Yeter ki “Oksijensiz” Kalmayalım!.. “İmamoğlu Yazısı”ndan “Hareket” Çıkar mı?..
Medyaradar siyaset analisti Atilla Akar, “Gazete Oksijen” de yer alan Ekrem İmamoğlu’nun “Türkiye İçin Yeniden” başlıklı yazısını değerlendirdi…
Efendim: söz konusu “Hareket” oluşturma olduğunda solla sağı ayıran mühim bir nokta vardır. Sol önce tartışır, düşünür, teorize eder, yazılı metinlere döker sonra harekete geçer. Sağın ise böyle bir derdi yoktur. Sağ önce harekete geçer sonra gerekirse yazılı metinlerini oluşturur. Bu manada sol ağırlıkla bir “entelektüel” hareket olurken sağ çoğunlukla bir “aksiyon” yahut “reaksiyon” hareketi olarak gelişir. Bu manada her zaman bir adım öndedir.
Bu durum solu biraz hantallaştırırken sağ ise çoktan yol almıştır. Hele de solun en radikalinden en ılımlısına kadar kendi içindeki tartışma, ayrışma, kopmalarda bu gibi metinler özel bir yer kaplar. Alelacele yazılmış, sırf diğerlerine fark olsun diye tıkıştırılmış, kendi kitlesini konsolide etmek için üretilmiş fikirler, klişeler, çoğunlukla broşür, bildirge (Sağ “risale” der) formatında metinlerdir bunlar. Adeta kutsal yazıtlarmış gibi beklenir.
Gene de bunlar oldukça işlevseldir. Öncelikle insanlara bir “çizgi” sunar ve diğerlerinden (Her kimseler) farkını ortaya koyarlar. Yani ki iyi – kötü bir “kimlik” kazanırlar. Burada saçma sapanda olsa ne söylendiğinin fazla bir önemi de yoktur. Önemli olan “bir şey söylemek”tir. Zaten çoğu kişinin bunları okuyup, anlayacak kadar kapasitesi de yoktur. Nasıl olsa sonunda kestirmeden sloganlar, kolayından karşıtlık duyguları galip gelecektir!..
Pehlivan Tefrikasına Döner!..
“İmamoğlu Hareketi” de biraz “kötü kopya” olsa da böylesi bir yolu tercih etmiş görünüyor. (Şu aşamada “Hareket” demek ne derece doğru bilmiyorum, şekilsiz ve flu çok yan var ama kervan biraz da yolda dizilir. “Hareket arayışı” demek sanırım daha doğru) Ancak yazının sonundaki cümleden çıkan bunu tek seferde bir metin yerine parçalar halinde gündeme getirecekleri anlaşılıyor. (Kendi bilecekleri iş ama tek seferde, geniş, üzerinde konuşulabilecek bir metin ortaya koysalardı daha iyi olurdu) Bu noktada yetersizlik ve hatta bir parça kendilerine “güvensizlik” alenen sırıtıyor. Böyle giderse sempati duyan insanlar bile sıkılıp, “Eh be!..” diyebilirler. Sonunda “Pehlivan tefrikası”na döner bu iş!
Anlaşılan ya topladıkları “verileri” daha tam analiz edemediler ya da ne diyeceklerine karar veremediler. (Sahi birde “Manifesto”ları olacaktı değil mi? Yoksa oldu da bizim mi haberimiz olmadı. Onu da bir dahaki seneye yayınlarlar herhalde!) Öyle ya şu ana kadar yazılanlara “Manifestocuk” yahut “manifestomsu” demek bile pek mümkün olmadığına göre. Veya belki de pişman olmuşlardır böyle bir taahhüde girdiklerine!
Metinde Gözüme Çarpanlar…
Şimdi de biraz söz konusu metinde gözüme çarpan kimi noktaları ele alayım…
1) İlk önce bu metni İmamoğlu’nun yazmadığına kalıbımı basarım. Her ne kadar “Oksijen” de “İmamoğlu yazdı” dense de. (Hatta medyada kimi arkadaşlar onun yazdığına inanmış görünse de!) Fakat yanlış anlaşılmasın. Bu bir “Suçlama” değil. Sadece bir saptama. Çoğu siyasetçi ve lider aynı tarz yazılarını kendileri yazmaz. Zaten vakitleri ya da yetenekleri de yoktur. Onların yerine bir ekip, bir danışman, bir PR-Reklam şirketi profesyoneli, vb yazar. Onlar son aşamada belki bir göz atarlar, birkaç şey ekler veya çıkartırlar. (Misal metindeki “B40 - Balkan Şehirleri Ağı Zirvesi”ni o eklemiş olabilir. CHP’deki “Değişim”le ne ilgisi varsa?) Yani bir ölçüde normaldir. Altında imzası varsa –ki var- o yazmasa bile onu bağlar. (Burada önemli olan ifade berraklığı ve perspektiftir) Gene de Sayın İmamoğlu itiraz ederse belirtmeye hazırım.
2) Metin çalakalem yazılmış. Çok şey söyleyeyim, her şeye değineyim endişesi ile dişe dokunur fazla bir şey söyleyememe tuzağına düşmüş. Ya da öncesindeki Twitter hesabından paylaştığı, “Siyaset bilimi, sosyoloji ve iletişim uzmanlarından oluşan heyet” ten birileri muhtemelen herkes kendinden bir şeyler metne eklemek istemiş. “Ona da değineyim buna da değineyim” kaygısıyla çorbaya döndürülmüş. (Pandemi, küresel ısınma, çevre krizi, göç dalgaları, vb konular, vb) Sonuçta ortaya sistematiği olmayan serpiştirme biraz ondan biraz bundan “ortaya karışık” üstelik çoğu ana konu ile ilgisiz bir yazı çıkmış.
