Yeni yılın ilk AKP-MHP polemiği: Hidayet Vahapoğlu'ndan Metin Külünk'e tepki
Suriye'deki süreçten bölge ülkelerinin nasıl etkileneceği konuşulurken, AKP Eski Milletvekili Metin Külünk'ten "Türkiye süreci 'birleşik devletler' aklıyla yönetebilir" fikri geldi. MHP Eski Milletvekili Hidayet Vahapoğlu'ndan "Türkiye’ye taşıyıcı annelik yaptırmayı hedefleyen tuzak" tepkisi geldi.
Uzun yıllar Cumhurbaşkanı Erdoğan'la birlikte siyaset yapan eski AKP Milletvekili ve AKP Eski MKYK Üyesi Metin Külünk, "birleşik devletler" sözleriyle Türkiye'nin Ortadoğu'daki ülkelerin refahı için kurulacak bir düzende liderlik edebileceğini savundu. Külünk, anti emperyalist bir ekonomik sistem kurulması gerektiğini ve mezhepsel çatışmaları önleyecek anayasa yapılmasını savundu.
KÜLÜNK: "TÜRKİYE BU SÜRECİ 'BİRLEŞİK DEVLETLER' AKLIYLA YÖNETEBİLİR"
Külünk, "Eğer Irak ve Suriye iç birliğini koruyabilirse, bu ülkelerde vatandaşlık temelli, etnik ve mezhepsel ayrışmalara izin vermeyen anayasalarla, yeraltı zenginliklerinin halklarının refahı için kullanılacağı bir düzen kurulursa, Türkiye bu süreci bir “Birleşik Devletler” aklıyla yönetebilir. Birleşik devletler aklının merkezinde şu sorunun cevabı olmalı. Nasıl olur insanlık için birlikte refah üretecek zenginlik üretecek ve de ülkelerin yeraltı ve yer üstü kaynaklarının ülkelerin refahı ve zenginliğine hizmet edecek hale gelecek anti emperyalist bir ekonomik sistem nasıl kurulacak? Evet tarih yanlış anlamaların ve de zamanın ruhunu aklını ve eşyasını anlamayanın çöplüğüdür" dedi.
VAHAPOĞLU: "DİKENLİ YOLA TAŞ DÖŞÜYOR, TÜRKİYE'YE 'TAŞIYICI ANNELİK' HEDEFLİYORSUNUZ"
27. Dönem MHP Bursa Milletvekili Hidayet Vahapoğlu'ndan Külünk'e tepki geldi. Vahapoğlu, "taşıyıcı annelik" sözleriyle karşı çıktı: "Geceye not düşmüyor, dikenli yola taş döşüyor, telkinlerinizinle malum hayalin altyapısını oluşturmaya ve yön vermeye çalışıyorsunuz. Türkiye’nin sanal olarak büyütülerek yok edilmek istenildiğinin ya da Türkiye’ye taşıyıcı annelik yaptırmayı hedefleyen planların-tuzakların farkında değilsiniz herhalde. Yazdıklarınız hayal mahsülü olmasaydı ve hatta birazcık doğruluk payı olsaydı sizi alkışlardım."
Külünk'ün o yazısı:
"Zaman şahitlik etsin ki. Geceye Not. Sözün ruhu ve gücü ile pratiği bir olsun ve yeryüzü barışının kapısı olsun TÜRKİYEMİZ. O halde; Osmanlı’nın son döneminde, Araplar arasında en temel fikir, Osmanlı’nın merkezi yapısından koparak bağımsızlıklarını ilan etme ve kendi devletlerini kurma arzusuydu. Bu yaklaşım, bir anlamda bugün PKK üzerinden şekillendirilmeye çalışılan modelin yaklaşık yüz yıl önceki perspektifiydi.
Ancak I. Dünya Savaşı’nın ardından, Müslüman Araplar ciddi bir hata yaptıklarını fark etti. Bu hatanın farkına varan liderler, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile yaptıkları görüşmelerde bu durumu açıkça ifade ettiler ve Osmanlı’ya bağlılıklarını yüksek sesle dile getirdiler.
Bu dönemde Müslüman Araplar şu ifadeyi kullanmışlardı: “Bize hiçbir şekilde bağımsızlığın lüzumu yoktur. Biz, halifemize ve padişahımıza bağlı olarak Osmanlı camiası dahilinde bulunacağız.” Bu sözler, 29 Mart 1920 tarihinde kayda geçmişti.
