Yeni Akit yazarından 'yükselen politikacılara' uyarı: Stalin Sendromu'na dikkat!
Faruk Köse: Politikacı, 'Stalin sendromu' hususunda dikkatli olmalıdır
Politikacıların “giderek etrafına karşı kuşkucu olmaya ve komplo
saplantılarıyla yaşamaya başlaması”nı eski SSCB lideri Josef
Stalin’e atfen “Stalin sendromu” olarak nitelendiren Yeni Akit
yazarı Faruk Köse, “Bu, politikacıyı bekleyen en büyük tehlikelerin
başında yer alır” dedi.
Faruk Köse, yazısında “Yükselen politikacı’yı bekleyen en önemli
tehlikedir ‘Stalin Sendromu’ Politikacı, ‘Stalin Sendromu’
hususunda dikkatli olmalıdır. Çünkü buna kapılan politikacının
paranoyası etrafını tasfiyeyle bitmez, kısa zamanda etki ettiği her
şeyi tüketir” ifadelerine yer verdi.
Faruk Köse’nin Yeni Akit gazetesinin bugünkü (11 Şubat 2015)
nüshasında yayımlanan, “Politikacıyı bekleyen tehlike: Stalin
Sendromu...” başlıklı yazısı şöyle:
‘Politikacıyı bekleyen tehlike:Stalin Sendromu...’
Stalin, Lenin sonrası SSCB’nin başına geçen isim. İnsan hayatına
hiç değer vermemiştir ve bunu, “bir insanın ölümü trajiktir, on
insanın ölümü dramatiktir, bir milyon insanın ölümü ise sadece bir
istatistiktir” sözüyle ifade etmiştir. Nitekim iktidardayken
milyonlarca (10 milyon ilâ 20 milyon arasında deniyor) insanı
öldürttüğü söylenir.
Başlıkta belirttiğim “Stalin Sendromu” ise benim kullandığım bir
kavram; terminolojide yok. “Politikacıların, belli bir çıtayı
aşınca ne hale geldikleri”ni ifade için bu kavramı kullanıyorum ve
şimdi “Stalin Sendromu”nun “nasıl bir hal” olduğundan söz
edeceğim.
Stalin, muhalifleri tasfiye etmek için öldürtmek, “toplama
kampları”na sürgün etmek dahil her yola başvurdu. Tek görevi
kendine muhalif olanları fişlemek ve ortadan kaldırmak olan gizli
polis teşkilatı kurdu. Kurduğu “mutlak bir otorite”ye tehdit
algıladığında, eline geçirdiği “devlet gücü”nü “kitlesel sürgünler”
ve akıl almaz kıyımlarda kullanmaktan çekinmedi. Sivil ve askeri
bürokrasideki rakiplerini ve muhaliflerini katlettirdi, tüm
“muhalif unsurları yok etti.” Hatta, “siyasi muhalefet”in “gizli ve
terörist bir örgüt” haline geldiğini söyleyerek, muhalefeti
susturmak için hiçbir uygulamadan kaçınmadı. Tasfiye edeceklerini
“yabancı istihbarat birimleriyle işbirliği yapmak”la suçladı.
Güvenlik polisini “kendine bağlı infaz timi” olarak kullandı.
Oluşturduğu “kişisel koruma birimi”ni yeniden örgütleyip “kendi
denetiminde bir istihbarat servisi”ne dönüştürdü. Muhalefetin
güçlenmesi üzerine “demir yumruk politikası”na geçerek, bürokraside
“büyük temizlik”i başlattı. Kesinlikle devrimci olduğu bilinen
sanıklar, “Moskova Davaları”nda akıl almaz suç, cinayet ve ihanet
ithamlarıyla yargılandı. Tüm muhalifler “sahte suçlamalar”la hapse
atıldı veya “toplama kampları”na sürgün edildi. “Uydurma
kanıtlar”la insanlar yargılanıp “kararı önceden belli cezalar”a
çarptırılarak tasfiye edildi. Akabinde “tüm devlet kadrolarına
kendine bağlı kişiler”i atadı.
