26 Kas 2010 10:21 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:49

YENİ ŞAFAK YAZARI SALİH TUNA'DAN RASİM OZAN KÜTAHYALI'YA İLGİNÇ UYARI!

Salih Tuna Naipaul meselesini yazdı.Yazısının sonuna koyduğu notla Rasim Ozan Kütahyalı'yı hangi konuda uyardı?

Tanrım ne çok salak var!

O izbe sokağın köşesindeki müstakil evde yalnız yaşar, kimseyle yarenlik etmez, kimseyle konuşmazdı.

İlk mektep sıralarını çiçeklendirdiğimiz yıllardı. Ne zaman evinden yana baksak bir tuhaf ürperti içimizi kaplardı.

Ebeveynlerimiz derslerimize çalışmayıp yaramazlık yaparsak onun gibi olacağımızı söyler bizi korkuturlardı.

Halbuki adamcağızın bütün suçu günlerce evine kapanmak; okumak okumak okumaktı.

Karıncayı bile incittiği vaki değildi.

Ölene kadar şuncağızdan gayri bir dünya kelamı da ağzından çıkmamıştı: "Tanrım ne çok salak var!.."

Naipaul’un daha önce İstanbul’a geldiğini söyleyenleri okuyunca aklıma bu söz düşüverdi.

Dört ay önce gelmişmiş!

Canım dört ay sonra da gelsin, dört saat sonra da, bize ne?! Ayrıca, birkaç romanı Türkçeye çevrildi. Bütün eserleri de çevrilsin.

Biz İstanbul’a gelmesini değil, muhafazakar iktidarın inhisarındaki bir ajansın "şeref konuğu" olarak böylesi bir adamı davet etmesini protesto ettik.

Dedik ki:

"Bir dini aşağılayan ve o dinin bütün müntesiplerine nefret dolu ifadelerle hakaret eden bir adamın (bin tane Nobel alsa da) benim şeref telakkimde yeri yok. Zira böylesi bir adamın yaptığı en hafif ifadeyle kültürel ırkçılıktır." (22 Kasım 2010, Yeni Şafak)

Dedik ki:

"Naipaul nihayetinde bir kimlik olarak Müslümanları aşağılıyordu. Ateist, agnostik, deist, Şii, Sünni, Kürt, Türk, Arap, yaşlı, genç, erkek, kadın, çocuk, ölü, diri ayrımı yapmaksızın Müslümanlara topyekûn hakaret ediyordu." (24 Kasım 2010, Yeni Şafak)

Ne güzel tesadüftür ki, Rasim Ozan Kütahyalı da aynı tarihte, üç aşağı beş yukarı aynı şeyleri dillendiriyordu:

"Naipaul bildiğimiz ırkçı, sofistike bir ırkçı... Amsterdam sokaklarında kadın pazarlayıp, uyuşturucu satan ama adı Muhammed olan insandan da sırf ’Müslüman kimlikten geldiği için’ nefret ediyor, İslami ilkelere tamamen aykırı bir hayatı olan kişinin suçlarını bile o ’içinden çıktığı Müslüman kimlik’e bağlamaya çalışıyor. Naipaul budur... ABD’deki ’zenci düşmanı’ ırkçılık modelinin üst düzey sofistike ve kalifiye ’Müslüman düşmanı’ örneğidir..."

Naipaul’un "Among the Believers: An Islamic Journey" kitabından hareketle kaleme aldığı yazısından şunları da aktaralım ki, şu bizim (Batı kompleksiyle malul Batı muhalifi) "70 kuşağı İslamcıları"na tastamam kapak olsun:

"Naipaul eğer Müslümanlara yönelik onlarca örneği verilebilecek satırlarının yüzde birini Yahudiler için söyleseydi şu an dünyanın hiçbir yerine gidemeyen bir adam olurdu, Nobel de alamazdı (...) Mesele ’İslam eleştirisi / karşıtlığı’ meselesi değildir, mesele doğrudan ırkçılık ve nefret suçu meselesidir..." (24 Kasım 2010, Taraf)

Peki, Enis Batur’a ne demeli?

"İnsan eşref-i mahlukattır" sözünü İsmet Özel’in zannettiği için İrfan Külyutmaz’dan (Hilmi Yavuz’un kulakları çınlasın) yıllar önce sağlam ayar yemişti.

Anlaşılan o ki hiç akıllanmamış!

Yine destursuz bostana girdi: "Olup biteni İsmet Özel ’entelektüel sefalet’ olarak adlandırdı, katılıyorum. ’Biz bize kalalım’ isteniyor, farklı inanç ve görüşlere tahammül eşiği sıfırlanıyor..."

"Farklı inanç ve görüşlere tahammül eşiği" mesabesinde "İstanbul’u kültür başkenti" yapmaya çalışanlara İsmet Özel’in "it yese kudurur" cinsinden sarf ettiği sözleri bilmiyor tabii!

Hadi olup biten "entelektüel sefalet" olsun; peki bu neyin sefaleti?

NOT : Rasim Ozan dedikodu kanallarını bakımdan geçirse hiç fena olmaz. Çünkü Salih Tuna ve Nuray Mert birlikte kitap yazacaklar şeklindeki "dedikodunun" gerçekle zerre miskali alakası yok.