12 Oca 2012 09:19
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:13
YENİ MEDYA DÜZENİNDE İLK ÇATLAK!
Milliyet gazetesi yazarı Kadri Gürsel yeni medya düzeninin amiral gemisi Sabah-ATV'nin satışının ilk çatlak olduğunu yazdı.
‘Yeni medya düzeni’nde ilk çatlak
Ruşen Çakır, 5 Aralık 2011 tarihli “Kara bir ara dönem” başlıklı yazısında okurlarıyla paylaşmıştı; Paris’te Kasım sonunda bir toplantıya katılmış ve orada “ülkeyi yöneten siyasetçiler çok isteseler ve çok uğraşsalar dahi ülkemizde otoriter bir rejim inşa etmelerinin mümkün olmadığını” savunmuş...
Devamında da şöyle diyordu Ruşen: “Çünkü kim ne derse desin, Türkiye’nin asla küçümsenemeyecek bir demokrasi deneyimi ve birikimi var ve sivil toplumun bunun şu ya da bu nedenle bir kere daha rafa kaldırılmasına izin vermeyeceğine inanıyorum.”
Ah, keşke ben de Ruşen arkadaşım kadar iyimser olabilseydim. Tarihin Ruşen’i haklı çıkarmasını çok istiyorum.
Bugüne dönersek, bu “sivil toplum” insanlarının İstanbul’un hangi otelinde kaldıklarını, hangi mekâna devam ettiklerini bilmiyorum. Bilsem gider ve “sivil toplum” denen bu grubun bir listesini çıkarırdım. Eminim bir saatten fazla zamanımı almaz ve öyle uzun bir liste olmazdı. Hatta hemen şuraya 40-50 kişinin adını yazabilirim.
Her neyse... Şaka bir yana, bu sivil toplumun demokrasinin bir kere daha rafa kaldırılmasına izin vermeyeceğine itikat etmeden önce, bu işin üstesinden nasıl ve hangi güçle gelebileceğine kafa yormak lazımdır.
Ve şu ana kadar bu hususta pek bir ipucu elde edebilmiş değiliz. Türkiye’de “seçimli otoriter rejim”in kaba inşaatı bitti çünkü... Hani sivil toplum nerede? Şu ana kadar ne yapmışlar izin vermemek adına, merak ediyorum.
Yanlış anlaşılmasın, sivil toplumu utandırmak gibi bir niyetim yok.
Askeri darbe dönemlerinden asker kontrolünde çıkılmasını ve müstebit sivillerin asker-sivil bürokratlara karşı mutlak iktidarlaşma mücadelelerini “demokrasi deneyimi” sanıyoruz. Demokrasi deneyimimiz aslında kifayetsiz olduğu için sivil toplum bu ülkede güçlenemedi. Ve Türkiye’de “sivil toplumcular”ın sivil toplumdan kalabalık olmasının nedeni de bu...
İyimser değilim ama yeni müstebitlerin limitlerini görmek beni fazla kötümser olmaktan da koruyor.
Yatıp kalkıp şükrediyorum...
Yok, “sivil toplum”a değil, Tanrı’nın bu ülkeden petrol ve doğal gazı esirgemiş olmasına... Ne mutlu bize ki, bu yokluk sayesinde yeni muktedirler, petrol gelirleriyle seçmeni, medyayı, şirketleri vesaire, ebediyen satın almalarına el verecek bir rantiye devlet düzeni kuramıyorlar.
60 yıl geçti, bir türlü “Küçük Amerika” olamadık... Allahtan petrolümüz yok. Yoksa 10 yılda maazallah “Küçük Rusya” olacaktık.
