02 Mar 2011 08:22 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:05

YILMAZ ÖZDİL ERBAKAN'IN CENAZESİNDE GÖZDEN KAÇAN AYRINTIYI YAZDI!

Canlı yayında seyrediyorum, musallanın başında siyasiler, askerler, tarikatçılar, işadamları, gazeteciler itiş kakış.

Fatih Camii

Fatih Camii’nin avlusunda mahşeri kalabalık var.

Canlı yayında seyrediyorum, musallanın başında siyasiler, askerler, tarikatçılar, işadamları, gazeteciler itiş kakış.

Ve, orada cansız bedeniyle uzanmış... Oradakileri seyreden “devlet adamı”nı düşünüyorum...

Büyük entelektüeldi. Arapça ve Farsça’nın yanı sıra, o tarafı pek bilinmez, İtalyanca ve Rumca bilirdi. Felsefeye meraklıydı. Milattan önceye ait Yunanca elyazmaları okurdu. Filozofları etrafına toplar, Peripatosçuların, Stoacıların ilkelerini, Platon’u, Aristoteles’i tartışırdı. Coğrafyaya düşkündü. Batlamyus olarak tanınan Claudios Ptolemaios’un Geographia’sını incelerdi. Geographia’da bölük pörçük yer alan haritaları bütün haline getirtip yayınlattı. Akdeniz, Ege ve Adriyatik’in girintilerini çıkıntılarını, derinliklerini adalarını, adeta avucunun içi gibi bilirdi. Astronomiyle ilgiliydi. Özellikle, Almagest’in Latince çevirisine... Efsane astronom Ali Kuşçu’nun taa 1438’de hazırladığı yıldız kataloglarını, matematik teorilerini yutardı. Bizans’a ait kitapların koleksiyonunu yapardı. Ayasofya’ya dair neredeyse yazılmış tüm orijinal eserleri biriktirmişti. İstanbul’un Konstantinopolis dönemine ait en eski şehir haritası, ondaydı. Büyük İskender’in biyografisi Anabasis’in kopyası kütüphanesindeydi. Ve, Homeros’un İlyada’sı... Hatta, İlyada’dan o kadar etkilendi ki, kalkıp Truva’ya gitti. Kalıntıları gezdi. Akhileus’un ve Hektor’un mezarları hakkında bilgi aldı. Kahramanlıklarını saygıyla andı. Truva’nın konumunu, denizle-karayla ilişkisinin stratejik yararını inceledi. İstanbul’un fethini Truva’nın rövanşı olarak görürdü. Tıpkı, Mustafa Kemal gibi... Atatürk de, 9 Eylül’de “Hektor’un öcünü aldık” demişti. Neyse... Hobileri vardı. Denizi çok severdi. Balıkçılık üzerine yazılmış belki de en eski kitap, Halieutika’yı okurdu. Hipokrat’ı, lir sanatını, hayvanların özelliklerini, değerli taşlar üzerine derlemeleri elinden düşürmezdi. Kültür adamıydı. Sanatçı hamisiydi. Edebiyatçılara kol kanat gererdi, ödüllendirirdi. Şairdi. Takma isimle şiirler yazardı. Mimariyi önemserdi. Evlerini Alla Turchesca, İran, Karaman, Alla Greca tarzında inşa ettirmişti. Din, millet ayırmazdı. Galata’daki San Pietro kilisesine gidip, ayin bile izlerdi. Yahudi, Rum fark etmez, ustalıklarıyla dostluk kurardı. İtalyan ekolünü beğenirdi. Portresini de İtalyan ressama yaptırdı zaten... Hatta biz sahip çıkmadığımız için, en ünlü portresi şu anda, Londra’da Victoria Albert Müzesi’nde sergileniyor. Aslında, National Gallery’de olduğunu yazarlar ama, değil... Üzerinde resmi bulunan madalyonlarla beraber sergilensin diye, Victoria Albert’e getirildi.

Evet, Fatih o...
Fatih Sultan Mehmet.
Fatih Camii’nde yatıyor.

Binbir dolap çeviren, insanları senden-benden diye ayıran politikacıları, tarih-kültür cahillerini, bilim-sanat düşmanlarını, cukkacıları, peşkeşçileri, bi yandan höt-zöt yapıp, beri yandan saf tutan askerleri, toplumunu din-iman’la dolandıran bezirganları, yüz kere ders almayıp bezirganlara kananları, ikiyüzlülüğü, yalaka gazetecileri görünce... Devlet denilen kavram en üst düzeyde oradayken, bi tane bile Türk bayrağı görmeyince, ne düşünmüştür acaba?

Yılmaz Özdil / www.hurriyet.com.tr