06 Eki 2010 08:47
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:41
YAYINCILIKTA SON NOKTA; TELEVİZYON TARİHİ BÖYLE YAPIM GÖRMEDİ!
Televizyoncu Yalçın Çakır, Flash TV ekranlarında yeni bir reality show programına başladı. Adı, 'Aradakiler'...
Yayıncılıkta son nokta: Aradakiler!
Bazı meslektaşlarımızın "format dahisi" olarak adlandırdıkları televizyoncu Yalçın Çakır, Flash TV ekranlarında yeni bir reality show programına başladı. Adı, ’Aradakiler’...
Programda, tanıdıklarına ya da akrabalarına ulaşılamadığı için morgda bekletilen ve kimsesizler mezarlığına defnedilen insanların ailelerine kavuşturulmaları amaçlanıyor. Kayıp yakınları stüdyoya gelip izleyicilerin göremeyeceği şekilde, yalnızca onlara gösterilen ’olay yeri’ fotoğraflarından yakınlarını teşhis etmeye çalışıyorlar. ’Aradakiler’ aslında aylardır "ölüsüne de dirisine de razıyım" diye gözyaşı döken kayıp yakınlarına yardımcı olmak, emniyetteki dosyaları hafifletmek, bu konuda farkındalık yaratmak adına ilk bakışta ’faydalı’ bir program gibi görünüyor.
Kayıp yakınlarının canlı yayında yaşayacakları psikolojik travmaları önleyebilmek adına stüdyoda uzman bir psikoloğun bulunması da doğru bir yaklaşım. Ama gelin görün ki, bunun emniyetteki bir oda yerine bir canlı yayın stüdyosunda yapılmasını anlamak mümkün değil. Hele ki bazı yerleri mozaiklenmesine rağmen, ekrana sürekli ’ceset görüntüsü’ getirmek, etik yayın ilkeleriyle ne derece bağdaşır, o da ayrı bir soru işareti. Zira program, -sunucu Yalçın Çakır her ne kadar ikazda bulunsa da- saat 20.30 gibi çocukların ekran başında bulundukları bir saatte yayınlanıyor. O anda oğlunu, kızını, babasını, annesini bilgisayar ekranında kanlar içinde, rengi değişmiş, vücudu şişmiş bir halde görecek kayıp yakınının yaşadığı dramı insanlara ’anında’ izletmenin, ’reyting sağmak’ dışında bir fayda getireceğine de inanmıyorum.
Programda gelişen birkaç diyalog ise izlemeyenlerin fikir sahibi olmasına yardımcı olacaktır diye düşünüyorum. Yalçın Çakır: Kızım bak, fotoğraftaki ceset kardeşine benziyor. Kız: Hayır, kardeşimin alnında dikiş izi vardı. Kanlardan göremiyorum bu fotoğrafta orayı. Çakır: Ben zoom’ladım da baktım, bunda da var işte kızım. Kız: Bilmiyorum, kanlardan anlayamıyorum, kardeşim olabilir de, olmayabilir de...
Çakır: Kızım benziyor bu kardeşine, denizden çıkartmışlar bu cesedi, değişmiştir rengi. Bir başka vakada gözleri bantlı bir ceset fotoğrafı ekrana veriliyor. Yanında bir robot resim de var. Telefonla arayan izleyici konuşuyor: Biz bu ölen adamı tanıyoruz, yakınımız olur. Çakır: Çoluğu çocuğu var mı bunun? Seyirci: Hayır ama evliydi. Çakır: İnşallah programı izlemiyordur karısı filan şu anda... Evet, televizyonculuğumuzun gelip dayandığı son nokta budur... Bunun psikoloji literatüründe bir adı var. Ama söylemeye dilim varmıyor...
Yüksel Aytuğ / Sabah
Bazı meslektaşlarımızın "format dahisi" olarak adlandırdıkları televizyoncu Yalçın Çakır, Flash TV ekranlarında yeni bir reality show programına başladı. Adı, ’Aradakiler’...
Programda, tanıdıklarına ya da akrabalarına ulaşılamadığı için morgda bekletilen ve kimsesizler mezarlığına defnedilen insanların ailelerine kavuşturulmaları amaçlanıyor. Kayıp yakınları stüdyoya gelip izleyicilerin göremeyeceği şekilde, yalnızca onlara gösterilen ’olay yeri’ fotoğraflarından yakınlarını teşhis etmeye çalışıyorlar. ’Aradakiler’ aslında aylardır "ölüsüne de dirisine de razıyım" diye gözyaşı döken kayıp yakınlarına yardımcı olmak, emniyetteki dosyaları hafifletmek, bu konuda farkındalık yaratmak adına ilk bakışta ’faydalı’ bir program gibi görünüyor.
Kayıp yakınlarının canlı yayında yaşayacakları psikolojik travmaları önleyebilmek adına stüdyoda uzman bir psikoloğun bulunması da doğru bir yaklaşım. Ama gelin görün ki, bunun emniyetteki bir oda yerine bir canlı yayın stüdyosunda yapılmasını anlamak mümkün değil. Hele ki bazı yerleri mozaiklenmesine rağmen, ekrana sürekli ’ceset görüntüsü’ getirmek, etik yayın ilkeleriyle ne derece bağdaşır, o da ayrı bir soru işareti. Zira program, -sunucu Yalçın Çakır her ne kadar ikazda bulunsa da- saat 20.30 gibi çocukların ekran başında bulundukları bir saatte yayınlanıyor. O anda oğlunu, kızını, babasını, annesini bilgisayar ekranında kanlar içinde, rengi değişmiş, vücudu şişmiş bir halde görecek kayıp yakınının yaşadığı dramı insanlara ’anında’ izletmenin, ’reyting sağmak’ dışında bir fayda getireceğine de inanmıyorum.
Programda gelişen birkaç diyalog ise izlemeyenlerin fikir sahibi olmasına yardımcı olacaktır diye düşünüyorum. Yalçın Çakır: Kızım bak, fotoğraftaki ceset kardeşine benziyor. Kız: Hayır, kardeşimin alnında dikiş izi vardı. Kanlardan göremiyorum bu fotoğrafta orayı. Çakır: Ben zoom’ladım da baktım, bunda da var işte kızım. Kız: Bilmiyorum, kanlardan anlayamıyorum, kardeşim olabilir de, olmayabilir de...
Çakır: Kızım benziyor bu kardeşine, denizden çıkartmışlar bu cesedi, değişmiştir rengi. Bir başka vakada gözleri bantlı bir ceset fotoğrafı ekrana veriliyor. Yanında bir robot resim de var. Telefonla arayan izleyici konuşuyor: Biz bu ölen adamı tanıyoruz, yakınımız olur. Çakır: Çoluğu çocuğu var mı bunun? Seyirci: Hayır ama evliydi. Çakır: İnşallah programı izlemiyordur karısı filan şu anda... Evet, televizyonculuğumuzun gelip dayandığı son nokta budur... Bunun psikoloji literatüründe bir adı var. Ama söylemeye dilim varmıyor...
Yüksel Aytuğ / Sabah