Yıldıray Oğur Balyoz'un Taraf'ını anlattı: Kanaat ve dijital cehalet vardı, kötü gazetecilikti; ama hepiniz oradaydınız!
Taraf'ın eski yazı işleri müdürü ve Türkiye yazarı Yıldıray Oğur, 'Balyoz Darbe Planı' haberlerinin yayınlanma sürecini yazdı.
'Balyoz darbe planı' haberlerine yönelik olarak yürütülen
soruşturma kapsamında hakkında dava açılan Taraf'ın eski yazı
işleri müdürü ve Türkiye yazarı Yıldıray Oğur, haberlerin
yayınlanma süreciyle ilgili olarak, "Haber kaynağına aşırı güven,
gazeteyi maviye boyamak, bağırtmak, manşeti patlatmak üzerine
kurulu bir habercilik tarzına özellikle dijital veriler, belgeleri
kontrol etmek konusunda bugünden baktığımızda cehalet sınırlarında
dolaşan yetersizlikler de eklenince sonuçta ortaya kötü bir
gazetecilik çıktı" dedi.
İstanbul Cumhuriyet Savcısı Faruk Söker tarafından hazırlanan 276
sayfalık iddianame mahkemeye gönderilmiş, gazeteciMehmet
Baransu'nun 1 numaralı sanık olarak yer aldığı iddianamede, Tuncay
Opçin, Yasemin Çongar, Ahmet Altan ve Yıldıray Oğur da diğer
sanıklar olarak yer almıştı.
Yıldıray Oğur'un, "Bir zamanlar Kadıköy’de…" başlığıyla yayımlanan
(19 Haziran 2016) yazısı şöyle:
1998 yılında CNN’in yaptığı bir haber ABD’yi karıştırmıştı.
Körfez Savaşı sırasında Bağdat’tan yaptığı yayınlarla tanınan
meşhur savaş muhabiri Peter Arnett’in de aralarında bulunduğu
gazetecilerin imzasını taşıyan “Ölüm Vadisi” adlı haber 1970
yılında Vietnam Savaşı sırasında ABD ordusunun Laos’ta bir
köyde yaptığı gizli bir operasyon hakkındaydı. Habere göre Tailwind
adlı operasyonda CIA’nin de desteklediği Amerikan özel birlikleri,
Vietnam Savaşı’ndan kaçan ABD askerlerinin saklandığı Laos’taki bir
köye uçaklardan sarin gazı atmıştı. Ertesi gün köye giden askerler,
20 kaçak Amerikalı askerle birlikte aralarında çocukların ve
kadınların da olduğu 100 sivilin cesetleriyle karşılaşmıştı.
https://vimeo.com/6873108
Operasyona katılan askerlerle röportajların yer aldığı haber büyük
yankı yaptı. Kısa bir sonra Pentagon bir raporla haberin verilerini
yalanlandı. CNN özür dilemek zorunda kaldı, gazeteciler işten
atıldı.
Hikaye, 16 yıl sonra Atlantis Cable News (ACN) adlı bir kanalın
haber merkezinin anlatıldığı Newsroom dizisinin ikinci sezonuna
esin kaynağı oldu.
Kanalın Washington’daki hırslı yapımcılarından Jerry Dantana, 2009
yılında ABD ordusunun Pakistan’da yürüttüğü Genoa adlı bir
operasyon sırasında sivillere karşı sarin gazı kullandığı, çok
sayıda sivilin öldüğü iddia ediliyordu.
Newsroom ekibi uzun süre haberi kurcaladı, doğruluğunu test etmeye
çalıştı, gizli haber kaynaklarıyla buluşmalar yaşandı, sarı zarflar
gitti geldi…
Sonunda Dantana, operasyonda görev almış bir komutana sarini itiraf
ettirmeyi başarmıştı.
Haber masasındaki hararetli tartışmalarda siyaseten daha muhalif
olanlar haberi yayınlanmak için bastırdı ve haber yayınlandı.
https://www.youtube.com/watch?v=EiBxKJphYck.
Kısa bir süre sonra haberdeki çelişkiler ortaya çıktı. Ve sonunda
Jerry Dantana’nın araştırmacı gazetecilik dalında Peabody ödülü
alabilmek için komutanla röportajın kurgusunda oynadığı, ona “sarin
gazı kullandık” dedirttiği ortaya çıktı.
Newsroom’un o bölümlerini izlerken aklıma 19 Ocak 2010 günü
Kadıköy’deki Taraf Gazetesi’nin yazı işleri toplantısı
gelmişti.
O gün öğleden sonra Balyoz belgeleri Taraf’a bir bavulla değil, üç
dvd ve bir cd’nin içinde geldi. Yazı İşleri’nde haberi getiren
muhabiri dinlerken dvd ve cd’leri açıp içindeki belge, ses kaydı ve
power point sunumlara bakıldı.
Belgeler, yazı İşleri odasının camından kuleleri görünen Selimiye
Kışlası’nda 2003 yılında yapılan bir seminere aitti. Neredeyse
bütün Birinci Ordu’nun dokümanları o cd’ler içinde gazeteye
getirilmişti.
Ses kayıtları 2003’de hemen seminerin ardından dışarı sızmış,
dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı’na göre önce Başbakan’a ondan
Genelkurmay Başkanı’na, dönemin Genelkurmay Başkanı’na göre ise
doğrudan kendisine gelmişti.
Bir önceki yazıda ayrıntılı olarak anlatıldığı gibi sonunda bir
Milli Mutabakat Hükümeti kurulan ordu tarafından sıkıyönetimle
bastırılmış bir irticai ayaklanmanın, aralarında Başbakan’ın da
olduğu gerçek isimlerin geçtiği, Kara Kuvvetleri’nin tatbikat planı
dışına çıkılarak oynanmış seminerin kendisi suçtu.
Ergenekon davasından iki yıl hapis yatmış, İşçi Partisi’nde siyaset
yapan eski Genelkurmay İstihbarat Dairesi Başkanı İsmail Hakkı
Pekin’den okuyalım:
“2002-2005 arasında Kara Kuvvetleri'nde Personel Şube Başkanıydım
konuşmak istemiyorum bazı şeyleri. Bütün birlikleri dolaştım. O
zamanki komutanların yanlış davranışları bu noktaya getirdi.
