11 Mar 2015 14:30
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 17:07
Yeni Şafak yazarı Özkök'e patladı: 'Tanrısal ayarlarını' Erdoğan bozdu!
Yeni Şafak yazarı Kemal Öztürk Kabataş olayını savunan 13 yazara tepki gösteren Ertuğrul Özkök için çok sert bir yazı kaleme aldı.
Kabataş'ta saldırıya uğradığını iddia eden Zehra Gelin ve onu
Diliniz KABA Vicdanınız TAŞ başlıklı ortak bir yazıyla savunan 13
yazara tepki gösteren Ertuğrul Özkök için çok sert bir eleştiri de
Yeni Şafak yazarı Kemal Öztürk'ten geldi.
Öztürk, "Mış gibi demokratlar" başlıklı yazısında "Biz 13 yazar arkadaş, Kabataş olayını yeniden köpürten Gezi artıklarının, kadın yazarlarımızı linç etmesine itiraz ettik ve ortak bir başlıkla yazı yazdık. Kendimiz tartıştık, kendimiz karar aldık, öyle herkese de yaymadık. Şimdi, CHP’den paralelcilere, ulusalcılardan komünistlere kadar herkes bu ortak tavrımıza tepki verme derdinde. Bizi hükümetten talimat almakla suçlayandan tutun, çıkar çetesi kurmaya kadar her şeyle itham ettiler." dedi.
Kendisinin öğrenciyken sırf sakallı olduğu için Hürriyet'in kapısından içeri dahi alınmadığını, Kanal 7’de çalıştığı için yaptığı başvuruların reddedildiğini anımsatan Kemal Öztürk, Özkök'ün genel yayın yönetmenliğinden ayrıldıktan sonra Erdoğan gibi, ‘muhtar olamayacak Kasımpaşalıyla’ arayı düzeltmek için ne kadar çaba harcadığına şahit olduğunu da açıkladı ve şöyle devam etti:
UZAKTAN BAKAN DEMOKRASİ VE BASIN ETİĞİ KAYGISI SANIR
Dün Hürriyet Gazetesi’nden Ertuğrul Özkök, köşesinde yaptığımız şeyi iki nedene bağlamış: “Biat denen şahsiyetsizleşmenin en zavallı hali. Menfaat çeteleşmesinin saadet zinciri”. Özkök’ün bu hakaret cümlelerinin benzerlerini CHP Lideri Kılıçdaroğlu da grup konuşmasında tekrarladı.
Uzaktan bakanlar, bu eleştirileri demokrasi kaygısı ve basın etiği nedeniyle yaptıklarını zanneder. Öyle değil. Bunların tamamı ‘mış gibi demokrat’, ‘mış gibi özgürlükçü’ insanlardır. Geçenlerde yıl dönümünü andığımız 28 Şubat öncesi ve sonrasında başımızdan geçenler, bugün bu insanların hem şahsiyetini, hem de zihniyetini tam olarak tarif ediyor.
HÜRRİYET'İN KAPISINDAN SOKMADILAR
Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde bitirme tezi olarak bana Hürriyet Gazetesi reklam politikası konusu verildi. Bunu araştırmak için gazeteye gittiğimde beni içeri sokmadılar. Sakallıydım ve aynı zamanda Kanal 7’de çalışıyordum. Mecburen tezimi değiştirdim.
Okulu bitirdikten sonra belgesel yönetmenliğine başladım. Halide Edip Adıvar’ın hayatını konu edinen bir belgesel için sponsor olarak İş Bankası ile anlaştım. Banka son anda vazgeçti, gerekçesi ise Kanal 7’de, Yeni Şafak’ta çalışan biri olmamdı.
Ne TRT, ne de Anadolu Ajansı, bizim gibi gazetecileri kapısından içeri sokmadı, hiçbir proje teklifimize evet demedi. Anasol D Hükümeti’nin hiçbir bakanı, hiçbir devlet kurumu yöneticisi, bir gazeteci olarak bizimle görüşmedi. Uzun yıllar televizyonlar bizi ekranlara çıkarmadı, gazeteler görüşlerimizi sormadı, yayınevleri kitaplarımızı satmadı. Yıllarca ambargolu bir hayat sürdük.