Dev muz cumhuriyeti Rusya’nın Yeltsin sonrasında yerleşen otoriter rejimi, petrol ve doğal gaz gelirleri ile ana akım medyayı “Putinize” etmiştir. Rusya’da bütün belli başlı gazeteler ve televizyonlara doğal gaz devi Gazprom’a bağlı şirketler ya da Putinist entegre oligarklar tarafından sahip olunmuştur. Bu işletmeler hep zarar etse de bütçe açıkları enerji rantı ile sübvanse edilir. Ve bu sayede Putinist medya habercilik, gazetecilik değil, sadece Kremlin propagandası yapar.
Türkiye’de ise “AKP’nin yeni medya düzeni”, kaba inşaatı tamamlanan “seçimli otoriter rejim”i örten sıva olmak işlevini de görecekti...
Ama sıva tutmuyor işte... Çatlıyor.
İlk çatlak, “yeni medya düzeninin amiral gemisi” Sabah-ATV’nin satışa çıkarılmasıyla oluşmuştur.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’ın CEO’su olduğu Çalık Grubu, 2008’de 1,1 milyar dolar gibi fahiş bir fiyatı ödeme taahhüdünün altına sokularak Sabah-ATV’nin sahibi yapılmıştı.
Projenin rasyoneli ekonomik olmaktan ziyade politikti; bir iktidar stratejisinin medya ayağında ana sütunu oluşturuyordu. Ancak, Sabah-ATV başkasına gitmesin diye altına girilen yüksek borç yükü, ciddi finansman risklerini de içeriyordu ve bunları Rusya’daki gibi ilanihaye sübvanse edecek petrol rantı da söz konusu değildi.
Üstelik Sabah-ATV’nin yeni patronları, eski Sabah’ın o muzip, ele avuca sığmayan, zeki gazeteciliğini sürdürme hususunda da ideolojik ve yapısal engelleri yüzünden fazlasıyla kifayetsiz idiler. Gazete, sonunda “AKP’nin Pravdası” haline geldi; marka değerinden de çok şey yitirdi.
Bakalım şimdi hangi babayiğit, gerçek kıymeti bir hayli ucuzlamış yandaş amiral gemisinin muazzam borç yükünün altına girecek? İzleyeceğiz.
Sürdürülebilir bir “yeni medya düzeni” kuramayan iktidarın bütün becerebildiği sonunda medyanın tamamını halletmek oluyor.
Kadri Gürsel/Milliyet
Ruşen Çakır, 5 Aralık 2011 tarihli “Kara bir ara dönem” başlıklı yazısında okurlarıyla paylaşmıştı; Paris’te Kasım sonunda bir toplantıya katılmış ve orada “ülkeyi yöneten siyasetçiler çok isteseler ve çok uğraşsalar dahi ülkemizde otoriter bir rejim inşa etmelerinin mümkün olmadığını” savunmuş...
Devamında da şöyle diyordu Ruşen: “Çünkü kim ne derse desin, Türkiye’nin asla küçümsenemeyecek bir demokrasi deneyimi ve birikimi var ve sivil toplumun bunun şu ya da bu nedenle bir kere daha rafa kaldırılmasına izin vermeyeceğine inanıyorum.”
Ah, keşke ben de Ruşen arkadaşım kadar iyimser olabilseydim. Tarihin Ruşen’i haklı çıkarmasını çok istiyorum.
Bugüne dönersek, bu “sivil toplum” insanlarının İstanbul’un hangi otelinde kaldıklarını, hangi mekâna devam ettiklerini bilmiyorum. Bilsem gider ve “sivil toplum” denen bu grubun bir listesini çıkarırdım. Eminim bir saatten fazla zamanımı almaz ve öyle uzun bir liste olmazdı. Hatta hemen şuraya 40-50 kişinin adını yazabilirim.
Her neyse... Şaka bir yana, bu sivil toplumun demokrasinin bir kere daha rafa kaldırılmasına izin vermeyeceğine itikat etmeden önce, bu işin üstesinden nasıl ve hangi güçle gelebileceğine kafa yormak lazımdır.