Adamlar bundan faydalanarak bu evrakları hazırladılar. Herkes
sütten çıkmış ak kaşık değil. Ortada hiçbir şey yokken bu adamların
kumpas kurmalarına imkan verecek bir ortam yarattılar. Düşüncem hiç
değişmedi. İstihbarat Başkanıyken Plan Seminerindeki konuşmaları
kaç kez dinledim. Bazıları evet suçtur. Bir askerin seminerde veya
başka yerde siyaset konuşması suç değil mi?"
Ama DVD ve CD’lerin içinden çıkan sadece seminere ait belgeler
değildi.
12 Eylül Bayrak Harekat Planı’ndan, başka askeri planlara,
İstanbul’daki şirket, dernek, vakıf, kilise, sinagoglar vs.
hakkındaki ayrıntılı bilgi fişlerine, hatta eski komutanların
telefon numaralarının bulunduğu listelere kadar, kaynağın Birinci
Ordu arşivi olduğunu gösteren 5000 sayfaya yakın resmi evrak, power
point sunumu vardı. Ve tabii bütün bu belgeler arasında en dikkat
çekici olanları Balyoz Darbe Planı’na ait belgelerdi...
Aslında seminer kayıtlarında, sunumlarında ve resmi belgelerinde
Balyoz kelimesi geçmiyordu.
Bunun sebebi altında Balyoz Sıkıyönetim Komutanı Çetin Doğan yazan
ve seminer öncesi bütün birliklere gönderildiği söylenen bir
belgede anlatılmıştı:
“Balyoz Planı’nın, ‘Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo’ isimli
jenerik bir plan şeklinde oynanacağı plan seminerine kadar,
irticai, yıkıcı ve bölücü gruplara ait mevcut tüm listeler ile
teşkil edilecek olan özel görev timlerinin listeleri güncellenecek
ve devamlı olarak güncel tutulacak. Buna paralel olarak, Balyoz
Güvenlik Harekât Planı, ‘Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo’
isimli jenerik bir plan şeklinde, ‘GİZLİ’ gizlilik derecesinde ve
özel olarak seçilmiş, sınırlı sayıda personelin katılımıyla icra
edilecek bir plan seminerinde denenecek ve müzakere edilecek.”
Seminer kayıtlarında Balyoz ve diğer planlardan (Suga, Çarşaf,
Sakal, Oraj) bahsedilmemesinin açıklaması buydu.. Ama bütün bu
planlar, Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo (OEYTS) ve
seminerdeki ses kayıtlarına paralel olarak hazırlanmıştı.
Örneğin sonunda sıkıyönetim ilanı ve Milli Mutabakat Hükümeti’nin
kurulmasına gidecek OEYTS’de “Yunanistan karasularını 12 mile
çıkardığını açıklamış, bu durumun Türkiye tarafından kabul
edilmemesi sonucunda oluşan belirsizlik Ege Denizi ve Hava
Sahası’nda her iki devletinde kendisine ait kabul ettiği alanlarda
çatışmalara sebep olmuştur” deniyordu.
Belgeler arasında bulunan ORAJ Planı senaryodaki bu sonucun planda
bahsedilmeyen sebebi gibiydi:
“Emirle Ege uçuşları sırasında Yunan Hava Kuvvetlerine ait uçaklar
taciz edilerek tahrik edilecek bir çatışma ortamı oluşturulacaktır.
Mümkünse bir uçağımızın Yunan Hava Kuvvetleri tarafından
düşürülmesi sağlanacak, bu gerçekleşmediği takdirde yeniden
teşkilatlandırılan ÖZEL FİLO personelinden bir pilotun uygun zaman
ve yerde kolundaki uçağa atış yapmak sureti ile kendi uçağımızın
düşürülmesi sağlanacaktır. Uçağın, Yunan Hava Kuvvetleri tarafından
düşürüldüğü yönünde medyada haberler yaptırılarak, AKP Hükümetinin
bu konudaki acizliği ortaya konulacaktır.”
Yine Birinci Ordu’daki seminerde tutuklanacak insanların konacağı
stadyumlara kadar konuşulan Olasılığı En Yüksek Tehlikeli
Senaryo’daki bir sonraki aşamada şunlar yaşanmaktaydı: “Güneydoğu
Anadolu’da terör olaylarının artması, KOPENHAG Zirvesi sonucunda AB
ile Türkiye ilişkilerinin kopma noktasına gelmesi, ABD’nin harekât
öncesi verdiği sözleri tutmaması ve bu konudaki isteksizliği,
irticai kesimlerin İslam Devleti kurma özlemlerini fiilen harekete
geçirmiştir. Özellikle Kocaeli, Adapazarı ve İstanbul’da rejim
aleyhtarı gösteriler düzenlenmeye başlanmış, çok sayıda ölü ve
yaralıların olduğu olaylar meydana gelmiş ve gerilim
yükselmiştir.”