Bir ara 32. Gün programında çalışmaya başlayınca, beni tanımadıklarından, yüzüme kapanan bütün kapıların nasıl açıldığını gördüm. O kapılar arkasında nasıl bir nefret ve hınçla muhafazakar camiadan bahsedildiğine şahit oldum.
ÖZKÖK BİR ZİHNİYETİN TEMSİLCİSİDİR
Hepsi, 28 Şubat öncesi ve sonrasında yaşadığımız travmalardı. Bize o travmaları yaşatanlarla, bugün Kabataş’ı bahane edip kadın yazarları linç etmeye kalkanlar aynı kişilerdir. Bugün hala köşelerde yazı yazıyor, televizyon yönetiyor, gazetelerde yayın yönetmenliği yapıyorlar. Bu insanların hükümetle ilişkileri iyi olduğu dönemlerde biz en demokrat camiaydık, araları bozulduğunda ise diktatör ve çeteye dönüştük.
Bu ithamları yapanların başında Ertuğrul Özkök geliyor. İktidar ve medya ilişkileri üzerine onun gibi yeteneklisi gelmemiştir. Bir mastır tezi olmayı hak ediyor bence. Siyasetin solu ve sağı fark etmez, Özkök tümüyle iyi ilişkiler kurabilme becerisi gösteren nadir insanlardandır. Çünkü Özkök kendini solcu gibi gösterse de, savunduğu bir ideolojisi yoktur. Onun ideolojisi egosu ve çıkarlarından ibarettir sadece.
TANRI YAZARLARIN DRAMI
Türkiye’nin en eski ve önemli gazetesinde yayın yönetmeni olduğu dönemlerde, ‘Tanrı Parçacığı’ zannedersiniz ki onun içinde keşfedildi. Öylesine muktedir ve öylesine güçlüydü.
Özkök’ün ‘Tanrısal ayarlarını’ R. Tayyip Erdoğan bozdu. Erdoğan, Özkök’ü önemsemedi, çoğu kez uçağına almadı ve muhatap kabul etmedi. Çünkü ‘Muhtar bile olamaz’ manşetini attığından beri ona hiç güvenmedi. Özkök çıkarları ve egosu nedeniyle öylesine değişkendi ki, ona güven duymak mümkün olmuyordu.
ERDOĞAN İLE ARAYI DÜZELTME ÇABASINA BEN ŞAHİT OLDUM
Özkök’ün, Hürriyet’teki o özel asansörle çıkılan ‘Tanrı katından’ inip, ölümlüler dünyasına geldiğini, Erdoğan gibi, ‘muhtar olamayacak Kasımpaşalıyla’ arayı düzeltmek için ne kadar çaba harcadığına ben şahit oldum. Erdoğan, tüm göz yaşartan çabalarına rağmen Özkök ile yakın olmadı.
Sonunda Özkök, Hürriyet’in yayın yönetmenliğinden alındı ve yerine Enis Berberoğlu getirildi. Özkök’ün ayarları işte o zaman tamamen bozuldu. Öylesine tuhaf şeyler yazdı ki, yazıları okunmaz, söyledikleri dinlenmez oldu. Dikkat çekmek için kendi yatak odasından bile fotoğraf yayınladı. Yazıları aile içinde okunmayacak kadar seviye kaybetti.
ASKERLER DEĞİŞTİ AMA DERİ FETİŞİZMİ AYNI YERDE DURUYOR
Görevlerimiz gereği Özkök gibi, onlarca yazar, gazeteciyle anlatmadığımız bizi şok eden çok şey yaşadık. Bunları anlatmamamız nezaketimizdendir, acizliğimizden değil. Ancak bizim şahit olduğumuz onca etik yoksunu şeye rağmen, hala bize demokratlık dersi, basın etiği dersi vermelerine de tahammül edemiyoruz artık.
Biz, linç edilmek istenen yazarları, tacize uğrayan bir kadını koruduğumuz için, “şahsiyetsiz, zavallı, menfaat çetesi” oluyorsak, kendi menfaat ve kişisel ikbali için söylemedik yalan, yapmadıkları yalakalık bırakmayanlar ne oluyor, artık milletin takdirine bırakıyorum.
