Yeni Şafak yazarından köşe komşusuna: Olsun be İsmail, kazığı yiyen biz olalım!
Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçarslan ile köşe komşusu Hasan Öztürk arasındaki "Kim İslamcı kim değil" polemiği Öztürk'ün bugünkü yazısıyla devam ediyor.
İsmail Kılıçarslan, dünkü köşesinde "Kim İslamcı kim değil, onu da
bilmiyoruz" diyen Hasan Öztürk'e yönelik olarak dünkü
yazısında "Aslında biliyoruz" demiş, "Geldiğimiz noktada Türk
İslamcısı diye ülkesiyle barışık, anti-emperyalist,
anti-kapitalist, anti-sekülerist insana derler. Aradaki haşerat mı?
Onlar nerede yoklar ki be abi? Her zaman ve zeminde karşımıza
çıkıyorlar, çıkacaklar" görüşünü dile getirmişti. Öztürk, yazısında
"Olsun be İsmail, kazığı yiyen biz olalım..! Bir kazık, iki kazık
yeriz… Başka İsmail! İçlerinde bir iki tanesinin esaslı duruşu bize
yetmez mi İsmail?" ifadelerine yer verdi.
Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçarslan, gazeteci Cemil Barlas ve
Türkiye yazarı Fuat Uğur'un adını anmadan "Kendisini kelepçeyle
meclis kürsüsüne bağlayan CHP'li kadın milletvekili üzerinden hiç
anlamadığımız, hiçbir zaman da anlayamayacağımız şekilde
'seks içerikli, derili merili' espriler yapmayı 'uygun' bulan
adamla aynı kafada, aynı safta, aynı mahallede sanılmaktan çok
bunaldık be reis" demişti. Yeni Şafak yazarı ve AKP Ankara
Milletvekili Aydın Ünal da İsmail Kılıçarslan'ın söz konusu
yazısını sosyal medya hesabında paylaşarak Barlas ve Uğur'u hamam
böceğine benzetmişti. Ünal, daha sonra kaleme aldığı yazısında AKP
reklam kampanyalarının mimarı Erol Olçok'un "mahalleye
dadanan haşerat tarafından 'ihanet'le itham edildiğini" öne
sürmüştü.
Hasan Öztürk'ün Yeni Şafak'ta yayımlanan yazısı şöyle:
Sevgili İsmail… İsminin sahibi Allah'a kurban edilmeyi “Sen emri
yerine getir baba” diyerek kabullenmiş olan İsmail!
Ey İsmail..!
“İslamcılık bugün itibariyle Türkiyeciliği mümkün kılabilecek en
güçlü istinat noktamızdır” diyorsun ya hani…
Hani, “Kim İslamcı, kim değil” diye sorduğum soruyu yazına başlık
yapmışsın ya hani…
Hani o yazının sonunda, “Çay içelim” diye başlayıp ve “Ben mesela
seninle, Süleyman Çobanoğlu'yla, Mustafa Çelik'le 'aynı yere gelmiş
olmanın' tadını çıkarıyorum uzun süredir” diyorsun ya hani…
Türkiyeciliğin inşası için İslamcılığı öneriyorsun ya hani…
Bana düşen, attığın pası, ne taca bırakmak ne de gol olsun için
dikine oynamak değil, usulünce ortaya bırakmaktır.
Zira, İslamcılığın tarihini, geldiği noktayı uzun uzun zikredecek
değilim.
Çünkü, “Kim bu İslamcılar” dendiğinde her bulunduğum ortamda bir
parmağın beni de işaret ettiğini sen de bilirsin İsmail!
İsmail ah İsmail..!
“Türkiye sevgisi imandandır” diyen Ebubekir Kurban'ın kulaklarını
çınlatarak başlayalım ilkin…
Sonra saydığın isimlerin yanına İsmet Özel'i, Cahit Zarifoğlu'nu,
Mustafa Kutlu'yu mutlaka eklemeklik gerektir. (Bak ben de ürettim
afilli kelime… Hani 80'li yıllarda öğrenci evlerimizde İsmet Özel'e
öykündüğümüz gibi)
İsmet Özel'in yekten meydan okumasını ve “A, ahmaklar anlamadınız
ya bir türlü beni…” edasıyla öfkesini de…
Cahit Zarifoğlu'nun zarafetli direncini ve “Bir değirmendir bu
dünya” tavrını da…
Mustafa Kutlu'nun öykülerindeki kendi küçük, gönülleri dünyalar
kadar geniş kahramanları üzerinden bize söylediği “Yalan dünyaya
kanmayın hele, ömrümüz beyhudedir” nasihatını da… (Gerçi 'Kutlu'nun
giderek zayıflayan kitapları' diye bir cümle kuran da sendin
ama...)
Bir yerlere not niyetine bırakmaklık gerektir.
İslamcılık biraz da, okulda “varoluşsal” tartışmanın neticesinde
“Evet mutlak bir yaratıcı vardır” diyerek yüreğine ince bir sızı
inendünkü Maocu'yu, öğrenci evine getirip, kapıdan içeri girince
“dava arkadaşları”na, “Bu arkadaşımız aramıza yeni katılmıştır,
bizimle birliktedir” diyebilmektir. Sen anlarsın bunu İsmail!
“Acabaları, tereddütleri, çekinceleri” bir kenara bırakıp, “Öğrenci
evinin en müstesna köşesini” ve hatta döşeğini misafirine
verendir!
Hoş, iyi niyet kurbanı olup, yenen kazıklar da vardır…
Olsun be İsmail, kazığı yiyen biz olalım..!
Bir kazık, iki kazık yeriz… Başka İsmail!
İçlerinde bir iki tanesinin esaslı duruşu bize yetmez mi
İsmail?
Tıpkı komünist İsmet Özel'den “Her şey ben yaşarken oldu, bunu
bilsin insanlar” diyen bir Türkiyecinin çıkması gibi İsmail..!
Bırak, “aldatılan” biz olalım, aldatmaktansa İsmail…
Boş ver be İsmail…
Biz madem ki birbirimizi biliriz, “Sığınacak yeri olmadığı için
evimize gelene” de, inancımızı istismar edip “menfaat devşirene
de”, “ben bir yeni yol buldum” diyene de kapımızı açmadık mıydı?
Şimdi niye kapatalım?
Ama yok, “Ben 'en…' derdine düşüp, çöreklendiği mekanları,
alanları, köşeleri kimselerle paylaşmayı düşünmeyenlerle aynı
kulvarda yürümekten söz ediyorsak, İsmail…
Ve buna da İslamcılık filan diyorsan, “Geldiğin yerin tadını değil,
aldığın pozisyonun endişesini taşıyorsun” be İsmail!
İsimlerini vermişsin ya hani sevgili Süleyman'ın, Mustafa Çelik
abinin… Hadi beni geçtim… Onların kimin elinden nasıl tuttuğunu,
kimlerle neleri paylaştığını da unutma be İsmail!
Türkiyecilik, biraz da Ömer Seyfettin'dir he İsmail?
Hani biraz da defo, yani.
Zaten mesela biraz da bu değil mi be İsmail?
Bir yanı çökük adamlarız… Ve bir yanı çökükleri severiz!
Ne diyordu otobüs direksiyonunda ömür törpülemiş baban, “Evlat,
geniş gönüllü ol, bir de sen sen ol! Gerisini tevekkül et,
Huda'na!”
Çay seni bekliyor İsmail, bayatlamadan gel.