Peki bu olaylar neydi ve niye çıkmıştı? Bu soru da resmi olmayan
belgeler arasındaki Sakal ve Çarşaf Planları’nda cevaplarını
buluyordu. Askeri haritaların, tim komutanlarının isimlerinin,
sicil numaralarının eşlik ettiği planlar bir Cuma namazı saati
Fatih Camii’ne provokasyon amaçlı saldırı yapılması
hakkındaydı:
“Keşif Emniyet Timi en geç S saatinden 10 dakika evvel yerleşmiş
olacaktır. Tahrip düzeneğini patlatacak Taarruz Timi en geç S
saatinden 5 dakika önce yerlerini almış olacak, faaliyet Cuma
namazının farzının kılınmasından sonra icra edilecektir. Tahrip-A
farzın kılınmasını müteakip süratle camiden çıkacak ve “Tahrip
Hazır” İşaretini verecektir. Tahrip-A’nın camiden çıkmasını
müteakip avluyu terk etmesi “Tahrip Hazır” camiden çıkmayı müteakip
avluda şadırvanda ellerini yıkaması ise “Tahrip İptal” işareti
olacaktır. Tahrip –A’nın “Tahrip hazır işaretini” gören ve camii
avlusunda bekleyen Tahrip-B, camii avlusundan çıkıp 300 m kadar
uzaklaştıktan sonra ilgili telefon numarasını arayarak tahribi
gerçekleştirecektir. Tahrip timi patlamayı müteakip bölgeden
süratle sıyrılacaktır. Patlama esnasında; Kayıt –A camii üst
katından, Kayıt-B camii alt katından patlama ânını ve sonrasında
oluşan panik havasını çekecek, patlama sonrası önce camii avlusunda
toplanan ve sonra ana caddeye intikal ederek caddeyi kapatan öfkeli
kalabalığın camii avlusunda toplanmasını ve caddedeki eylemlerini
hem Kayıt-A hem de Kayıt-B birbirlerinden bağımsız ayrı noktalardan
üzerlerindeki video kayıt cihazlarıyla kaydedeceklerdir. Kayıt timi
(Kayıt-A ve Kayıt-B ) kaydettikleri görüntü kayıtlarını Keşif
Emniyet Tim Komutanına teslim edecek ve müteakiben bölgeyi
geldikleri araçlarla terk edeceklerdir. Keşif Emniyet Tim K.’nın
söz konusu görüntüleri ivedi olarak internet üzerinden yayılmasını
sağlayacaktır. Patlamayı müteakip oluşan kargaşadan da istifadeyle
cami içerisindeki Tahrik timinden Tahrik-A bir kısım radikal Fatih
esnafı içerisine sızdırılmış Tahrik-B ile irtibata geçecektir.
Tahrik- A ve Tahrik-B irtibatlı bulundukları ve halkın içerisine
sızmış bulunan provokatörleri harekete geçirecek. Böylece Cami
cemaatinin, çoğunluğunu Fatihli esnafın oluşturduğu öfkeli radikal
grupla ana cadde üzerinde birleşmesi sağlanacaktır. Yapılacak
manipülasyonlarla öfkeli grubun yaşananları irticai söylemler ve
sloganlar eşliğinde protesto etmesi sağlanacaktır. Faaliyetin
icrasından sonra; Tahrip unsuru tahribi müteakip, Kayıt Timi
kayıtlarını tamamlamalarını ve Keşif Emniyet tim komutanı ile
buluşmayı müteakip yaya olarak ayrı güzergâhlardan arabalarını park
ettikleri bölgeye intikal edecek ve kendi araçları ile bölgeden
uzaklaşacaklardır. (Tahrip unsuru bir araca, Kayıt timi diğer araca
binecek şekilde) Faaliyet sonrası durum, trafik sıkışıklığı, yol
kapaması, arama ve bunun gibi sebeplerle araçlı intikale imkân
vermediği takdirde, unsurlar yaya olarak ayrı ayrı güzergâhlardan
toplu taşım araçlarını kullanarak “emin ev”de buluşacaklardır.”
Sonra ne olacağını yine Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo’nun
resmi belgelerinden okuyalım:
“Bakanlar Kurulu Milli Güvenlik Kurulunun tavsiyesi ile Sıkıyönetim
ilan etmiş, karar Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı gün TBMM
onayına sunulmuştur. TBMM’nde üye yeterli sayısına ulaşılamadığı
için Sıkıyönetim kararı onaylanamamıştır.”
Senaryo burada bitiyordu. Ardından olacakları da seminerin sonunda
yaptığı konuşmada Birinci Ordu Komutanı Çetin Doğan anlatmıştı:
“Bunun içinde her şeyden önce evet hükümetin ve meclisin kendisine
çekidüzen verdirici ben onu söyleyeceğim şeyde Genelkurmay
Başkanına, Kuvvet komutanına diyeceğim ki siz meclisi ve hükümeti
uyarıcı bu gidişe dur deyici bir ültimatom verin gerekirse.
Gerekirse çağırın bu işin sonu b..ktur işte sonunuz böyledir. Bu
konuda gerekli tertip ve tedbirleri alın. Evvela ulusal
birliğimizin evvela inandırıcı bir millî mutabakat, buraya öyle
yazmışım. Millî Mutabakat Hükümeti kurulması sureti ile halkın
tasvip edeceği tarafsız bağımsız daha tek... Edeceği bu kadar gaile
içinde ülkeyi daha sonra bütün bu gailelerden sonra seçime
götürecek bir hükümetin kurulması en önemli birinci ......
(anlaşılmıyor) bu tabii, bu öngördüğümüz senaryonun içerisinde
öngördüğüm bir çözüm tarzı hani bugün de gidip onu şu anda yapın
diye gideceğim yok yanlışta anlamayın. Bizim yaptığımız
tekliflerimiz vardır. O teklifleri de şimdi sizlerle paylaşmak
istemem...”
Bu konuşmayı Balyoz Darbe Planı belgeleri içinde yer alan, yine
resmi ve imzalı olmayan Milli Mutabakat Hükümeti Programı ve Milli
Mutabakat Hükümeti Kabine listesi tamamlamaktaydı.
Ayrıca Milli Mutabakat Hükümeti ile sonuçlanan senaryonun yazımı
sırasında cd’ler içinden çıkan 12 Eylül darbesinin Bayrak Harekat
Planı kullanılmıştı. Bunun delili de semineri hazırlayan komutanın
el yazısı ile yazılmış notlarda bu plandan bahsedilen bölümlerdi. O
el yazısı notlar da cd’lerden çıkmıştı.
Ayrıca elimizde olan seminerin ses kayıtlarında bir komutan da
şöyle diyordu:
“12 Eylül darbesiyle ülke sütliman hale geldi. Şimdi böyle bir
tehdidin ortadan kaldırılması için fazla uğraşa gerek yok. Yani
kuvvetleri sağa sola göndermenin… Bana göre yapılacak en kolay
hareket tarzı, 12 Eylül gibi bir harekâtın baştan itibaren organize
edilmek suretiyle, bir anda söndürülmesine imkan sağlar diye
düşünüyorum. Tabii, bunu burada söylemek istemedik ama sonunda bunu
vurgulamaya çalışıyoruz.”
