Yıldıray Oğur sahne sahne yazdı! Medyaya operasyon neden yapıldı?
Türkiye gazetesi yazarı Yıldıray Oğur,, Zaman gazetesi ve Samanyolu TV yöneticilerinin neden dün düzenlenen operasyon ile gözaltına alındığını anlattı.
Türkiye gazetesi yazarı Yıldıray Oğur, Paralel devletin çekilmiş en
net fotoğrafı... başlıklı yazısında, Zaman gazetesi ve Samanyolu TV
yöneticilerinin neden dün düzenlenen operasyon ile gözaltına
alındığını anlattı.
Samanyolu'nda yayımlanan dizilerin Cemaatin mesajlarından nasıl
örnekler verdiğini anlatan Oğur, eski gazetesi Taraf'a çakmayı da
ihmal etmedi: "En komiği bu medya-polis iş birliğinin nadide
örneklerini sergilediğimiz eski gazetem Taraf'ın eski yöneticisinin
kurduğu medya etiği platformunun "polis devletine" hayır diye
bildiri yayınlamasıydı." diyen Oğur, "Medya gazetecilik değil,
savcılık makamı gibi çalışıyor." diyerek Taşhiyeciler grubunun
faaliyetlerinin medyaya nasıl yansıdığını ve onlara yönelik
operasyonun nasıl yönlendirildiğini yazdı.
İşte o yazıdan uzun fakat çarpıcı bölümler:
Ekip-1 Nizama Adanmış Ruhlar STV'nin pro-polis, Türkiye gündemini
birebir takip edip mesajlar veren dizilerinden biri. Dizinin
senaryosunu kanalın benzer dizilerinin senaristi Nakkaş yazıyor. Bu
dizilere bir muvazzaf polisin de senarist olarak destek verdiğiyle
ilgili haberler çıkmıştı. 2011'de o dizilerden biri olan Kollama'da
Zekeriya Öz'ün görevden alınacağı önceden bilinince küçük çaplı bir
gürültü de kopmuş, tesadüf işte denip geçilmişti.
Nizama Adanmış Ruhlar dizisinin 2014 yılı Mart ayında yayınlanan
63. bölümünde başka tuhaf bir şey oldu. Suriyelilerin kaldığı
kampları ziyaret eden bir Türk generalin öldürülmesini araştıran
Ekip bir sahnede bilgisayar başında oturmuş, İnterpol kayıtlarında
fotoğrafları taramaktadır. Kamera bilgisayar ekranından geçen
fotoğrafları göstermektedir. Bir kısmı çok hızlı geçer, seri katil
tipli bir fotoğrafın hemen ardından ekrandan takım elbiseli
kravatlı bir adamın fotosu geçer sonra diğer fotoğraflar ve sonra o
takım elbiseli adamın fotoğrafında bilgisayar durur, ekranda net bi
şekilde fotoğraf gösterilir ve ardından hiçbir şey olmamış gibi
başka bir sahneye geçilir...
İşin tuhafı ekranda fotoğrafı Interpol'ün aranan suçlular
taramasında çıkarılan kişi gerçek bir kişidir. Rize Ticaret ve
Sanayi Odası Başkanı Şaban Aziz Karamehmetoğlu.
Peki nasıl olmuştur onun internette ticaret odası sayfasındaki
fotoğrafı STV'nin bir dizisinin içine suçlu olarak girmiştir?
Ticaret Odası Başkanı'nın yakın zamanlarda dershane tartışmalarında
Rize'deki cemaat derneklerinin yayınladığı bir bildiriye imzası
habersiz eklenince, bunu tekzip eden bir açıklama yapmaktan başka
cemaatle bir sürtüşmesi olmamış.
Dizinin bu bölümünden haberdar olduktan sonra zorlukla ulaştığım
STV'deki yapımcılar ise biraz da öfkeyle bunun bir yanlışlık
olduğunu söyleyip, ticaret odası başkanından özür dileyerek dizinin
içindeki o beş saniyelik görüntüyü çıkarmışlardı.
