Yeni Akit yazarından olay çıkartacak "İslamcılık" yazısı!
Akit gazetesi yazarı Kenan Alpay, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Tekkeye mürid aramıyoruz" sözleri üzerine çok tartışılacak bir yazı kaleme aldı.
Yeni Akit yazarı Kenan Alpay, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın
"İslamcı olanlar atılıyor, İslamcı olmayanlar getiriliyor'
deniliyor. Bir siyasi partinin çalışmalarında, İslamcı olmak ya da
olmamak şeklinde bir ayrım yapmak zaten yanlış. Biz tekkeye mürit
aramıyoruz ki" sözleriyle ilgili olay çıkaracak bir yazı kaleme
aldı.
Akit yazarı Alpay, "AK Parti’nin tekkeye mürid aramaması kadar
İslamcıların da şu veya bu tekkeye mürid olmayacağı, “gassalın
önündeki meyyid gibi” teslim olmak üzere mürşidler aramadı
aşikârdır" ifadesine yer verdi.
"Bu durumda bir tarafta Amerika’ya, İsrail’e, Esed’e, Sisi’ye,
NATO’ya karşı İslamcılık temelinde sürdürülen mücadeleleri Raşid El
Gannuşi’den Halid Meşal’e değin örnekleyerek savunan siyasi bir
lider olarak Tayyip Erdoğan var" diyen Alpay, "Diğer taraftaysa
Pelikan gibi dar bir menfaat şebekesinin ihtiraslarına İslamcılığı
ve İslamcıları kurban eden siyasal bir lider olarak Tayyip Erdoğan
var" ifadesini kullandı.
"Pelikan Dosyası" adıyla Wordpress'te açılan bir blogda
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve eski Başbakan Ahmet Davutoğlu
arasında yaşanan anlaşmazlıklara dair iddialar içeren yazı, sosyal
medyada gündem olmuştu. Yazıda, Erdoğan "Reis", Davutoğlu ise
"Hoca" olarak tanımlanıyordu.
Kenan Alpay'ın "Siyaset, Sırat-ı Müstakim ve İslamcılık" başlığıyla
yayımlanan yazısı şöyle:
Son derece hayati bir tartışma olmasına rağmen kurgu ve kronolojide
birtakım yanlışlıklar, çarpıtmalar veya en azından muğlaklıklar
var. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Hindistan dönüşü yaptığı
değerlendirmeler içinde İslamcılık meselesiyle ilgili dikkatle
bakınca bir kopukluk veya bağlam kayması görülüyor. Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın konuşmasının ilgili bölümü şöyleydi: “İslamcı olanlar
atılıyor, İslamcı olmayanlar getiriliyor” deniliyor. Bir siyasi
partinin çalışmalarında, İslamcı olmak ya da olmamak şeklinde bir
ayrım yapmak zaten yanlış. Biz tekkeye mürit aramıyoruz ki.”
Mesele ne zaman ve kimler marifetiyle kamuoyunda infial oluşturacak
şekilde gündeme sokulmuştu, bir hatırlayalım? Cem Küçük ve Cemil
Barlas bir TV programında Amerika ve İsrail’le ilişkilerin
geliştirilmesi bağlamında Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti’ye
şöyle bir yol haritası öneriyorlardı: “Radikal-siyasal İslamcılarla
yolları ayır. FETÖ ile ayrışıp kavgaya tutuştuğun gibi Batı düşmanı
İslamcılarla da ilişkiyi bitir.”
Değişmeyen Düşman mıdır İslamcılık?
İslamcı olarak bilinen veya nitelenenlerden değil de İslamcılığı
öncelikli tehdit konsepti çerçevesinde değerlendirenlerin açtığı
bir bahisti bu. İçeriden bir şikâyet, sitem değil de dışarıdan bir
telkin hatta mecburi istikamet bildiriliyordu esasında. Acaba Sayın
Cumhurbaşkanı bu konuşmaları ve takip eden hem akıl hem de edep
dışı tehditkâr yayınları izleyebildi mi? Bu saldırgan, muhalif bile
değil alenen içeriden düşman üretmeyi kışkırtan kampanyanın kamuoyu
nezdinde ne düzeyde rahatsızlık oluşturduğunu takip etme imkânı
bulabildi mi? Bu gibi sorular aynı oranda AK Parti’nin tüm yönetim
birim ve kadroları için de geçerlidir.
İslamcılık tartışmalarının önünde AK Parti’den süreç içerisinde
değişik düzeylerde ayrışmış kadrolara karşı ağır sitemler hatta
ibreyi farklı yöne çevirenler için suçlamalar yer alıyor. Hemen
akabinde ise İhvan-ı Müslimin, Hamas ve Nahda hareketlerine yönelik
uluslararası arenada terörist suçlamalarına karşı yaptığı
savunmaları ifade ediliyor. İslamcılık ideolojisi, kadrosu ve
mücadelesi tartışılabilir ama bu hareketlerin İslamcı çizgide
oldukları her halde tartışılamaz. Bu durumda Cumhurbaşkanı Erdoğan
Amerika’ya, İsrail’e, NATO’ya karşı Mısır’da, Filistin’de, Tunus’ta
hatta dünyanın pek çok farklı noktasında İslamcılığı/İslamcıları
savunuyor da iş Türkiye’ye gelince mi tasfiyeye soyunuyor? Burada
en hafif tabirle bir tutarsızlık dahası onca risk üstlenerek
sürdürülen ahlaki-hukuki standartları yüksek bir mücadele adeta
inkâr ediliyor.