Sadece böyle bir darbe planının varlığına inanmaya psikolojik
olarak ve siyaseten meyilli olan Taraf Yazı İşleri değil, örneğin
Balyoz belgelerini inceleyen Tümgeneral Mehmet Daysal
başkanlığındaki ikinci askeri bilirkişi raporunda da seminer ses
kayıtlarıyla darbe planları arasında paralellikler tespit
edilmişti:
“Seminerin ses kayıtlarında geçen değişik konuşmacılara ait toplam
19 ifadenin Balyoz Güvenlik Harekât Planı adlı metinde, 2 ifadenin
Milli Mutabakat Hükümet programı metninde, 3 ifadenin SUGA adlı
doküman metninde, 3 ifadenin ORAJ adlı doküman metninde
kullanıldığı görülmektedir.”
Seminer’de aslında gizli olarak Balyoz Planı’nın görüşüldüğü tezi
savcılık iddianamesinde de yer aldı:
“Balyoz Harekât Planı’nın üstü kapalı bir şekilde seminerde masaya
yatırıldığı anlaşılmaktadır.” (Sayfa 265)
“Şüphelilerin detaylı çalışmaları tamamlayıp 5-7 Mart 2003 tarihli
plan seminerinde jenerik senaryo şeklinde gerçekleştirilecek
harekât planının bir nevi provasını yapacak düzeyde darbe
hazırlıklarını tamamladıkları kanaatine varılmıştır” (Sayfa
972)
Aynı görüş 3 yıl süren yargılamalardan sonra 2013 yılında
Yargıtay’dan çıkan Balyoz onama kararında da paylaşıldı:
“Duruşmada sanıklar tarafından da doğrulanan ses kayıtları
dinlenildiğinde, söz olan kimi katılımcıların, Balyoz Güvenlik ve
Harekat Planı ve nihai hedefini seminerde örtülü biçimde
tartıştıkları...”
Şimdi tekrar 19 Ocak 2010 günü öğleden sonra saatlerinde Kadıköy
Taraf Gazetesi’nin Yazı İşleri odasına dönelim.
Peki hepsi tecrübeli ve farklı eğilimlerden gelen gazetecilerden
oluşan (En acemisi o sırada 2 yıldır bu mesleği yapmakta olan
bendim) 7 kişilik Taraf Yazı İşleri, bütün bu bağlantıları
tespit ettikten sonra bu belgelerin tamamının gerçek ve bunun
Balyoz adlı bir darbe planı olduğuna yaklaşık 3 saatlik bir
tartışmadan sonra nasıl ikna olabilmişti?
Bugünden ve bugünün bilgi ve tecrübelerinden bakınca bu soruya
cevap bulmak zor. O yüzden 2010 yılının Ocak ayına dönmeliyiz.
Beş darbe geçirmiş, bir darbede Başbakan’ın idam edildiğini görmüş,
askeri vesayetin olağanlaştığı, karanlıkta kalmış siyasi
cinayetler, kim tarafından yapıldığı meçhul katliamlar
90’lar, 28 Şubat hikayelerinin hafızalarda taze olduğu bir ülkenin
son gündemi de 27 Nisan muhtırası, Hrant Dink suikastı, Özden Örnek
Günlükleri, Balbay Günlükleri ile ortaya çıkan 2003-2004’teki
darbe planları, AK Parti kapatma davası ve tabii dalga dalga gelen
Ergenekon operasyonlarıydı.
Siyaset ile ordu arasındaki güç savaşı artık görünür haldeydi.
Siyaset ve gazetecilik bu haberlerin etrafında dönüyordu.
Canlı yayında ülkenin her gün bir yerinde cephanelikler, asit
kuyuları kazılırken, Başbakan yardımcısına suikast iddiasıyla
askerin kozmik odasına girilirken, müzedeki denizaltına ziyaretin
en kalabalık olduğu saatte kaos için bomba koyan bir derin güç
olduğuyla ilgili soruşturmalar yürütülürken herkeste şaşırma hissi
kaybolmaya başlamış, gazetecilik refleksleri de zayıflamıştı.
Yani 19 Ocak 2010 günü, 2003 yılına ait yeni bir darbe planının
daha ortaya çıkması kimseyi fazla şaşırtmamıştı.
28 Şubat’tan adı bilinen, görevini sürdürdüğü AK Partili yıllarda
da hükümete karşı konuşmaları, çıkışlarıyla sivrilmiş, son olarak
darbe günlüklerinde şahin tavırlarıyla geçen Çetin Doğan’ın adı da
şüpheleri gidermeye yaramıştı ve Türkiye’de hem adaletin hem de
gazeteciliğin en baş belası olan kanaat devreye girmişti: “Kesin
yapmıştır”
Türkiye’ye ve tarihin o anına özgü bu konjonktürel duruma daha
evrensel bir sorunu da eklemeliyiz. Newroom’daki haber
toplantısında da görülen aktivizm ile gazetecilik arasındaki
hakikatin önüne çekilmiş bir perde işlevi görebilen belalı
ilişki.
Ülkesinin demokratikleşmesini, taş kadar elle tutulur askeri
vesayetin tasfiyesini, darbecilikle hesaplaşılmasını isteyen bir
demokrat gazetecinin eline buna hizmet edecek böyle bir malzeme
geldiğinde siyasi fikirleriyle gazetecilik şüpheleri arasında kalır
gazeteci. Bu günün sonunda çoğu kez gazeteciliğin geri adım attığı
bir karşılaşma hali olur. Özellikle de hararetli bir siyasi
tartışmanın orta yerindeyken..
Ve tabii bütün bunların başına Türkiye’de maalesef zaten
kurumsallaşmamış, standartları oturmamış gazetecilik mesleğinin
okullarda örnek vaka olarak okutulabilecek dört dörtlük kötü bir
icrasını koymalıyız.