Diziler üzerinden cemaatin mesajlarının verildiğinin pek çok
örneğini gördük. Gazetecilerin adları verildi, hükümete uyarılar
yapıldı. Tek Türkiye dizisinin içine eklenen Karanlık Kurul'daki
mesajların bizzat Fethullah Gülen tarafından kontrol edildiğiyle
ilgili telefon kayıtları duyduk.
Polislerin ve savcıların kotarıp ilk nüvelerini gazetecilere
sızdırdıkları ya da önce malzemeleri gazetecilere sızdırılıp sonra
soruşturmaya dönen pek çok dava gördük.
(En komiği bu medya-polis iş birliğinin nadide örneklerini
sergilediğimiz eski gazetem Taraf'ın eski yöneticisinin kurduğu
medya etiği platformunun "polis devletine" hayır diye bildiri
yayınlamasıydı.)
Ama bunu ilk kez görüyoruz.
Dünkü paralel devlet operasyonundan bahsediyorum. Soruşturma
hakkında gün boyu basına baskı, gazetecilere gözaltı, paralel
devlete soruşturma lafları arasında kaçırılan dünya kriminoloji
tarihine girecek bir davanın ortaya çıkış hikayesinden...
(...)
1993 yılında Yeni Asya çevresi içinden kopan grup 1 Haziran 2004
Tahşiye ve Rahle yayınevlerini kuruyor.
Tahşiye örgütü adı da buradan geliyor, yoksa kendilerine
'Taşhiyeciler' demiyor, bir örgüt olduklarını da kabul
etmiyorlar.
Grubun Risale-i Nurlar üzerinden oklarını doğrulttuğu grupların
başında Gülen Cemaati geliyor. Yayınladıkları kitaplarla cemaatin
kurumlar için zekat toplamasına, dinlerarası diyalog çalışmalarına,
fıkhi meselelerdeki tavırlarını sert reddiyeler getiriyorlar. Grup,
Gülen Cemaati'ni mehdilik-mesihlik iddiaları hakkında da
eleştiriyor.
Ta ki 6 Nisan 2009 gününe kadar.
29 Mart 2009 seçimlerinden kısa bir süre sonra. O gün Fethullah
Gülen'in Pensilvanya'daki haftalık sohbetinin kaydı Herkül.org
sitesine düşüyor.
Gülen kendilerine kurulacak tuzaklar hakkında konuşurken bir yerde
şöyle diyor:
"Mesela Hizbulvahşet diye bir şey çıkarırsınız. Hizbulvahşetten
sonra El Kaide'yi de icat ettiler. Yarın daha başka şeyler de icat
edebilirler. Mesela Tahşiye diye bir şey icat edebilirler.
Hafizanallah iyi organize edebilirlerse bunları belki hakiki
Müslümanlarla, kitap okuyan Müslümanların içine sokmaya
çalışabilirler. Onları güçlendirmek için ellerine silah da
verebilirler. Kitapların arkasındaki zatın posterlerini evlerine
asabilirler... Biz nurları Haşiye yapıyoruz derler. Adlarına da
Tahşiyeciler derler. Sonra Kalaşnikoflar verirler ellerine..."
Gülen'in sanki yokmuş gibi bahsettiği grup aslında uzun yıllardır
var, beş yıldır Tahşiye diye bir yayınevi var ama onlardan ilk kez
Tahşiyeciler diye bahseden Gülen oluyor.
Bu "mesela"lı tuhaf konuşmanın ardından tuhaflıklar zinciri
başlıyor.
Önce Zaman gazetesi Gülen'in konuşmasından "Terör örgütü üretenler
yeni tezgah peşinde" manşetli geniş bir haber yapıyor.
"Fethullah Gülen, kendi çıkarları için terör örgütü üreten
odakların yeni bir tezgah kurabileceği uyarısında bulundu."
Tahşiye Örgütü üzerinden tezgah iddiası iki gün sonra STV'de
yayınlanan Tek Türkiye dizisinde karanlık planlar yapan karanlık
kurulunun gündemine giriyor.
