YIKILIRSA EMEK DEĞİL YÜREK YIKILIR!
Emek Yıkılır, Atilla Dorsay yazarlığı bırakır. Kültür çölünde hava biraz daha ısınırken tepemizde daha da alçalarak döner akbabalar&...
Bana kalırsa Atilla Dorsay’ın yazmayı bırakmak yerine daha fazla yazması gerekirdi ama o bir sinema savaşçısına yaraşır şekilde sözünü tutuyor. Soylu bir hamle, alışık olmadığımızdan şaşırdık.
Twitter’da maksadını aşan bazı iletiler görüyorum. Topyekûn bir protestodan bahsediliyor, “kimse film yapmasın, yazmasın, festivaller iptal edilsin” gibisinden şeyler yazıyorlar bazıları. Bunun birilerini etkileyeceğini mi düşünüyorsunuz? İnadına sinema yapmak gerekirken, “hadi her şeyi bırakıp gidelim” öyle mi? Yapmayın Allah’ınızı severseniz. Sokaktaki adamın umurunda değil ki Emek… Şahan yeni filmini ne zaman çekecek diye gözlüyor o.
Son Emek direnişi tam da olması gerektiği gibiydi. Biber gazı zihin açar, aslında nasıl bir ülkede yaşadığınızı anlarsınız, yine öyle oldu işte…
Beyoğlu’nun ’sanatsever serseriler’den arındırılıp zengin Arap turistler için bir alışveriş cennetine dönüştürülmek istendiği çok açık. Buna karşı çıkmanın tek bir yolu var ama o bölgede konuşlanmış bir kısım esnafın ‘ekmeğiyle oynamamız’ gerekecek.
Dünkü gösteriden sonra yaşananlar zaten Beyoğlu’na sahip çıkanlara kimin sahip çıktığının da resmini çekiyor. Su bile vermeyen dondurmacı Mado ile biber gazı girmiş gözlere şifa olsun diye limon sıkan kitapçı Mephisto…
Çözüm basit aslında... Beyoğlu ruhumuzu besleyen bir yer olarak kalsın istiyorsak midemizi orada doldurmayacağız. Yapın sandviçinizi gelin, Beyoğlu’nda midye dolma-birayı geçtim bir yudum su bile içmeyin. Bırakın orası sadece konsere, tiyatroya, sinemaya gittiğiniz yer olarak kalsın. Allahın çakma parfümcüsünün ne işi var İstiklal’de?
Onlar geldikçe bunlar gider. Çokuluslu firmaların girdiği kira yükünün altına şehir kitapçısı giremez, eninde sonunda batar. Öteki de ödediği onca kiraya rağmen müşteri bulamazsa batar. Yağmacı sermayeyi kaçırmanın tek yolu orayı karsızlaştırmaktır. Beyoğlu’nda kim kazanırsa o kalacak, kitapçı mı, dondurmacı mı, onu da biz belirleyeceğiz. Bunda da biraz geç kaldık ya! Yine de yazmış olayım.
Bir lafım da dünkü basınçlı su, biber gazı saldırısından sonra veryansın eden, “biz buradayız, siz neredesiniz” diye bağıran ama bugün Silivri’de 60 yaşındaki amcanın başına gelenlerle ilgilenmeyen arkadaşlarıma… Polis şiddeti bu ülkenin rutini haline geldi. Hepimizin gözüne aynı biber gazını sıkıyorlar, toptan alıyorlar çünkü ucuza gelsin diye. Duyarlılıklarımız bile içindeki sosyal medya rantına göre şekilleniyor. Twitter’dan takip ediyorum ve yine harbi adam, güzel insan, yönetmen Murat Şeker’den ses gelmiş sadece... Halbuki zaman, birbirimize sahip çıkma zamanı… Bu ülkenin bağımsız sinemacıları kültür bakanlığından fonlanmak adına iktidarın sahte iklimlendirmesine hizmet ettiler yıllarca. Dün gazı yiyenlerden bazıları sırf CHP’nin festivali diye Altın Portakal’a demediğini bırakmadı geçtiğimiz sonbaharda… Bundan sonralarını merak ediyorum.
Sürekli yazıyorum ya, bu ülkede polisin döve döve öldürdüğü öğrencilerin filmini neden kimse yapmaz diye? Belki bundan sonra hepimizin sorusu olur bu… Cesur sinemacılar görev başına… Bu toplumun ciddi dertleri var, festivallerden nemalanmak uğruna hep aynı yerden bakmayın artık!
Türk entelijansiyası iktidarın değirmenine epeyce su taşıdı, şimdi o su panzerlerin üstünden hepimize servis ediliyor. Meselenin solcusu, ulusalcısı mı kaldı sanıyorsunuz. Bugün Emek için yarın daha büyük alanlar için mücadele başlayacak. Her şey bir zaman meselesi gibi görünüyor.
MURAT TOLGA ŞEN
[email protected] / twitter.com/murattolga