Bir anda karşınızda bir ordunun binlerce sayfalık resmi belgeleri,
ses kayıtlarını bulunca gerçek olanlarla araya öyle ilk başta bir
sivilin anlayamayacağı bir askeri terminolojiyle yazılıp
yerleştirilmiş olan sahtelerini birbirinden ayırmak kolay bir iş
değildi.
Birinci Ordu’ya ait beşbin sayfa yakın doküman, ses kayıtları gibi
resmi olduğu belli imzalı belgeler, Balyoz darbe planlarını içeren
resmi olmayan belgelere bir nevi kefaret görevi görüyordu.
Yine de bunlar bu günlerde de örnekleriyle karşılaştığımız kötü
gazetecilik için özür olarak kabul edilemez.
Haber kaynağına aşırı güven, gazeteyi maviye boyamak, bağırtmak,
manşeti patlatmak üzerine kurulu bir habercilik tarzına özellikle
dijital veriler, belgeleri kontrol etmek konusunda bugünden
baktığımızda cehalet sınırlarında dolaşan yetersizlikler de
eklenince sonuçta ortaya kötü bir gazetecilik çıktı.
Bu dijital cehaletlere örnek olarak gazete, ilk haberinde, daha
sonra verilen tv röportajında ve haberi daha sonra savunurken
belgelerin orijinalliğini, dijital belgeleri kaydeden kişinin ve
yer adlarının, tam da belgeleri hazırlayan subaylar ve askeri
kurumlar olmasını, silinmez ve değiştirilemez bir dijital kanıt
olarak savunmuştu.
Yani ortada bir kötü niyet, kumpasçı bir akıl varsa Taraf, hem
hükümet medyasından farklı liberal duruşuyla, hem de bu haberlerle
ilgili iştahlı, hevesli ve süzgeçleri en geçirgen mecraydı. Bir
sene önce, savcılık belgesine fazla güvenerek NTV’ye helikopter
düşürtmüş bir Yazı İşleri’nin kumpasın içinde olmasına gerek
yoktu.
Ama yine de 20 Ocak 2010 günü “Fatih Camii Bombalanacaktı” “Kendi
jetimizi düşürecektik” başlıklarıyla çıkan Taraf’ın bu haberi
de NTV haberi gibi elinde patlayabilir, günün sonunda
Balyoz’dan geriye kötü bir gazetecilik hikayesinden başka bir şey
kalmayabilirdi.
Ama öyle olmadı.
Haberin çıktığı gün Genelkurmay Başkanlığı, resmi bir açıklama
yaparak semineri doğruladı ve ekledi: ''Söz konusu Plan Semineri,
Genelkurmay Başkanlığı 2003-2006 yılları Tatbikatlar Programında
bulunmaktadır.''
Aynı gün Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Başbakan Erdoğan’la 1
saat 20 dakikalık bir görüşme yaptı.
İstanbul Cumhuriyet Savcılığı ise Taraf gazetesinin Balyoz
haberinin cd’lerini isteyip soruşturma başlattı.
Ama askerin açıklamasına rağmen Balyoz haberi ertesi gün bütün
gazetelerin birinci sayfalarındaydı, çoğunun da manşetinde:
Akşam: ‘Taraf’tan bir darbe planı iddiası daha’
Bugün: ‘Korkunç plan’
Cumhuriyet: ‘Balyoz’ iddiasına ‘senaryo’ yanıtı
HaberTürk: “Vahim İddiya çok sert yanıt”
Milli Gazete: ‘Dehşet planı’
Milliyet: Kanlı darbe planı iddiası
Posta: Kanlı darbe iddiası askeri bir oyunmuş
Radikal: ‘Cami Bombalanacaktır’ Darbe planı mı senaryo
mu?
Sabah: ‘Balyoz gibi iddialar’
Star: Balyoz etkisi
Takvim: Son darbe balyoz
Tercüman: Darbe komedisi
Türkiye: Ürperten iddialar
Vakit: Doğan, planı kabul etti
Vatan: Taraf’tan son ‘Balyoz’
Yeni Asya: Dehşet veren iddialar
Yeni Şafak: Balyoz tüy dikti
Zaman: En kanlı darbe planı
http://www.gazeteler.org/2010-ocak-21/gazeteleri/
İkinci gün habere ilk yalanlama Türkiye Gençlik Birliği’nden geldi.
2002 tarihli bir Balyoz belgesinde darbecilerin yararlanacağı sivil
toplum kuruluşları arasında sayılan TGB “2006 yılında
kurulduklarını” açıkladı.
Bu açıklamayı okuduğumuzda hemen haberi yapan muhabir arkadaşımızı
arayıp bilgi istedik. Hastanedeydi yerine bir arkadaşı gelip
bahsedilen Türkiye Gençlik Birliği’nin İşçi Partisi’nin gençlik
kolları olan TGB değil, Ankara’da kurulan Türkiye Gençlik Birliği
Derneği olduğunu, Türkiye adını kullanma hakkının da bu dernekte
bulunduğunu anlattı.
Ankara’da okuduğum ve apolitik bir gençlik kuruluşu olan
derneği bildiğim için pek ikna olmadığımı hatırlıyorum. Herhalde bu
yüzden bu açıklamaya gazetenin iç sayfalarında küçük bir yer
vermişiz.
Ama haberin otantikliğine yönelik bu ciddi eleştiri diğer
gazetelerde de küçük haberlerden ileriye gidememişti. Başka
gazeteler ve tv’lerden arkadaşlarımız arayıp, “kullanmadığınız
belge, haberler varsa bize paslayın biz de haber yapalım” gibi
tekliflerle geliyorlardı.
Bir sonraki gün Balyoz ile ilgili manşetler daha da büyüyerek
eleştirel ve çekingen tonlar daha azalarak sürdü.
Akşam: Balyoz; darbe mi tatbikat mı?
Birgün: Plan değil tatbikatmış!