10 Nisan günü bu kez Zaman yazarı Hüseyin Gülerce Tahşiye
meselesini kaleme alacaktır. Başlık: "Gülen neden uyardı?"
5 gün sonra gazetenin Aile sayfasında dini yazılar yazan yazarı
Ahmed Şahin'in de aynı meseleyi kaleme alması daha da ilginç.
Tahşiye örgütü üzerinden kumpas, ertesi hafta da Tek Türkiye
dizisinin gündemi olmaya devam eder.
Dizideki kötü adamların toplaştığı "Karanlık Kurul"da şöyle
konuşmalar geçmektedir:
- Bir de irtica için hazırladığımız ama kullanamadan deşifre olan
grup, Tahşiye mi Tahşidat mıydı neydi, onlar deşifre olmuştur. Bu
işin arkasını bırakmayalım, isim değişikliği yapalım, yola devam
edelim mutlaka. Silahlar hep bizden mi çıkacak, biraz da bunlardan
çıksın
-Bu dinci örgütün yeni ismi ne olsun efendim?
-Rahle-mahle bir şey deyin işte. Dini sembol olan bir şey
olabilir."
Rahle adı da tesadüf değildir. Mehmet Doğan grubunun diğer
yayınevinin adıdır Rahle.
Dizideki bu diyalogları 26 Nisan 2009'da Bugün yazarı Nuh Gönültaş
noktasına virgülüne dokunmadan köşesine taşır. Başlık "Tahşiyeciler
deşifre oldu, yeni bir isim bulmalıyız."
İlginçtir, iki ay sonra 12 Haziran 2009'da Taraf gazetesi 'İrticayı
Eylem Planı'nı, "AKP'yi ve Gülen'i Bitirme Planı" başlığıyla
yayınladı. Planda de Gülencilerin evlerine silah konulması gibi
'kumpas'lar planlanmakta, "kamuoyunu yanlış yönlendiren, "Kutlar
Vadisi", "Kollama" ve "Tek Türkiye" benzeri diziler hakkında
olumsuz haberler" yapalım denmekte, orduda örgütlü olan Kurdoğlu
gibi Nurcu gruplardan, devletin adamları gibi gösterilen İskender
Evrenesoğlu, (Gülen grubunu en sert eleştiren isimlerden) Ömer
Öngüt gibi cemaat liderlerini kullanmaktan bahsedilmektedir.)
İlk olarak Fethullah Gülen'in ortaya attığı, Zaman gazetesinin
haber ve yazılarla dikkat çektiği, STV'nin Tek Türkiye dizisiyle
tehlike çanları çaldığı Tahşiye grubu hakkında polis ve savcılık
soruşturma başlatmıştır artık.
Ve 22 Ocak 2010 günü operasyon için düğmeye basılır. Düğmeye basan
polis şefleri dün gözaltına alınan Tufan Ergüder ve Mutlu
Ekizoğlu'dur.
Aralarında 66 yaşındaki görme engelli ve MS hastası Mehmet Doğan'ın
da olduğu 122 kişi farklı illerde düzenlenen operasyonla gözaltına
alınır. Gözaltına alınanlar arasında cemaatin içinde yer alan bir
cumhuriyet savcısı, bürokratlar, imamlar da vardır.
Gazeteler haberi El Kaide'ye operasyon diye verirler.
Devrin İstanbul Valisi Muammer Güler operasyon hakkında yaptığı
açıklamada "Bazı örgüt üyelerinin El-Kaide'nin Avrupa, Türkiye,
Suriye sorumlusu olarak bilinen Louai Sakka ve 15-20 Kasım 2003
bombalı saldırılarından dolayı aranan ve Irak'ta öldürülen Habip
Aktaş'la irtibatları tespit edilmiştir" der.
Operasyonla ilgili emniyetin medyaya geçtiği bilgi notlarında bir
terör örgütü operasyonunda rastlanmayan türden özel hayatlarla
ilgili belaltı bilgiler de yer almaktadır.
