Yeni Akit'ten skandal haber: İslam'a en büyük zararı Kemal Sunal verdi!
Gazete, bir blog yazarının yazısını internet sitesinde yayımlarken, Sunal'ın gerçek yüzünün ortaya konulduğunu ileri sürdü.
Yeni Akit gazetesinin internet sitesi yeniakit.com.tr, 16 yıl önce
bugün hayata gözlerini yuman Kemal Sunal’ın, İslam’a en büyük
zararı verdiğini öne sürdü. Yeni Akit, bir blog yazarının yazısını
internet sitesinde yayımlarken “Deniz Balaban, İslam'a en büyük
zararı veren Yeşilçam'ın baş aktörlerinden olan Kemal Sunal
hakkında "Kemal Sunal Filmleri Özelinde Eski Türk Filmlerinin
Zararları" başlıklı çarpıcı bir blog yazısı kaleme alarak gerçek
yüzlerini ortaya koydu” ifadelerini kullandı.
Yeni Akit’in Kemal Sunal'ın İslam'a en büyük zararı veren aktör
ilan ettiği yazı şöyle:
Günümüzde bazı kanalların hiç durmadan haftada en az bir iki kere,
90'larda ise özel televizyon furyasının başlaması ile birlikte,
neredeyse sinema filmi yayınlayan tüm kanalların bıkıp usanmadan
verdiği Kemal Sunal filmlerinden en azından birkaçını (misal Kibar
Feyzo) izlemeyen yoktur herhalde bu topraklarda yaşayan. Televizyon
kanallarının çok işine gelir bu tür filmler çünkü hiç maceraya
atılmadan, "tutar mı tutmaz mı" endişesi yaşamadan, stabil bir
reyting oranı tutturmak işten bile değildir. Bir milyonuncu kez de
yayınlasanız, mutlaka izleyecek ve gülecek birileri vardır
(yurdumun tedbirsiz mülsümanları başta olmak üzere maalesef). Daha
yeni, birkaç bin dolar verip de aldığınız yabancı bir filmin ilk
gösteriminin ne olacağı ise meçhuldür. Peki ama bu filmlerin bu
kadar tutmasının sebebi nedir, bunlara bakalım:
Zikredilmesi gereken en önemli husus Kemal Sunal'ın oynadığı
rollerdir. Bu rollerde Sunal genelde fakir, saf, patavatsız,
aptallık sınırında dolaşan sıradan bir karakteri canlandırmaktadır.
Bu karakterler, kimi zaman köyden şehre göçmüş ezilen sınıfın bir
ferdi, kimi zaman köyde veya kırsalda tesadüfler sonucu düzene ve
düzenin temsilcisi "ağa"ya "problem" çıkaran bir maraba, bazen
arkasında herhangi bir güç ve irade olmaksızın para ve mal sahibi
katı kalpli kapitalistlere meydan okuyabilen bir "ortadirek", bazen
sevdiği kıza kavuşup evlenebilmek için başlık parası denkleştirme
sıkıntısındaki bir genç, kapıcılığını yaptığı apartmanın
sakinlerinin her birini ayrı ayrı idare edebilen uyanık bir kapıcı
olarak vücut bulur.
Bu filmlerin bir diğer önemli özelliği, filmin ilk yarısındaki
ezilmiş, aşağılanmış, gururu ile oynanmış, itibardan düşürülmüş
karakterin, filmin ikinci yarısındaki intikam alabilme özelliğidir.
Ama bu öyle Tarantino filmlerindeki girift ve planlı programlı
intikam alma şekli değildir. Kıvrak, pratik zeka ve tesadüflerle
yoğrulmuş ve "kötü" olarak gösterilen karşı tarafın utanılacak ve
gülünecek hale düşürülmesi şeklinde bir intikamdır. Yıkılamayacak
veya sarsılamayacak, dokunulmaz olarak görünen "güç"ün foyasının
ortaya çıkarılması ve "bakın ben şu saf, aptal ve sıradan halimle
bile yapabiliyorum, aynısını siz de yapabilirsiniz" telkinidir.
Bu tür filmlerin başka bir özelliği, izleyeni yormamasıdır.