Cumhuriyet: Asker yalanladı, savcılık devrede
Habertürk: Balyoz, Birinci Ordu’dan çalındı
Sabah: Çetin Doğan da marifet çok
Takvim: Aynı senarist
Vatan: Ateşle ‘oyun’
Vakit: Listede olmak onur verici (Balyoz’da tutuklanacak
gazeteciler listesinde olan gazete yazarları)
Yeni şafak: Balyoz İhaneti Yargıda.
Ve haberin çıkmasından iki gün sonra 22 Ocak 2010 günü iktidardan
ilk Balyoz tepkisi geldi. AK Parti il başkanları toplantısında
konuşan Başbakan Erdoğan şöyle dedi:
“İşte bugünlerde gündeme getirilenler. Siz zannediyor musunuz ki
biz bunları hiç duymuyorduk. Hayır bunlar duyuluyordu ama biz
hiçbir zaman gerilimin taraftarı olmadık. Biz işimize baktık. Ama
ne yazık ki onlar da işine baktı. Üzüldüğümüz yan bu... Bütün bu
kirli senaryolara, kirli oyunlara, kirli ilişkilere, hukuk dışı
girişimlere karşı boynumuzu hiçbir zaman bükmedik, bundan sonra da
bükmeyeceğiz.”
https://www.youtube.com/watch?v=1AOYH0wJsz4
Bu Balyoz’un bizzat darbenin muhatabı olan Başbakan tarafından
teyid edilmesi anlamına geliyordu. Ertesi gün bütün
gazetelerin manşetlerinde Başbakan’ın sözleri vardı.
Başbakan Erdoğan bir sonraki gün Ankara’daki bir yol açılışında
yine Balyoz gündemi hakkında konuştu: “Çetelere mafyalara çeşitli
kirli planlara asla izin vermeyeceğiz”
Ve Başbakan bir gün sonra bu kez Sakarya’da konuştu gündeminde yine
Balyoz tartışması vardı:
“Bu iş artık gizli kapılar ardından kalmıyor. Artık yok öyle. Her
şey ortaya çıkıyor çıkıyor çıkıyor. Bundan sonra kim bilir
neler çıkacak. Ne olursa olsun boynumuzu asla bükmeyeceğiz.”
Bu arada Taraf’ta 2003 tarihli Balyoz Hükümet Programı olarak
yayınlanan bir belgenin 25 paragrafının Haydar Baş’ın 2005
yılında yaptığı bir konuşmadan alındığının ortaya çıkmasıyla kimse
ilgilenmedi. Konuşmada sadece rakamlar 2003’e göre revize
edilmişti.
Askerlere yakın olan Haydar Baş’ın Balyozculardan copy paste ettiği
tezine herkes kolayca ikna olmuştu. İkna olmayanlar da kendilerini
ve başkalarını “bu kadar askeri belge, evrak bul, çıkar, ama kumpas
yapmak için git Haydar Baş’tan ekonomi programı kopyala olur mu, bu
kadar salak olduklarını düşünmüyorsunuz herhalde” diye ikna
ediyordu.
Askeri vesayetle hesaplaşılması herkesin hoşuna gitmişti, gerisini
kimse çok karıştırmak istemiyordu.
İktidardan gelen teyit, ses kayıtları ve belgelerle kamuoyunda
oluşan hava, Çetin Doğan’ın televizyon konuşmaları ve sicili
şüphelerin üzerini örtüyordu. Türkiye yeni anayasayı, sivilleşmeyi
konuşmaya başlamıştı.
Haberin yayınlanmasından 10 gün sonra meşhur bavul ortaya çıktı. 30
ocak 2010 günü Mehmet Baransu, seminer belgelerinin orijinal
kasetlerini de içeren dokümanları bir bavul içinde
Beşiktaş’taki İstanbul Adliyesi’ne teslim etti.
http://arsiv.taraf.com.tr/haber-yazdir-46800.html
31 Ocak günü TRT 1’de gazetelerin genel yayın yönetmenlerinin
sorularını yanıtlayan Başbakan Erdoğan, 'Harekat ve darbe
planlarının gerekçesi olarak iç tehdit tanımı veya buna bağlı
EMASYA protokolünden bahsediliyor, bunun için ne yapacaksınız”
sorusuna şöyle cevap verdi:
“EMASYA Protokolü'nü gündemimizden çıkaracağız. EMASYA Protokolü
diye bir şey olamaz, olmayacak. Bunun adımını atıyoruz, atacağız.
Şu anda arkadaşlar hazırlıklarını yapıyorlar ve bu işi
bitireceğiz.”
4 gün sonra EMASYA Protokolü kaldırıldı. Balyoz haberi ilk sonucunu
vermişti.
Savcılığın orijinal belgeleri teslim almasından sonra ilk
tutuklanma dalgası 26 Şubat 2010 günü başladı. Aralarında emekli
Orgeneral Çetin Doğan ve eski deniz Kuvvetleri Komutanı ve Hava
Kuvvetleri Komutanı’nın da olduğu 36 emekli ve muvazzaf subay
gözaltına alınıp, tutuklandı. Artık gazeteler tek sesti.
http://www.dorduncukuvvet.com/medyascop/1426-hangi-gazete-hangi-basligi-atti-iste-balyoz-mansetleri.html
Bu sırada Çetin Doğan’ın akademisyen olan kızı Pınar Doğan ve
Harvard’da ünlü bir profesör olan damadı Dani Rodrik bir site
açarak Balyoz belgelerindeki çelişkileri ve zaman hatalarını ortaya
çıkarmaya başladılar. Türkiye’deki hiçbir gazetecinin
yap(a)madığını onlar yapmak zorunda kaldı.
Balyoz’un ana belgesi dahil, 2003’de oluşturulduğu iddia edilen
belgelerde ilk defa Office 2007 piyasaya sürülen fontlar
kullanılmıştı. (Calibri ve Cambria)
2003’de oluşturulduğu iddia edilen “İSTANBUL’DA BULUNAN ÖZEL
HASTANELER.doc” belgesinde geçen Medical Park Sultangazi adı
geçmekteydi. Halbuki Sultan Hastanesi 2008'de Medical Park Grubu
tarafından satın alınmış ve adı Medical Park Sultangazi olarak
değiştirilmişti
2003’de oluşturulduğu iddia edilen İSTANBUL’DA BULUNAN İLAÇ
DEPOLARI.doc belgesinde Yeni Recordati ilaç firmasının adı var.