3) Bu ne bir siyasi ajitasyon yazısı, ne akademik bir yazı. Bir sürü entelektüel görünümlü ifade. Sanki bir sosyal-stratejik araştırma vakfının broşürü edasında. (Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, “Jeopolitik fırtına” gibi afili laflar) Fakat değişim iddiasındaki bir lider adayının ses getirici vuruculuğundan eser yok.
4) İnsanı şaşırtan, “Vay be” dedirten, sarsıcı, “amma derin analiz”, “işin bam teli burası işte” dedirten çarpıcı bir ifadeye rastlamadım. Metin, tıpkı öncekiler gibi, ruhsuz kokusuz, kimliksiz, sıkıcı, ateşleyiciliği sıfır, hayati refleksleri zayıf, sanki baştan savma bürokratik bir “raporlama” formatında. Dili çok yavan ve kuru.
5) En net lafını ortaya söylüyormuş gibi yapıp “Demokratik liderin ülkesine, belediyesine ya da liderliğini yaptığı partiye kendi mülkü olarak bakma hakkı yoktur… ona verilen misyonu yerine getiremediğinde ve toplumsal beklentilerin gerisinde kaldığında görevi bırakmayı bilir.” diyerek aslında Kılıçdaroğlu’na söylemiş. Konsepte uyan tek laf da bu zaten.
6) Aynı şekilde “Burada özellikle cesaretin altını çizmek istiyorum. Cesur demokrasi için cesur liderlik gerekmektedir.” demektedir. Bir Karadenizli olarak hemşerimin cesaretinden şüphem yok. Lakin gaza gelmeyip, akılla birleşebileceğinden kuşkum var.
7) Bu metindeki en dikkatimi çeken cümle ise “Demokratik liderlik başta Kürt ve Alevi sorunu olmak üzere ülkenin açık yaralarını iyileştirmek için gerekli zemini titizlikle inşa eder.” cümlesiydi. Kimileri bu lafı “sakıncalı” hatta –öyle demeseler bile- bir tür “bölücü” laf gibi gördüler. İmamoğlu’nun böyle bir niyet taşıdığını sanmıyorum. Bence bu daha çok CHP içine mesajdı. CHP’de her zaman önemli bir yer işgal etmiş, Kürt ve Alevi vatandaşlarımıza tam delege seçimleri esnası bir tür “mavi boncuk” atmaydı. Sağ-Sünni-Laz gelenekten olan İmamoğlu onlara elini uzatmaktaydı. Son Cemevi ziyaretlerinin de bu kapsamda olduğunu düşünüyorum. Böylelikle belki de Kılıçdaroğlu’nun “Aleviliği” ile değil, kendisiyle sorunu olduğunu hissettirmiş, onun güvencesini vermiş oldu. Doğru da yaptı. Çünkü tersi yönde durumu kaşıyanlar var gibi.
8) Bence sonunu “Her şey çok güzel olacak” sloganı ile bitirmesi de çok hatalı olmuş. Bu eskimiş bir konsepte ait. Artık önünde yeni bir konjonktür söz konusu. Seçimler değil, CHP içi seçim geçerli. Bu slogan yıprandı. “Hani her şey güzel olacaktı?” diye soran epey kişi var. Yeni amaca yeni iddialı bir slogan olmalıydı.
9) Söz konusu metin medyada haber olma dışında da pek ilgi görmedi galiba. Metin üzerine yorum ve analiz yazısı yazana fazla rastlamadım. Savunanlar bile bunun hayli “zorlama” olacağının farkındaydı herhalde. Ki onlar bile hayal kırıklığına uğramışlardır herhalde. (Yatıp kalkıp bana dua edin. Hepsi eleştirel olsa da yazdığım kaçıncı İmamoğlu yazısı. Bu kıyağımı da unutmayın o zaman!) Sırf bu durum bile metnin yavanlığının, dişe dokunur bir söylem taşımadığının bir göstergesidir bana göre.
10) Kimse kusura bakmasın ama ben bu yazılarda gümbür gümbür gelmekte olan, iddiası büyük, yürüyüşü büyük, gerçekten “kararlı” bir hareketin ayak sesini duyamıyorum…
Kabaca gözlemlerim ve yorumlarım bu kadar. Atladığım veya unuttuklarım hatta yanlış yorumlarım olabilir. Fakat en büyük endişem sırf bu metinleri eleştirdiğim için “İmamoğlu karşıtı” diye damgalanmamdır. Oysa tam tersine dikkatle okunursa sadece “uyarı” dolu olduğu görülecektir. Üslubum biraz sert olabilir galiba o kadar. Sürçülisan ettiysek affola!..
Neyse; bunaldım. Çıkıp biraz hava alayım. Ne de olsa hepimizin “oksijen”e ihtiyacı var. Ama o oksijen ama bu oksijen. Yeter ki oksijensiz kalmayalım!..
31. 07. 2023
NOT: Maalesef son zamanlarda Kılıçdaroğlu’na “çizmeyi aşan” hakaretler oluyor. Keşke İmamoğlu çıkıp, bu gibi tavırları açıkça kınasa. Hem doğrusu bu olur hem de ona puan kazandırır. Benden söylemesi…