Ve şu ana kadar bu hususta pek bir ipucu elde edebilmiş değiliz. Türkiye’de “seçimli otoriter rejim”in kaba inşaatı bitti çünkü... Hani sivil toplum nerede? Şu ana kadar ne yapmışlar izin vermemek adına, merak ediyorum.
Yanlış anlaşılmasın, sivil toplumu utandırmak gibi bir niyetim yok.
Askeri darbe dönemlerinden asker kontrolünde çıkılmasını ve müstebit sivillerin asker-sivil bürokratlara karşı mutlak iktidarlaşma mücadelelerini “demokrasi deneyimi” sanıyoruz. Demokrasi deneyimimiz aslında kifayetsiz olduğu için sivil toplum bu ülkede güçlenemedi. Ve Türkiye’de “sivil toplumcular”ın sivil toplumdan kalabalık olmasının nedeni de bu...
İyimser değilim ama yeni müstebitlerin limitlerini görmek beni fazla kötümser olmaktan da koruyor.
Yatıp kalkıp şükrediyorum...
Yok, “sivil toplum”a değil, Tanrı’nın bu ülkeden petrol ve doğal gazı esirgemiş olmasına... Ne mutlu bize ki, bu yokluk sayesinde yeni muktedirler, petrol gelirleriyle seçmeni, medyayı, şirketleri vesaire, ebediyen satın almalarına el verecek bir rantiye devlet düzeni kuramıyorlar.
60 yıl geçti, bir türlü “Küçük Amerika” olamadık... Allahtan petrolümüz yok. Yoksa 10 yılda maazallah “Küçük Rusya” olacaktık.
Dev muz cumhuriyeti Rusya’nın Yeltsin sonrasında yerleşen otoriter rejimi, petrol ve doğal gaz gelirleri ile ana akım medyayı “Putinize” etmiştir. Rusya’da bütün belli başlı gazeteler ve televizyonlara doğal gaz devi Gazprom’a bağlı şirketler ya da Putinist entegre oligarklar tarafından sahip olunmuştur. Bu işletmeler hep zarar etse de bütçe açıkları enerji rantı ile sübvanse edilir. Ve bu sayede Putinist medya habercilik, gazetecilik değil, sadece Kremlin propagandası yapar.
Türkiye’de ise “AKP’nin yeni medya düzeni”, kaba inşaatı tamamlanan “seçimli otoriter rejim”i örten sıva olmak işlevini de görecekti...
Ama sıva tutmuyor işte... Çatlıyor.
İlk çatlak, “yeni medya düzeninin amiral gemisi” Sabah-ATV’nin satışa çıkarılmasıyla oluşmuştur.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’ın CEO’su olduğu Çalık Grubu, 2008’de 1,1 milyar dolar gibi fahiş bir fiyatı ödeme taahhüdünün altına sokularak Sabah-ATV’nin sahibi yapılmıştı.
Projenin rasyoneli ekonomik olmaktan ziyade politikti; bir iktidar stratejisinin medya ayağında ana sütunu oluşturuyordu. Ancak, Sabah-ATV başkasına gitmesin diye altına girilen yüksek borç yükü, ciddi finansman risklerini de içeriyordu ve bunları Rusya’daki gibi ilanihaye sübvanse edecek petrol rantı da söz konusu değildi.
Üstelik Sabah-ATV’nin yeni patronları, eski Sabah’ın o muzip, ele avuca sığmayan, zeki gazeteciliğini sürdürme hususunda da ideolojik ve yapısal engelleri yüzünden fazlasıyla kifayetsiz idiler. Gazete, sonunda “AKP’nin Pravdası” haline geldi; marka değerinden de çok şey yitirdi.
Bakalım şimdi hangi babayiğit, gerçek kıymeti bir hayli ucuzlamış yandaş amiral gemisinin muazzam borç yükünün altına girecek? İzleyeceğiz.
Sürdürülebilir bir “yeni medya düzeni” kuramayan iktidarın bütün becerebildiği sonunda medyanın tamamını halletmek oluyor.
Kadri Gürsel/Milliyet