04 Mayıs 2010 13:51
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:16
'YAYIN YÖNETMENLİĞİ SÜRESİNCE GÜNDÜZLERİ ÇOĞU ZAMAN UYUKLADI'
"Onun yıllardır bana söylediği yalanların öcünü alıyormuş gibi kendimi iyi hissederim ona yalan söylediğimde."
Ertuğrul Özkök’ten herhangi bir şey alabilmenin imkansızlığı üzerine
Wall Street Journal’ın yeni New York baskısını acilen getirtmek zorundaydım.
Bunu kendi imkanlarımla getirtmem, kronik parasızlıktan şikayet imajımı zedeleyebilirdi.
Başka bir insanı gazeteyi getirtmesi için ikna etmem gerekiyordu. Bu operasyon için Ertuğrul Özkök ideal isimdi.
Her şey bir yana ona yalan söylemek de prensip itibarıyla genelde hoşuma gider. Onun yıllardır bana söylediği yalanların öcünü alıyormuş gibi kendimi iyi hissederim ona yalan söylediğimde.
Mesajlar attım ve telefonlar ettim ve Wall Street Journal gazetesini, onun hemen görmesinin ne kadar da önemli bir mesele olduğuna ikna ettim kendisini.
Ona küçük miktarlarda da olsa para harcatıyor olmanın verdiği ilave keyif de vardı işin içinde.
***
Neyse hemen getirteceğim dedi ve gerçekten de getirtti. Fatih Altaylı ile benim ortak yorumumuz bunun bir mucize olduğuydu çünkü onun bir sözünü bu kadar hızla ve net tutmuş olması hayırlı bir gelişme değildi. Galiba ölümü yaklaşmış olmalı bu radikal karakter değişimini başka türlü açıklamanın imkanı yok türünden fikirler de atıldı ortaya.
Ben de aynı fikirde olmakla birlikte ’Ona bir şey olmasının mümkün olmadığını çünkü kötülerin geç öldüklerini’ söyledim.
***
Daha sonra onda aslında fazla bir değişim olmadığı ve dolayısıyla ölümünün de yaklaşmamış olduğu ortaya çıktı.
Çünkü süratle zincirleme yalan söylemeye başladı. Yani her şey aynıydı, hayatta değişen hiçbir şey yoktu.
Getirttiği gazeteyi bir türlü bana vermiyordu.
Çeşitli gerekçeler öne sürerek daima erteledi gazeteyi göndermeyi. Bazen de gerekçe de söylemeden göndermedi.
Bu tavrının belirli bir nedeni de yok tabii, onun için yalan söylemek ve karşısındakinde hayal kırıklığı yaratmak bir tür ihtiyaç olmalı.
***
Hata belki biraz duyarlılık geliştirir diye bir gece yarısı saat bir buçukta ona ’Bugün de gazeteyi yollamadığın için üzüntüden uyuyamıyorum’ diye mesaj bile yolladım.
Eskiden yayın yönetmeniyken sabaha karşı bu tür mesajlarıma daima cevap verirdi. O zamanlar vampirler gibi uyumuyordu geceleri, ürkütücü biçimde dolaşıyordu evin içinde.
Şimdi diyeceksiniz ki bu vampir benzetmesi olmamış çünkü vampirler gündüzleri uyuyordu en azından o ise gündüz boyunca gazetedeydi hep.
Şunu bilin ki, bunu ilk kez açıklıyor olabilirim, Ertuğrul Özkök tüm yayın yönetmenliği süresince gündüzleri çoğu zaman uyukladı.
Uyumakta olduğu için hiçbir toplantıda kendisine anlatılan hiçbir haberi, yorumu dinlemedi ve sadece sabaha karşı evinde yalnız başına otururken kafasında oluşturduğu gazeteyi çıkarttı.
Onun başarılı olmasının temelinde kendinden başka hiçbir insanı hiçbir zaman dinlememesi yatar.
Ben onu iyi tanıdığımdan hangi yazı işleri toplantısında derin uykuya geçtiğini de anlardım. Adamımız Flint (James Coburn) diye bir ajan filmi vardı eskiden. O filmdeki Ajan Flint gibi, Özkök’ün de gözü açıkken derin uykuya geçme yeteneği vardı.
O tür günlerde uyanır uyanmaz da bana dönüp garip şeyler söylerdi.
Örneğin tamamen sessiz durduğum bir yazı işleri toplantısında bana durup dururken ’neden söylemiyorsun o düşündüklerini’ diye bağırırdı veya bana ’neden böyle bakıyorsun, senin ağız yapın şimdi alay etmekte olduğunu gösteriyor’ türünde sürekli azarlardı beni. Diğer arkadaşlar onun durup dururken bana bağırmasını pek anlamazlar ve bunun bana karşı yapılmış bir haksızlık olduğunu düşünürlerdi.
Ben ise üzülmezdim çünkü bütün bunları uyku mahmurluğuyla yaptığını bilirdim.
***
Baktım olacak gibi değil getirttiği gazeteyi onun elinden almam böyle giderse en az birkaç yıl sürecek, sonunda evini basmaya karar verdim.
Evi basıp gerekirse fiziksel şiddet kullanarak gazeteyi alacaktım.
Oturduğu sitenin güvenliğini aşmam basitti, sitede oturan başka arkadaşlarımın ismini verip içeriye girecektim ve sonra onun evine gidip kapısını çalacaktım, eğer kapıyı o açarsa onu oracıkta boğacaktım. Yok eğer Tansu açarsa kapıyı; onu da bana yardımcı olmaya hemen ikna ederek (buna pek zorlanacağımı da hiç sanmıyorum) onunla birlikte içeriye girip Ertuğrul’u karısıyla işbirliği içinde etkisiz hale getirip gazeteyi alacaktım.