Bu ülke sahte demokratlardan çok çekti. Kabataş’ı köpürtenler, kadın yazarlarımızı linç etmeye kalkanlar, basın etiği havariliği yapanlar, geçmişin intikamının peşindeler. Hepsi Gezi’de fabrika ayarlarına, darbecilerle kol kola girdikleri 28 Şubat ayarlarına geri döndüler.
Askerler bile bugün demokrasiden yana değişti ama Özkök’ün temsil ettiği deri fetişisti zihniyet hala aynı yerde duruyor.
Öztürk, "Mış gibi demokratlar" başlıklı yazısında "Biz 13 yazar arkadaş, Kabataş olayını yeniden köpürten Gezi artıklarının, kadın yazarlarımızı linç etmesine itiraz ettik ve ortak bir başlıkla yazı yazdık. Kendimiz tartıştık, kendimiz karar aldık, öyle herkese de yaymadık. Şimdi, CHP’den paralelcilere, ulusalcılardan komünistlere kadar herkes bu ortak tavrımıza tepki verme derdinde. Bizi hükümetten talimat almakla suçlayandan tutun, çıkar çetesi kurmaya kadar her şeyle itham ettiler." dedi.
Kendisinin öğrenciyken sırf sakallı olduğu için Hürriyet'in kapısından içeri dahi alınmadığını, Kanal 7’de çalıştığı için yaptığı başvuruların reddedildiğini anımsatan Kemal Öztürk, Özkök'ün genel yayın yönetmenliğinden ayrıldıktan sonra Erdoğan gibi, ‘muhtar olamayacak Kasımpaşalıyla’ arayı düzeltmek için ne kadar çaba harcadığına şahit olduğunu da açıkladı ve şöyle devam etti:
UZAKTAN BAKAN DEMOKRASİ VE BASIN ETİĞİ KAYGISI SANIR
Dün Hürriyet Gazetesi’nden Ertuğrul Özkök, köşesinde yaptığımız şeyi iki nedene bağlamış: “Biat denen şahsiyetsizleşmenin en zavallı hali. Menfaat çeteleşmesinin saadet zinciri”. Özkök’ün bu hakaret cümlelerinin benzerlerini CHP Lideri Kılıçdaroğlu da grup konuşmasında tekrarladı.
Uzaktan bakanlar, bu eleştirileri demokrasi kaygısı ve basın etiği nedeniyle yaptıklarını zanneder. Öyle değil. Bunların tamamı ‘mış gibi demokrat’, ‘mış gibi özgürlükçü’ insanlardır. Geçenlerde yıl dönümünü andığımız 28 Şubat öncesi ve sonrasında başımızdan geçenler, bugün bu insanların hem şahsiyetini, hem de zihniyetini tam olarak tarif ediyor.
HÜRRİYET'İN KAPISINDAN SOKMADILAR
Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde bitirme tezi olarak bana Hürriyet Gazetesi reklam politikası konusu verildi. Bunu araştırmak için gazeteye gittiğimde beni içeri sokmadılar. Sakallıydım ve aynı zamanda Kanal 7’de çalışıyordum. Mecburen tezimi değiştirdim.
Okulu bitirdikten sonra belgesel yönetmenliğine başladım. Halide Edip Adıvar’ın hayatını konu edinen bir belgesel için sponsor olarak İş Bankası ile anlaştım. Banka son anda vazgeçti, gerekçesi ise Kanal 7’de, Yeni Şafak’ta çalışan biri olmamdı.
Ne TRT, ne de Anadolu Ajansı, bizim gibi gazetecileri kapısından içeri sokmadı, hiçbir proje teklifimize evet demedi. Anasol D Hükümeti’nin hiçbir bakanı, hiçbir devlet kurumu yöneticisi, bir gazeteci olarak bizimle görüşmedi. Uzun yıllar televizyonlar bizi ekranlara çıkarmadı, gazeteler görüşlerimizi sormadı, yayınevleri kitaplarımızı satmadı. Yıllarca ambargolu bir hayat sürdük.
Bir ara 32. Gün programında çalışmaya başlayınca, beni tanımadıklarından, yüzüme kapanan bütün kapıların nasıl açıldığını gördüm. O kapılar arkasında nasıl bir nefret ve hınçla muhafazakar camiadan bahsedildiğine şahit oldum.