Halbuki Yeni İlaç , 2008 sonunda İtalyan firma Recordati tarafından
satın alınmış Temmuz 2009'da şirketin ismi yönetim kurulu kararı
ile Yeni Recordati olarak değiştirilmişti.
2003’de oluşturulduğu iddia edilen CD'deki 4X4 ARAÇLAR
ÇİZELGESİ.doc’da Bursa’da el konulacak araçlar listesinde 35 AR
6132 plakalı araç geçiyor. Bu araç, İzmir’den Bursa’ya 2006’da
nakledilmiş ve 13 Nisan 2006’da bu plaka ile tescil edilmişti
2003’de oluşturulduğu iddia edilen CD'deki EK-D.doc belgesinde bir
subayın birliği “CC MAR NAPLES” olarak geçiyordu. Halbuki birliğin
o günlerdeki adı HQ NAVSOUTHWdu.
Ama bu çelişkiler genel kanaati değiştirmeye yetmedi. Rodrik ve
Doğan medyadan gördükleri karşılığı bir röportajda şöyle
anlattılar:
“Gerçekten haberciliklerini yıllar içinde kanıtlamış, kıymetli
birçok gazeteci, hiçbir şekilde bu davanın detaylarına girmek
istemedi. Hatta bir tanesi “Bilmek istemiyoruz” dedi. Özetle şu;
onların belirli bir duruşları, pozisyonları var. Ve maalesef bu
pozisyonlarını sarsacak olgu ve bulgularla yüzleşmek
istemiyorlar.”
Balyoz Soruşturması 6 Temmuz 2010’da tamamlandı. Davanın 968
sayfalık ilk iddianamesini dönemin özel yetkili dört savcısı
hazırladı. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi 19 Temmuz 2010’da
iddianameyi kabul etti. Mahkeme 23 Temmuz 2010’da 102 sanık
hakkında yakalama emri çıkarttı.
Yakalama kararı 6 Ağustos 2010’da itiraz üzerine kaldırıldı. Hukuk
üzerinden bir kavga yaşanıyordu.
Türkiye Balyoz davası etrafında yaşanan darbe, yargı
tartışmalarıyla 12 Eylül 2010 referanduma gitti. Referandum çıkan
yüzde 58’lik Evet oyunda Balyoz tartışmalarının oluşturduğu havanın
da pozitif etkisi olduğu rahatlıkla düşünülebilir.
6 Aralık 2010'da bir ihbar üzerine Gölcük Donanma Komutanlığı
İstihbarat Şubesi Müdürlüğü’nün zeminin altından belgeler
çıkarıldı. El konulan belgelerden 34 klasörü Balyoz davasıyla
ilgiliydi. Bu belgeler üzerine mahkeme 162 emekli ve muvazzaf subay
hakkında yeniden tutuklama kararı çıkardı.
Ordu istihbaratının zemininden Balyoz belgesi çıkması, Balyoz’daki
otantiklik tartışmalarına verilmiş bir cevap gibiydi. Bu arada
Balyoz davasını savunanlar bu zamansal çelişkileri “Güncellenme”
görüşüyle açıklamaya çalıştılar. Belgelerdeki zamansal çelişkilerin
sebebi 2003’den sonra zaman zaman çıkarılıp güncellenmiş olmasıydı.
Gölcük’te bulunan belgeler de bu teze yardımcı oluyordu.
Balyoz davasının en radikal sonucu mahkemede değil, 29 Temmuz 2011
günü Çankaya Köşkü’nde alındı. YAŞ öncesi köşkte toplanan
Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Erdoğan ve Genelkurmay Başkanı ışık
Koşaner’in zirvesinden Genelkurmay Başkanı Koşaner’in istifa kararı
çıktı. Koşaner'le birlikte Kara Kuvvetleri Komutanı Erdal
Ceylanoğlu, Deniz Kuvvetleri Komutanı Eşref Uğur Yiğit ve Hava
Kuvvetleri Komutanı Hasan Aksay da istifalarını açıkladılar.
Koşaner veda mesajında, "Şu anda 173‘ü muvazzaf, 77‘si emekli olmak
üzere 250 general-amiral, subay, astsubay ve uzman jandarma çavuş,
hürriyetlerinden yoksun olarak tutuklu bulunmaktadır. Haklarında
henüz hiç bir kesin yargı kararı olmamasına rağmen tutuklu bulunan
14 general-amiral ile 58 albay, hürriyetlerinin tehdit edilmesinin
yanı sıra mevcut yasalarımız gereğince bu yıl yapılacak Yüksek
Askeri Şura‘da değerlendirmeye girme hakkını kaybetmiş ve peşinen
cezalandırılmıştır.. Bu durumun önlenememesi ve yetkili makamlar
nezdinde yapılan girişimlerin dikkate alınmaması Genelkurmay
Başkanı olarak personelimin hak ve hukukunu koruma sorumluluğumu
yerine getirmeme engel olduğundan, işgal ettiğim bu yüce makamda
göreve devam etme imkanını ortadan kaldırmıştır” diyerek hükümeti
suçladı. Televizyonda ulusa seslenen başbakan Erdoğan istifalar
hakkında yorum yapmadan yeni anayasadan bahsetti.
1 Ağustos 2011 günü toplanan Yüksek Askeri Şura’dan tarihi bir
fotoğraf ve kararlar çıktı. İlk kez bir Başbakan masanın başında
tek başına oturuyordu. Necdet Özel, tümüyle sivil siyasetin
kararıyla atanmış ilk Genelkurmay Başkanı oldu. Türkiye askeri
vesayet sisteminde en büyük mesafelerden birini Balyoz davasının
ortaya çıkardığı bir sonuçla almıştı.
http://www.sabah.com.tr/gundem/2011/08/02/yasta-yeni-duzen.