Fransızlarla görüşmeler sürdüren Emir Faysal ise özel temsilcilerini Mustafa Kemal’e göndererek, yabancı bir devletle kurulacak herhangi bir ilişkinin esaretten başka bir anlam taşımayacağını ifade etti. Buna karşın Mustafa Kemal, stratejik bir yaklaşım sergileyerek, Misak-ı Milli sınırları içinde güçlü bir varlık oluşturmaya odaklanmış ve sınırlarımız dışındaki kardeş milletlere bağımsızlıklarını kazanmaları gerektiğini tavsiye etmiştir.
Bu bağlamda Mustafa Kemal, Türkiye ile kurulacak bağın federatif ya da konfederatif bir model çerçevesinde şekillendirilebileceğini dile getirmiştir. Bu düşünceler, yüzyıl önce birleşik devletler modelinin nasıl olması gerektiğini açıkça ortaya koymaktaydı. Daha sonra, Irak’tan da benzer bir talep gelmiş ve bu coğrafyada önce bağımsızlık, ardından birleşik bir devlet olma vizyonu ortaya konmuştur.
29 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmada Mustafa Kemal, “Milli sınırlarımız, İskenderun’un güneyinden başlayarak doğuya doğru Musul, Süleymaniye ve Kerkük’ü ihtiva eder,” diyerek bu sınırları açıkça tanımlamıştır. Aynı konuşmada, “Biz, Kürtleri Türklerden ayırmadık. Dolayısıyla savunduğumuz millet, yalnızca Türklerden ibaret değildir; çeşitli İslami unsurlardan oluşmaktadır. Bu topluluğu meydana getiren her bir İslam unsuru bizim kardeşimizdir ve menfaatleriyle ortak bir vatandaştır. Kabul ettiğimiz esaslar da bu muhtelif İslam unsurlarının eşit vatandaşlık temelinde karşılıklı saygıya dayandığını teyit eder,” ifadelerini kullanmıştır. Mustafa Kemal, bu açıklamalarla etnik ve mezhepsel ayrışmanın önüne geçmek istemiştir.
Ne yazık ki, Irak’ta ve bölgedeki bu birlik vizyonu sonraki süreçte hayata geçirilememiştir. Birinci Körfez Savaşı’ndan itibaren, hatta İran-Irak Savaşı döneminden başlayarak, bölgeyi etkileyen stratejik boşluklar ciddi sonuçlar doğurmuştur. Saddam Hüseyin sonrası Irak’ta yaşanan parçalanma, Türkiye’nin kuzeye yönelik harekât planının TBMM tarafından reddedilmesiyle daha da derinleşmiştir.
Günümüzde ise Suriye meselesi gündemdedir. Bu noktada, Suriye’nin bir ve bütün kalması en kritik hedeflerden biri olmalıdır. Eğer Irak ve Suriye iç birliğini koruyabilirse, bu ülkelerde vatandaşlık temelli, etnik ve mezhepsel ayrışmalara izin vermeyen anayasalarla, yeraltı zenginliklerinin halklarının refahı için kullanılacağı bir düzen kurulursa, Türkiye bu süreci bir “Birleşik Devletler” aklıyla yönetebilir.
Birleşik devletler aklının merkezinde şu sorunun cevabı olmalı. Nasıl olur insanlık için birlikte refah üretecek zenginlik üretecek ve de ülkelerin yeraltı ve yer üstü kaynaklarının ülkelerin refahı ve zenginliğine hizmet edecek hale gelecek anti emperyalist bir ekonomik sistem nasıl kurulacak? Evet tarih yanlış anlamaların ve de zamanın ruhunu aklını ve eşyasını anlamayanın çöplüğüdür. Tarihi bu anlamda doğru anlayacak bir akıl ve zeka paradigmasını inşa edebilecek model birleşik devletler aklının olmazsa olmazı olmak durumundadır.
Gazze'deki katliamları arkasındaki üretilmiş akıl ve zekanın parametreleri anlaşılmadan nasıl galip geleceğiz sorusunun cevabı verilemez? Birleşik devletler aklı bir anlamda son 500 yıllık bilim tarihinde neden bu coğrafya bilimsel devrimciler sıralamasında yok sorusunun cevabı vermeden bu anlaşılamaz. Hamasete dayalı Birleşik devletler aklı modellemesi asla gelecek üretemez.
