Yılmaz Özdil 33 yıl önce başından geçen olayı yazdı: Namuslu gazeteci namuslu hakimler!
Sözcü yazarı Yılmaz Özdil, 33 yıl önce ilk kez hakim karşısına çıktığını ve neler yaşadığını köşesine taşıdı.
Sözcü yazarı Yılmaz Özdil, Sözcü davasında Gökmen Ulu'ya tahliye kararları veren hakimlere övgüler yağdırırken, 33 yıl önce başından geçen bir olayı yazdı.
Yılmaz Özdil, hukuka her zaman güvendiğini belirterek bakın neler anlattı:
Namuslu gazeteci namuslu hakimler
Henüz üniversite öğrencisiyim.
Gazetecilik okuyorum.
Sokakta tatsız bi hadiseye karıştık, karşımızdaki polisti, o bize, biz onlara… Kelepçelediler. Geceyi karakolda geçirdim. Sabah olunca adliyeye götürecekler.
Dedim ki:
“Avukatımla görüşmek istiyorum.”
Komiser dedi ki:
“Burası Amerika mı lan!”
Çünkü (o zamanlar öyleydi) suçüstü yakalandığım için suçüstü mahkemesine çıkacaktım, suçüstü mahkemesinde de avukat mavukat olmazdı iyi mi…
Bindirdiler polis otomobiline, Konak'ta devlet hastanesinin önünde indirdiler, ellerim önden kelepçeli, mevsim yaz, tişörtlüyüm, kelepçelerin üstüne kazak filan atarak kamufle edemiyorum, emniyete kadar o vaziyette yürüttüler, akıllarınca ibreti alem yaptılar yani… Neyse, parmak izi filan, mahkemeye çıkardılar. Ayakta duruyorum, bacaklarım titriyor. Atın içeri dese, en az iki üç ay içerdeyiz.
Salona geldi hakim…
Şöyle ters ters baktı bana, sonra önündeki dosyaya baktı, “sen misin bu eşek herif” dedi.
Ne diyeyim, en şirin ses tonumla “benim efendim” dedim.
“Polise vurmuşsun” dedi.
“Vurdum ama, ben haklıyım” dedim.
“Evladım, burası hukuk devleti, başına böyle bir iş geldiğinde karakola gideceksin, o işin hesabını bizler, savcılar hakimler soracağız, öyle değil mi?” dedi. “Haklısınız efendim” dedim.
“O halde tekrar soruyorum, polise vurdun mu?” dedi.
“Vurdum ama” dememe kalmadı, “dur” manasında elini kaldırdı.
“Oğğğlum, böyle bir şey olduğunda polise gideceksin, o işin hesabını bizler, hakimler savcılar soracağız, anladın mı?” dedi.
Nihayet anlamıştım!
“Şimdi tekrar soruyorum, polise vurdun mu?” dedi.
“Vurmadım efendim” dedim.
Derhal seslendi daktilonun başındaki memureye, “yaz kızım…”
*
Serbest bırakıldım.
*
Bir kaç sene sonra, gazeteciler cemiyetinden Hasan Tahsin Ödülü kazandım. İlk ödülümdü. O hakime gittim, “efendim ben geldim” dedim. Gene ters ters baktı, “sen o eşek herifsin değil mi?” dedi. “Benim efendim, ödülümü getirdim” dedim. “Artık yazarak mı dövüyorsun” dedi. “Sayenizde” dedim. “Otur” dedi, çay söyledi.
33 sene geçti…
Ne o çayın tadını unuttum, ne de kulağıma küpe nasihatlarını.
*
O babacan hakim olmasaydı, hayatım kaymıştı.
12 Eylül'ün hemen üstüydü, sıradan bi gençlik öfkesi yüzünden sabıkalı olacağız, okuldan atılacağız, gazetecilik falan yapamayacağız, kimbilir nereye savrulacağız… Biraz hoşgörü, biraz empati, “hukuk” denilen kavramın kanunlardan ibaret olmadığını, cezalardan ibaret olmadığını düşünen bir hakim, hayatımı kurtarmıştı.
*
Nasıl başlarsan öyle gider derler ya… Gazeteciliğe bir hakim sayesinde başlayabilmiştim, 33 senedir onun gibi hakimler, onun gibi savcılar sayesinde devam edebiliyorum.
*
Sırf o rahmetli hakim sayesinde adalete olan inancımı asla yitirmedim… 15 senedir hukuku mahvetme gayretlerine rağmen, yargıyı yandaşlaştırma gayretlerine rağmen, talimatlı hukuk facialarına rağmen, çektiğimiz acılara rağmen, namuslu savcılara namuslu hakimlere olan inancımı yitirmedim.
*
Ve dün… Yukarıda anlattığım hakim gibi, namuslu bir mahkeme heyeti sayesinde, namuslu üç hakim sayesinde, namuslu gazeteci Gökmen tahliye edildi.
*
Sözcü'ye yönelik iftiraları elinin tersiyle iten namuslu hakimler sayesinde bir kez daha tescil edildi ki…
Gazetecilik suç değildir!