Balyoz davası yargılanmaları Silivri’de sürdü. Hükümetin
yargılamaya desteği de. Davada karar 21 Eylül 2012 günü çıktı.
Kararı gazeteler şu manşetlerle gördüler:
Sabah: Yaşasın demokrasi
Radikal: Balyoz sert indi
Posta: Ailelere darbe
Milliyet: 5 bin sayfa belgeye 5 bin sayfa hapis
Hürriyet: 20+20+20
Habertürk: Bir bavuldan 5276 yıl çıktı
Zaman: Balyoz'a tarihi ceza
Yeni Şafak: Eksik teşebbüs tam ceza
Yeni Akit: Balyoz'u yediler
Vatan: ve balyoz indi
Türkiye: Komutanlara balyoz darbesi
Taraf: Darbeye teşebbüs artık çok daha zor
Takvim: Ağır darbe
Star: ve darbe mahkum
Cumhuriyet: Adalete balyoz
Bugün: Darbeye ilk ceza
Akşam: Balyozdan daha ağır
Aydınlık: Kemal'in askerlerini selamlıyoruz
Milat: Beklenen karar
Yeniçağ: Balyoz darbesi
27 Eylül 2012 tarihinde NTV ve Star TV'den ortak yayına çıkan
Başbakan Erdoğan “Şimdi ise CD'leri dinliyorum şok oluyorum. YAŞ
toplantılarında beraber olduğumuz bir arkadaş, yolculuklarımızın
olduğu bir arkadaş. Ben bunu CD'den, sesinden dinleyince, inanın o
CD'yi dinlemesem inanmayacağım ama CD'yi dinleyince şoklara
giriyorum, 'nasıl olur bu' diyorum, 'nasıl böyle bir şey oluyor'
diyorum. İlk defa bir sivil mahkemede böyle bir sürecin olması
aslında Türk demokrasisi adına çok önemli. Türkiye bir değişimi,
dönüşümü demokrasi adına yaşıyor” dedi.
Yargıtay 9 Ekim 2013’de kararı büyük bir oranda onadı ve “Plan
Semineri’nde balyoz Darbe Planı görüşüldü” dedi
https://cdogangercekler.files.wordpress.com/2013/10/2013-9110.pdf
Karar yine gazetelerin manşetlerindeydi.
http://www.medyatava.com/galeri/mansetlere-balyoz-indi_262/11
Sonra 17 Aralık oldu. Cemaat gerçeğiyle Türkiye ve iktidar
yüzleşti. “Orduya da kumpas kurulduğu” söylendi ve mahkemeler tam
tersi kararlar vermeye başladılar.
Aslında dört yıldır gerçek ortadaydı. Gerçeğin iki yüzü vardı. Ama
herkes gerçeğin sadece kendisinin baktığı yüzüyle
ilgileniyordu.
Ortada 2003 yılında rutin dışına çıkılmış bir seminer vardı. Açık
suç unsurları taşıyordu. Darbe hazırlığına benziyordu. Zamanında
ordu içinde ve devletin zirvesinde tartışmalar çıkarmış o seminer
ta 2003’de dışarı sızmıştı. Ama yargının önüne gelse belki birkaç
emekli askerin başı yanabilirdi.
Gerçeğin diğer yüzünde ise Balyoz planı vardı. Ortaya çıkan
çelişkilerin gösterdiğine göre en erken 2009 tarihinde birileri o
seminerin belgelerinin etrafına Balyoz adında bir darbe planını
yerleştirmişti. Böylece daha büyük gürültü koparacak, çok sayıda
askerin etkileneceği bir dava ortaya çıkardılar.
Balyoz belgelerinin otantik olup olmadığının tespiti için 21
bilirkişi raporu hazırlandı. İki kez Emniyet, iki kez TÜBİTAK, dört
kez Birinci Ordu, iki kez Hava Kuvvetleri, bir kez Donanma, bir kez
Genelkurmay, beş kez özel şirketler, ODTÜ, Boğaziçi, İTÜ, Yıldız
Teknik’ten bilirkişiler yapıp, belgelerin gerçek olup olmadığını
inceledi.
ttps://balyozdavasivegercekler.com/bilirkisi-raporlari/
19 ocak 2010 günü öğle saatlerinde de Taraf Yazı İşleri de
kendi kısıtlı imkanlarıyla aynısını yapmaya çalışmış ve belgelerin
gerçek olduğuna kanaat getirip haberi basmıştı.
Günün sonunda ise 6 yıl sonra 12 Eylül referandumundan YAŞ’a kadar
büyük hesaplaşmalara sebep olmuş, yıllarca mahkemeleri sürmüş,
bilirkişi raporları havada uçuşmuş, iktidarın en başından itibaren
destek verdiği davada kumpasın hesabı, herhangi bir örgütsel
faaliyetin, kastın içinde oldukları hakkında ortaya bir delil
konmayan, delil klasörü bile olmayan bir iddianameyle gazetecilerin
üzerine bırakıldı.
Belgeleri kim sızdırdı, kim sahte belgeleri hazırladı, kim davaları
açtı, mahkemelerden, Yargıtay’dan kararlar çıkardı, bilirkişi
raporlarını hazırladı, belgeleri askeri istihbaratın zeminine
gömdü, kim bunlara destek verdi, seyirci kaldı sorularının hepsinin
üzerinden atlanarak...
Halbuki “Hepiniz ordaydınız”
Newroom’da haberin sahte olduğu anlaşılınca haber merkezinin
başındaki Charlie, Will ve MacKenzie kanalın sahibi Leona Lansing'e
giderek istifalarını vermişlerdi. Leona “kanal bu meseleden dolayı
acayip para kaybedecek olsa da ben sizi kovmadan siz istifa
edemezsiniz” diyerek arkalarında durdu. “Ama halk gözünde
güvenirliğimiz kalmadı” cevabını alınca da patron şöyle demişti: “O
halde işinizin başına dönüp onu geri kazanın.”
Bizim dizide ise kötü gazetecilik ağır cezada 52 yılla
yargılanacak. Dizinin final bölümü bir sonraki yazıya kaldı…