Örneğin Hürriyet gazetesi DHA haberine dayanarak operasyonu şöyle
verir: "Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele ve Harekât Daire
Başkanlığı koordinesinde 22 Ocak'ta çökertilen, aralarında
öğretmen, iki imam, iki eşcinsel ve iki kadın satıcısının bulunduğu
iddia edilen El Kaide örgütüne bağlı 57 kişilik oluşumun fikir
babasının Vakit Gazetesi'nin eski yazarı Mustafa Kaplan olduğu
iddia edildi."
Eşcinsellik ifşaları polisin medyaya geçtiği bilgi
notlarındandır.
O bilgi notlarına göre farklı şehirlerdeki baskında Nurcu kökenli
bir El Kaide grubu iddia edilen örgütten şunlar ele
geçirilmiştir:
"Operasyonlarda örgüte ait 3 el bombası, 1 sis bombası, 7 tabanca,
2 kurusıkı tabanca, 1 havalı tabanca, 1382 fişek, 18 av tüfeği, 1
lazer noktalayıcı, düzenek yapımında kullanılan elektronik malzeme,
7 hançer, 1'i baston içine gizlenmiş 4 kılıç, 31 masaüstü ve
dizüstü bilgisayar, 53 harddisk, 7 ses kayıt cihazı ve çok sayıda
örgütsel doküman ele geçirildi."
Her şey Fethullah Gülen'in tarif ettiği, Tek Türkiye'de anlatıldığı
gibi gerçekleşmektedir.
Fakat operasyon sırasında cemaat polislerine yakışmayan
amatörlükler yapılmıştır.
El Kaide örgütü iddiasına esas teşkil eden üç bombanın bulunduğu
Bahçelilievler'deki ev, yönetici gelmeden aranmaya başlanmış,
bombaların bulunduğu anı kameralar çekmemiş, cemaatin dershane
olarak kullandığı evin aranmasında refakat eden kişinin abdest
almaya gittiği bir anda bombalar çıkarılmıştır.
Esas skandal ise bulunan bombalarda sanıklardan hiçbirinin parmak
izi bulunamazken, aramayı eldivenle yaptıklarını söyleyen
polislerin parmak izinin çıkmasıdır.
Mahkemede polisler parmak izlerinin bombalarda ne işi olduğu
sorusuna "eldiven delinmiş olabilir" diye cevap verebilirler.
Delillerin hukuka aykırılığını iki ünlü ceza hukuku profesörü Adem
Sözüer ve Bahri Öztürk imzalı bir bilirkişi raporu da tespit
etmiştir.
Yine de 66 yaşındaki görme engelli, MS hastası Mehmet Doğan'ın
aralarında olduğu cemaat mensupları 17 ay mahkeme yüzü görmeden
hapis yatarlar. İlk mahkemede de tahliye olurlar. Davanın savcısı
2010 referandumundan sonra Yargıtay'a seçilerek ödülünü alır...
İşte dün yaşananlar davanın mağdurlarının yaptıkları şikayet ve
hukuki başvuruların sonuçlarıydı.
Bütün bunlardan bi haber dün bütün gün medya özgürlüğü pozu
verenler yerli yorumcuların ve bu hikayeye muhtemelen Dan Brown
romanlarından çıkma gibi bakacak yabancı yorumcuların kaçırdığı
Tahşiye Soruşturması şu ana kadar paralel devletle bulunmuş en
somut ilişki ağını ortaya seriyor.
Gülen'in Pensilvanya'da bastığı bir düğmeyle, harekete geçen
medyası, ardından harekete geçen savcıları ve polisleri örgütü
hiyerarşik olarak ilk kez net bir şekilde ortaya koyuyor.
İlk kez bir operasyonu gözlerimizin önünde bu kez savcılar ya da
polisler değil bizzat Gülen başlatıyor. Medya gazetecilik değil,
savcılık makamı gibi çalışıyor.
Cemaatin bu davalardaki tecrübelerine yakışmayacak bir acemilik...
İlk defa suç mahallîne bırakılmış çıplak gözle bile görülebilecek
parmak izleri...
Görmek isteyenler için paralel devletin şu ana kadar çekilmiş en
net fotoğrafı bu.