İzleyici, ta filmin en başından kötü ve iyi tiplemeleri ve zamanı
gelince "iyi"nin "kötü"yü alt edeceğini bilmektedir. Yani yeni ya
da orijinal hiçbir şey yoktur.
Şu haliyle Kemal Sunal filmlerinin (ve buna benzer yapımların)
görünürde bir zararı yok gibi duruyor. Fakat maalesef bu filmlerin
masum sayılamayacak vasıfları da var. Bu vasıfları üç ana başlıkta
ele alacak olursak:
1. Dikkat etmişsinizdir muhtemelen, özellikle sosyal, siyasi
içerikli ve mesajlı ikinci dönem Kemal Sunal ve genelde buna benzer
yapımların örgüsünde, filmdeki "kötü" karakterlerinden biri de,
diğer karakterlere göre biraz daha "dindar" görünen tiplemelerdir.
Bu filmlerde, izleyicinin gözüne hemen sokuluveren "dindar"
karakteri, dini dünya çıkarları içi kullanan, mevcut yağma ve
ağalık veya kapitalist düzeninin bekası için elinden geleni yapan,
üçkağıtçı, hırsız, kul hakkı yiyen, şehevi arzularının peşinde
elalemin karısına kızına sarkabilen ve zina etmekten korkmayan,
çıkarı için içki içmekten çekinmeyen her bakımdan "pis" bir tiptir.
Bu karakter çoğu zaman imamdır ancak bazı durumlarda işçi sınıfının
düşmanı olarak bir işveren, kanaat önderi yoz bir kişilik ya da
sıradan bir bakkal ya da esnaftır. Filmdeki esas oğlan, safi
kötülük olan karşı tarafla mücadele ederken, kötü tarafa her
şekilde yardımcı olduğu gayet belli olan bu "dindar" tipleme ile de
mücadele etmek zorundadır. "İyi" karakter, çok defa, bu dindar
tiplemeye, İslamiyet'i ve Kur'an-ı Kerim'i ("kitabın neresinde
yazıyor bu" gibisinden göndermelerle) iyi bilmediğini ve kendisinin
hem din sahasında hem de insan hakları sahasında daha üstün
olduğunu belli eder ve onu en azından etraftakilerin gözünden
düşürerek alay konusu yapar. Verilmek istenen mesaj gayet açıktır;
dindar olmak yobazlığa sebep olur, en temel insan ve çalışan
hakları konusunda kişiyi kör eder, kötü güçlere kolayca teslim
olunup onlarla birliktelik yapmak daha kolay olur. Esas oğlan
"kıvamı"nda ise; dini doğru anlamak, insan ve işçi haklarına tam
riayet ve kötülüğe karşı kararlı bir karşı duruş "erdem"i vardır.
Bu hal, özellikle Kemal Sunal, Şener Şen ve İlyas Salman'ın
başrolleri paylaştığı ya da ayrı ayrı başrolde oldukları
prodüksiyonlarda kendini bariz bir şekilde gösterir.
2. Yukarıda zikredilen isimler ve özellikle de Kemal Sunal,
oynadığı filmlerin kahir ekseriyetinde, İslam ile yoğrulmuş Anadolu
kültüründe sık karşılaşılan ve hürmet edilen isimler ile
özdeşleşmiştir. Çok bariz bir örnek olması açısından, "Şaban" ismi
neredeyse Sunal'ın göbek adı gibidir. Hatta bazı yörelerde ve yurt
dışında Türk popülasyonun olduğu yerlerde bu filmler "Şaban
Filmleri" olarak anılır. "Şaban" ismi, bilindiği üzere mübarek
sayılan "Üç aylar"dan biridir. Kemal Sunal bu ismi, bihassa saf ve
aptal rollerini üstlendiği filmlerde kullanır (ya da
kullandırılır). Kemal Sunal filmlerinin yaygınlaşması ve tekrar
tekrar verilmesiyle, Şaban, Ramazan, Apti, Hüsnü, Rıfkı, Kamil gibi
hürmet edilen isimler, alay edilen ve her şey için kullanılan
isimler olmaya başladı. Sokakta oynayan çocuklardan, aptal ve saf
gibi görünenleri ile "Şaban" diye dalga geçildi. Ronaldo ve
Messi'nin adlarını hayranlıkla söyleyen gençler, Şaban ve Ramazan
isimleri ile eğlenir oldu. Bu zamanda ortalama bir semtte oturan
bir anne-babanın, çocuğuna "Şaban" ismini, çok istese bile, vermesi
kolay olur mu dersiniz?
