlamak için “Enosis” adı verilen saplantılı projesiyle terör estirmeye başladı, ömrü boyunca Türk katliamları yaptı. Kalpten öldü. Albay rütbesinden emekli olmasına rağmen, Yunan hükümeti tarafından korgeneral yapıldı!)

(Grivas'ın yerine Nikos Sampson geçti, EOKA örgütü EOKA-B olarak anılmaya başlandı. Fanatik derecede Türk düşmanı olan, köy baskınlarına bizzat giderek “kendi elleriyle Türk öldürmekten zevk aldığını” söyleyen, Makarios taraftarı Rumları bile katleden Sampson, aslında gazeteciydi, “muharebe” anlamına gelen Mahi gazetesinin sahibi ve başyazarıydı, Yunanistan'daki albaylar cuntasının desteğiyle 15 Temmuz 1974'te Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios'a karşı darbe yaparak, Kıbrıs'ta “Yunan Cumhuriyeti” ilan etti, kendini de cumhurbaşkanı ilan etti. Türk askeri Kıbrıs'a çıktığında, tırıs tırıs Yunanistan'a kaçtı, güya yargılandı, güya 18 yıla mahkum edildi ama, hapis mapis yatmadı, hepsi göstermelikti, hastalığı bahane edilerek, tedavi için Fransa'ya gönderildi, 1993 yılında elini kolunu sallaya sallaya Kıbrıs'a döndü, gazetesinin başına geçti, 2001'de öldü, çok kalabalık bir törenle gömüldü, gazetesi hâlâ yayımlanıyor, en az kendisi kadar Türk düşmanı olan oğlu Sotiris Sampson, Rum parlamentosuna milletvekili seçildi.)

Mürüvvet hanımı alnından vurmuşlardı.
Ayrıca vücudunun yedi yerinden daha.
Murat'tan üç kurşun çıktı.
Kutsi'den iki.

Evin direği, baba, Türk Silahlı Kuvvetleri'nde tabip binbaşıydı.
O sırada evde değildi.
Çünkü, son üç günde 103 Türk köyü basılmıştı, yakılmıştı.
Ağır yaralılar vardı.
Bu yüzden Gönyeli'ye gitmişti.
Kıbrıs Türklerini hayata bağlamaya çalışıyordu.

Bir babanın başına gelebilecek en büyük felaketi yaşayan bu tabip binbaşı, evlatlarının cenazelerini kendi elleriyle yıkadı.
Minik bedenlerini santim santim yokladı.
Hakan'da kurşun izi bulamadı.
10 aylık bebecik… Vücudunu yavrularına siper etmeye çalışan annesinin altında kalmış, nefessizlikten boğularak can vermişti!

Sonra?
Rum taburu kurdular oraya.
Nizamiyesine “cesursan, gel al” yazdılar.
Sonrası malum.

Şimdi müze var orada.
Barbarlık Müzesi.

Unutulmasın diye.
“İnsan” olan unutmasın diye.

E, bakıyoruz asla unutmaması gerekenlere…
Milli kahramanımız Rauf Denktaş'ın koltuğunda oturan KKTC cumhurbaşkanı, “1974'te biz adına Barış Harekatı desek de, bu bir savaştı ve akan da kandı, şimdi Barış Pınarı desek de, akan su değil, kandır” diyor, Pkk'yla diyalog kurmamız gerektiğini falan söylüyor.

Dolayısıyla, ruhumuza kazılı olan bu fotoğrafı, nankörlük madalyası olarak KKTC cumhurbaşkanı'na armağan ediyorum.
Çerçeveletip makam odasına asmayacağından eminim ama, ömrü boyunca vicdan azabı olarak zihninde asılı kalmasını temenni ediyorum!