ÖZKÖK BİR ZİHNİYETİN TEMSİLCİSİDİR
Hepsi, 28 Şubat öncesi ve sonrasında yaşadığımız travmalardı. Bize o travmaları yaşatanlarla, bugün Kabataş’ı bahane edip kadın yazarları linç etmeye kalkanlar aynı kişilerdir. Bugün hala köşelerde yazı yazıyor, televizyon yönetiyor, gazetelerde yayın yönetmenliği yapıyorlar. Bu insanların hükümetle ilişkileri iyi olduğu dönemlerde biz en demokrat camiaydık, araları bozulduğunda ise diktatör ve çeteye dönüştük.
Bu ithamları yapanların başında Ertuğrul Özkök geliyor. İktidar ve medya ilişkileri üzerine onun gibi yeteneklisi gelmemiştir. Bir mastır tezi olmayı hak ediyor bence. Siyasetin solu ve sağı fark etmez, Özkök tümüyle iyi ilişkiler kurabilme becerisi gösteren nadir insanlardandır. Çünkü Özkök kendini solcu gibi gösterse de, savunduğu bir ideolojisi yoktur. Onun ideolojisi egosu ve çıkarlarından ibarettir sadece.
TANRI YAZARLARIN DRAMI
Türkiye’nin en eski ve önemli gazetesinde yayın yönetmeni olduğu dönemlerde, ‘Tanrı Parçacığı’ zannedersiniz ki onun içinde keşfedildi. Öylesine muktedir ve öylesine güçlüydü.
Özkök’ün ‘Tanrısal ayarlarını’ R. Tayyip Erdoğan bozdu. Erdoğan, Özkök’ü önemsemedi, çoğu kez uçağına almadı ve muhatap kabul etmedi. Çünkü ‘Muhtar bile olamaz’ manşetini attığından beri ona hiç güvenmedi. Özkök çıkarları ve egosu nedeniyle öylesine değişkendi ki, ona güven duymak mümkün olmuyordu.
ERDOĞAN İLE ARAYI DÜZELTME ÇABASINA BEN ŞAHİT OLDUM
Özkök’ün, Hürriyet’teki o özel asansörle çıkılan ‘Tanrı katından’ inip, ölümlüler dünyasına geldiğini, Erdoğan gibi, ‘muhtar olamayacak Kasımpaşalıyla’ arayı düzeltmek için ne kadar çaba harcadığına ben şahit oldum. Erdoğan, tüm göz yaşartan çabalarına rağmen Özkök ile yakın olmadı.
Sonunda Özkök, Hürriyet’in yayın yönetmenliğinden alındı ve yerine Enis Berberoğlu getirildi. Özkök’ün ayarları işte o zaman tamamen bozuldu. Öylesine tuhaf şeyler yazdı ki, yazıları okunmaz, söyledikleri dinlenmez oldu. Dikkat çekmek için kendi yatak odasından bile fotoğraf yayınladı. Yazıları aile içinde okunmayacak kadar seviye kaybetti.
ASKERLER DEĞİŞTİ AMA DERİ FETİŞİZMİ AYNI YERDE DURUYOR
Görevlerimiz gereği Özkök gibi, onlarca yazar, gazeteciyle anlatmadığımız bizi şok eden çok şey yaşadık. Bunları anlatmamamız nezaketimizdendir, acizliğimizden değil. Ancak bizim şahit olduğumuz onca etik yoksunu şeye rağmen, hala bize demokratlık dersi, basın etiği dersi vermelerine de tahammül edemiyoruz artık.
Biz, linç edilmek istenen yazarları, tacize uğrayan bir kadını koruduğumuz için, “şahsiyetsiz, zavallı, menfaat çetesi” oluyorsak, kendi menfaat ve kişisel ikbali için söylemedik yalan, yapmadıkları yalakalık bırakmayanlar ne oluyor, artık milletin takdirine bırakıyorum.
Bu ülke sahte demokratlardan çok çekti. Kabataş’ı köpürtenler, kadın yazarlarımızı linç etmeye kalkanlar, basın etiği havariliği yapanlar, geçmişin intikamının peşindeler. Hepsi Gezi’de fabrika ayarlarına, darbecilerle kol kola girdikleri 28 Şubat ayarlarına geri döndüler.
Askerler bile bugün demokrasiden yana değişti ama Özkök’ün temsil ettiği deri fetişisti zihniyet hala aynı yerde duruyor.