Ayakları yere basan ve bu anlamda tarihin doğru anlaşılmasını sağlayacak korkmadan kendi öz eleştirisini yaparak İslami düşüncenin karşı karşıya kaldığı büyük krizi aşacak devrimci bir yaklaşımla aklı ve zekayı imam azam çizgisinde merkeze koyacak bir paradigmaya mecburuz. Bunu başaracak yegane güç Türk milletinin aklında zekasıd a mevcuttur
TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİMİZİN sonucu 101 yıllık pratiği aslında bu büyük iddialara cevap verebilme noktasında çok önemli başarılara imza koymuştur Bu tecrübeyi yadsıyamayız küçük göremeyiz asla bu tecrübemizi bir tarafa koyarak sanki sıfırdan başlıyormuşçasına bir akılla da bu süreç yönetilemez yönetilmeyecektir inanıyoruz.
Bu model, yalnızca Irak ve Suriye için değil, Türk Devletlerinde ve Balkanlarda, Müslüman Arap Coğrafyasında,Ermenistan, Gürcistan, Yunanistan ve Bulgaristan gibi komşu ülkelerle de uygulanabilecek bir vizyon sunmaktadır. Türkiye, böyle bir stratejiyle küresel ölçekte bir güç merkezi haline gelebilir. Bu vizyonun hayata geçirilmesi, bölgesel ve küresel istikrarın ve barışın anahtarıdır. MUTLAKA TARİHİN AKIŞINI DEĞİŞTİRECEK BİLİMSEL DEVRİMCİLER YETİŞTİRMEK ZORUNDAYIZ"
Vahapoğlu'nun Külünk'e yanıtı:
"Geceye not düşmüyor, dikenli yola taş döşüyor, telkinlerinizinle malum hayalin altyapısını oluşturmaya ve yön vermeye çalışıyorsunuz. Türkiye’nin sanal olarak büyütülerek yok edilmek istenildiğinin ya da Türkiye’ye taşıyıcı annelik yaptırmayı hedefleyen planların-tuzakların farkında değilsiniz herhalde. Yazdıklarınız hayal mahsülü olmasaydı ve hatta birazcık doğruluk payı olsaydı sizi alkışlardım. Yazdıklarınıza karşılık doğrulara değinmemiz gerekirse; Atatürk’ün Suriye’de Fransız sömürgeciliğine karşı Arap direnişi başlatmak için girişim ve çabaları vardır. Atatürk’ün amacı; Arapları şahsiyetli davranmaya ve Osmanlı toprakları işgal edilirken işbirliği yaptıkları işgalcilere karşı direnç göstermeye teşvik etmekti. Böylece milli direnç göstermeleri sağlanacaktı. Bu çaba kesinlikle Araplarla federasyon veya konfederasyon oluşturmaya yönelik değildir. Malum, Misak-ı Milli’de belirlenen sınırların dışında kalan Arap çoğunluğunun kendi kaderlerini belirleyebilecekleri açıkça ifade edilmiştir. Atatürk’ün Arap toplumlarına bakışı da bu çerçevededir. Arap toplumlarının diğer Araplara ve Türklere bakışına gelince, eğer yazılanlarda gerçeklik payı olsaydı ; Suriye-Mısır Birleşik Arap Cumhuriyeti uzun ömürlü olur ve Yemen Krallığı ile aralarında konfederasyon gerçekleşirdi. Libya, Mısır ve Suriye'den oluşacak Arap Cumhuriyetleri Federasyonu ya da Tunus ve Libya'nın birleşmesini öngören girişimler hayata geçirilirdi. Körfezdeki emirlik adını taşıyan körfez beylikleri devlet olurdu. Ya da Türkleri mevali görüp Osmanlı’nın hilafetini içlerine hiç sindiremeyen Arapların, eğer Türklere karşı biraz sempatileri olsaydı Osmanlı’nın başındaki Padişaha yani İslamın Halifesine biat eder, İngiliz’le, Fransız’la, İtalyan’la işbirliği yaparak isyan etmezlerdi, Osmanlıyı sırtından hançerlemezlerdi. Tüm bunların yanında günümüzdeki okullarında Osmanlıyı, Arapları sömüren, Arap kıyımı yapan barbarlar diye okutmaz, genç nesillerine Türk düşmanlığı aşılamazlardı. Gazze yok edilirken Türkiyenin yanında kaç islam ülkesinin sesini duydunuz. Duyamazsınız, çünkü Türkiyenin öncülüğünü kabul etmezler. Kudüs, İsrail’in başkenti ilan edilirken, İbrahim anlaşmaları imzalanırken Arap dünyası niye sessizdi. İslam coğrafyasını yeniden şekillendirme planını uygulamaya koyanlarla hangi Arap devletleri yol arkadaşlığı yapıyor, sebebini hiç düşündünüz mü. Daha nice örnek var. Siyasiler olarak ütopyaları bırakıp gerçeklere dönmemiz ve topluma hayal satmamamız gerekiyor diye düşünüyorum."