3. 70'li ve 80'li yıllarda sinemamızı domine eden ve özel
televizyonculuğun başlaması ile birlikte evimize giren bazı
filmlerdeki iyi görünen karakterlerden bazıları (büyük bir
ustalıkla) ailemizden biri gibi gösterilmeye çalışılmıştır. Başta
Münir Özkul ve Adile Naşit olmak üzere, Hulusi Kentmen, Kadir
Savun, Selim Naşit, Ayşen Gruda gibi isimler, o sıcak(!) aile
filmlerinde bizden biri olarak resmediliyordu. Bu "aileden biri"
görünümlü müşfik ve babacan karakterler, bir taraftan haksızlıkla,
kapitalizmle, sömürü düzeni ile mücadele ederken, ne enteresandır,
kızının sevgilisi ile gece geç saatlere kadar dışarıda
"takılma"sına ses çıkarmak şöyle dursun, bu tür ilişkileri teşvik
eden, aileyi akşam yemeği için topladığında ya da efkarlandığında
hanımı ile birlikte rakı içen (ve bunu düzenli olarak yaptığı gayet
açıktır), yeri geldiğinde "geri kafalı"(!) olunulmaması gerektiğini
salık veren hatta "yobazlık" adı altında, dini emir ve yasaklarla
alay edebilen karakterlerdir de aynı zamanda. Bu karakterleri,
mesela namaz kılarken görmek neredeyse imkansızdır. Şayet bir
bayram seyran vesilesi ile görülse bile, sanki hayatında hiç namaz
kılmamış ya da sette nasıl namaz kılınacağını gösterebilecek tek
bir insan yokmuşçasına, baştan savma olduğu belli olan bir şekilde
görülür. Siz, Anadolu'nun herhangi bir yerinde yaşayan, öyle pek de
fazla dindar olmayan, yukarıda sayılan vasıfların hepsine birden
haiz, ortalama bir Sünni aileyi tasavvur edebiliyor musunuz? Burada
da verilmek istenen mesaj bariz ortadadır; iyi bir birey ve sorumlu
bir aile babası olmak için dindar olmaya gerek yok, hatta dinin
yasaklarını çiğneyip, emirlerini yerine getirmesen dahi fazla dert
etmeye lüzum yok!
Söz konusu filmlerin senaristlerinin, senaryoların kaynağı olan
kitapların yazarlarının ve yönetmenlerinin, bu milletin değerlerine
uzaklaşmış, sırt çevirmiş ve hatta düşmanlaşmış tedrisattan geçmiş
olmaları, İslamiyet'in tam bir "öcü" olarak resmedildiği yılların
tohumu olmaları (müzik sahasındaki çabaları da unutmayalım ), bu
karakter canlandırmalarındaki en önemli faktördür. Toplumda, binde
bir görülebilecek bir tipin (hatta bu senarist ve yapımcıların
yaşadığı dönemlerde örnekleme yapabilecek derecede dahi kalmayan),
neredeyse her yapımda zikredilen kötü vasıflarla mücehhez olarak
gösterilmesi, "yabancılaşmış aydınlar"ın, üstlendikleri "toplum
mühendisliği" rolü ile toplumu, kafalarındaki çerçeveye hapsetme
maksadının tezahürü değil midir?
Şimdi akla şu sual geliyor: Bu yapımlarda rol alan aktör ve
aktrisler bu durumdan bihaber mi? Eğer bihaberse kötü, eğer
haberdarsa daha da kötü!
"Muhafazakar" diye geçinen televizyon kanallarının, bu filmleri
gece gündüz yayınlamasına ne demeli onu bilemiyorum?!