Bu durumda bir tarafta Amerika’ya, İsrail’e, Esed’e, Sisi’ye,
NATO’ya karşı İslamcılık temelinde sürdürülen mücadeleleri Raşid El
Gannuşi’den Halid Meşal’e değin örnekleyerek savunan siyasi bir
lider olarak Tayyip Erdoğan var. Diğer taraftaysa Pelikan gibi dar
bir menfaat şebekesinin ihtiraslarına İslamcılığı ve İslamcıları
kurban eden siyasal bir lider olarak Tayyip Erdoğan var. Birbiriyle
taban tabana zıt bu tutum ve tercihleri telif etmek pek kolay
olmasa gerek. Genel manada ifade etmek gerekirse İslamcılık
ideolojisi ve İslamcı kadrolara karşı savaş açması istenen ya da
tasfiye harekâtı başlatması telkin edilen siyasal lider İslamcı
ideoloji ve mücadeleden beslenen bir kişi. AK Parti’nin muhafazakâr
demokrat kimliği referans aldığını ısrarla tekrar etmesi hatta
siyasal mücadele içerisinde sergilenen kimi yanlışlar ve
yalpalamalar dahi bu durumu değiştirecek bir karakter arz etmiyor
denilebilir.
İlkelerin Mücadelesi
“Tekkeye mürid aramıyoruz” sözünün de bu bağlamda kritik edilmesi
icap eder. AK Parti’nin ilke ve öncelikleri kurucu ve kadrolarını
bağlar tabii ki. Ancak İslamcılık eksik, yanlış veya çelişkili
gördüğü her duruma faili kim olursa olsun muhalefet etmek ve
doğrusunu önermekle mükellef bir harekettir. AK Parti’nin tekkeye
mürid aramaması kadar İslamcıların da şu veya bu tekkeye mürid
olmayacağı, “gassalın önündeki meyyid gibi” teslim olmak üzere
mürşidler aramadı aşikârdır. Trenden inenler, pazara kadar
arkadaşlık edenler ne kadar ve nasıl İslamcılardır ayrı bir
tartışma konusudur. Lakin yol arkadaşlığını ve gönül dostluğunu
sıratı müstakim üzerinde sapmadan ve istikrarla sürdürme
mücadelesinde elbette ki Kur’an-ı Kerim’in ve Hz. Muhammed
Mustafa’nın (a.s.) öğretileri her zaman rehber ve hakem
olacaktır.
Siyasetin merkeze aldığı İslamcılık-İslamcılar tartışmasının ne
düzeyde ahlaki bir boyut taşıdığını masaya yatırmak durumundayız.
İslamcılık ve İslamcılar mevzusunda konuşurken Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın literatürü sizce seküler, ulusalcı veya oportünist
hattan mı neşet ediyor yoksa İslami aidiyete mi yaslanıyor? Tam da
bu literatürden ilerleyecek olursak Ulûhiyet ve Rububiyet taslamak
kimsenin haddine değildir elbette. Fakat burada tekfircilik ve buna
bağlı olarak üreyen şiddetten ziyade birilerinin tıpkı Amerika ve
İsrail gibi 28 Şubatçı ve Fetullahçı cunta örneklerinde görüldüğü
üzere Müslümanlara hayatiyet kazandıran “emri bil maruf nehyi anil
münker” ilkesine karşı ahlaksız bir savaş açtığını gözden
kaçırmayalım.
Kemalistlerin ‘Seküler İslam’ projesi gibi Fetullahçıların ‘Ilımlı
İslam’ projesi de Batı’nın ancak askeri darbeler marifetiyle tahkim
edebileceği tuzaklardı. Bu tuzaklar büyük bedeller ödenerek boşa
çıkarıldı. Siyasal-radikal İslam suçlamalarını bugün
tırmandıranların “Erdoğan aşığı, Reis tutkunu” maskesi takan
Pelikanlar olması şaşırtıcı değil. Hindistan dönüşü uçakta verdiği
beyanatlar üzerinden “Tayyip Erdoğan İslamcıları hızla tasfiye
edecek, Türkiye’yi seküler temelde yerli ve milli bir kimlikle
yeniden inşa edecek” naraları eşliğinde ilan edilen zaferin hakikat
değerini hep birlikte test edeceğiz.
Bilmeyenler veya unutanlar için hatırlatalım: İslamcılık,
Resul-Nebi dahi olsa kişi veya iktidar merkezli bir mücadele
değildir.