Stalin’in kurduğu otorite, “kişiye tapınma”yı zorlayan bir yapı
oluşturdu. Dokunulamaz, itiraz edilemez, dediği dedik, sözünün
üstüne söz söylenemez, her tarafı kontrol ve idare altında tutan
bir liderlik vasfını takındı. Bu “kişiye tapınma” öylesine
abartıldı ki, o artık “tüm halkların dahi babası”ydı. Politikadan
bilime, sanattan felsefeye, ekonomiden mimariye, her alanda onun
belirledikleri aynen kabul edildi. Eline geçirdiği büyük yetki ve
gücü öyle kullandı ki, “kendi itibarını korumak için başka herkesi
ve her şeyi itibarsızlaştırmak”tan çekinmedi.
Bunlar, Stalin’in yaptıklarından birkaç örnek. Benim “Stalin
Sendromu” dediğim şey ise, Stalin’in “giderek etrafına karşı
kuşkucu olmaya ve komplo saplantılarıyla yaşamaya başlaması”dır.
Bu, politikacıyı bekleyen en büyük tehlikelerin başında yer
alır.
“Stalin Sendromu”na yakalanan politikacı, “etrafında kim varsa
kendisine komplo kurduğunu, konumundan etmeye çalıştığını
zannetmeye, buna dair kurgularını gerçekmiş gibi algılamaya ve
sunmaya” başlar. Kurgularını delillendiremediğinde yalana başvurur
ve bir süre sonra, kendi yalanlarının mutlak hakikatler olduğunu
zanneder; hatta herkesten öyle algılamasını bekler. Ürettiği
düşmanlarını yok etmek için hiçbir hak ve adalet ölçüsünü gözetmez.
Sadece “anlık politik durumu”nu odaklandığından, bir paranoyasının
işlevi bittiğinde terk eder, dün yere batırdığını bugün göğe
çıkarabilir. Konumunu korumak için “sürekli mücadele edeceği bir
düşman” üretir ve onunla mücadelesinde takipçilerini de ardından
sürükleyip, “tüm toplumu etkileyecek işler”e girişir.
Stalin Sendromu’nun ileri safhasında politikacı, kendi
paranoyasından ürettiği ve kendisini konumundan etmeyi plânladığını
sandığı düşmanlarını yakınlarında aramaya başlar. Tıpkı Stalin
gibi, o zamana kadar o konumunu kazanmasında ve sürdürmesinde en
büyük emeği bulunan yakın çevresinden kuşkulanmaya başlayınca
onları tasfiye eder. Nihayetinde yakın çevresini harcar ve
kendisini “kutsal lider” gibi gören yeni bir çevre oluşturur.
Bunların goygoylarıyla, “düne kadar omuzlarında yükseldiği yol
arkadaşları”nı bugün bir kalemde çizer ve tasfiyesi için, elinin
uzandığı tüm güçleri harekete geçirir.
“Stalin Sendromu”nun en önemli özelliklerinden biri, takipçilerinin
“düşünce/fikir üretimi”ni kısıtlaması, hatta yok etmesidir. Nitekim
“politik kariyer”i ve “bulunduğu makam”ı itibariyle kendisi için
zararlı gördüğü, önünü kesebileceğini düşündüğü hiçbir fikre, fikir
üretimine ve fikir sahibine tahammül edemez; “düşünme”yi ve
“akletme”yi önlemek için ne gerekiyorsa yapar. Nitekim Stalin bunu
şöyle ifade etmiştir: “Fikirler silahlardan daha güçlüdür. Biz
düşmanlarımızın silah sahibi olmalarına izin vermedik, neden fikir
sahibi olmalarına izin verelim ki?”
“Yükselen politikacı”yı bekleyen en önemli tehlikedir “Stalin
Sendromu.” Politikacı, “Stalin Sendromu” hususunda dikkatli
olmalıdır. Çünkü buna kapılan politikacının paranoyası etrafını
tasfiyeyle bitmez, kısa zamanda etki ettiği her şeyi tüketir.