***
Sitenin kapısına kararlı bir şekilde dayandım.
Ve gazeteyi sitenin güvenlik kapısına bırakmış olduğunu öğrendim.
Gerçi benim evime de sabah vakti davetsiz misafir gelseydi üstelik bu misafir Ertuğrul Özkök olsaydı, bu bana göre cinayet davamda hafifletici neden ve beraat gerekçesi olmalıydı.
O da benim gibi sevmez davetsiz misafiri ama yine de gazeteyi sitenin ana giriş kapısına bıraktırarak bana ’Evime gelme’ mesajını vermesinin öcünü bir gün muhakkak alacağım.
***
Evime dönerken telefon etti bize ne kadar da çabuk geldin, evin yakın mı senin diye sordu.
Ve ben o an panik içinde arkadaşımın benim hayatta anlattığım tek bir şeyi bile dinlemediğini tekrar anladım. Evimin nerede olduğunu o sabah ise nereden gelmekte olduğumu kendisine yüzlerce defa anlatmıştım oysa.
Gazetem elimde evime dönerken yaşadıklarım ile ilgili son düşüncem ’Artık yapacak bir şey yok huylu huyundan değişmez, adam bu yaştan sonra anlayışlı, düşünceli ve hiç yalan söylemeyecek bir insan olacak değil ya’ diye düşündüm.
Bu düşünce beni nedense çok rahatlattı ve ödünç aldığım gazeteyi ona bir daha hiç geri vermemeye karar vermiş halde mutlu biçimde evime döndüm.
Serdar Turgut/Akşam
Wall Street Journal’ın yeni New York baskısını acilen getirtmek zorundaydım.
Bunu kendi imkanlarımla getirtmem, kronik parasızlıktan şikayet imajımı zedeleyebilirdi.
Başka bir insanı gazeteyi getirtmesi için ikna etmem gerekiyordu. Bu operasyon için Ertuğrul Özkök ideal isimdi.
Her şey bir yana ona yalan söylemek de prensip itibarıyla genelde hoşuma gider. Onun yıllardır bana söylediği yalanların öcünü alıyormuş gibi kendimi iyi hissederim ona yalan söylediğimde.
Mesajlar attım ve telefonlar ettim ve Wall Street Journal gazetesini, onun hemen görmesinin ne kadar da önemli bir mesele olduğuna ikna ettim kendisini.
Ona küçük miktarlarda da olsa para harcatıyor olmanın verdiği ilave keyif de vardı işin içinde.
***
Neyse hemen getirteceğim dedi ve gerçekten de getirtti. Fatih Altaylı ile benim ortak yorumumuz bunun bir mucize olduğuydu çünkü onun bir sözünü bu kadar hızla ve net tutmuş olması hayırlı bir gelişme değildi. Galiba ölümü yaklaşmış olmalı bu radikal karakter değişimini başka türlü açıklamanın imkanı yok türünden fikirler de atıldı ortaya.
Ben de aynı fikirde olmakla birlikte ’Ona bir şey olmasının mümkün olmadığını çünkü kötülerin geç öldüklerini’ söyledim.
***
Daha sonra onda aslında fazla bir değişim olmadığı ve dolayısıyla ölümünün de yaklaşmamış olduğu ortaya çıktı.
Çünkü süratle zincirleme yalan söylemeye başladı. Yani her şey aynıydı, hayatta değişen hiçbir şey yoktu.
Getirttiği gazeteyi bir türlü bana vermiyordu.
Çeşitli gerekçeler öne sürerek daima erteledi gazeteyi göndermeyi. Bazen de gerekçe de söylemeden göndermedi.
Bu tavrının belirli bir nedeni de yok tabii, onun için yalan söylemek ve karşısındakinde hayal kırıklığı yaratmak bir tür ihtiyaç olmalı.
***
Hata belki biraz duyarlılık geliştirir diye bir gece yarısı saat bir buçukta ona ’Bugün de gazeteyi yollamadığın için üzüntüden uyuyamıyorum’ diye mesaj bile yolladım.
Eskiden yayın yönetmeniyken sabaha karşı bu tür mesajlarıma daima cevap verirdi. O zamanlar vampirler gibi uyumuyordu geceleri, ürkütücü biçimde dolaşıyordu evin içinde.
Şimdi diyeceksiniz ki bu vampir benzetmesi olmamış çünkü vampirler gündüzleri uyuyordu en azından o ise gündüz boyunca gazetedeydi hep.
Şunu bilin ki, bunu ilk kez açıklıyor olabilirim, Ertuğrul Özkök tüm yayın yönetmenliği süresince gündüzleri çoğu zaman uyukladı.
Uyumakta olduğu için hiçbir toplantıda kendisine anlatılan hiçbir haberi, yorumu dinlemedi ve sadece sabaha karşı evinde yalnız başına otururken kafasında oluşturduğu gazeteyi çıkarttı.
Onun başarılı olmasının temelinde kendinden başka hiçbir insanı hiçbir zaman dinlememesi yatar.
Ben onu iyi tanıdığımdan hangi yazı işleri toplantısında derin uykuya geçtiğini de anlardım. Adamımız Flint (James Coburn) diye bir ajan filmi vardı eskiden. O filmdeki Ajan Flint gibi, Özkök’ün de gözü açıkken derin uykuya geçme yeteneği vardı.
O tür günlerde uyanır uyanmaz da bana dönüp garip şeyler söylerdi.
Örneğin tamamen sessiz durduğum bir yazı işleri toplantısında bana durup dururken ’neden söylemiyorsun o düşündüklerini’ diye bağırırdı veya bana ’neden böyle bakıyorsun, senin ağız yapın şimdi alay etmekte olduğunu gösteriyor’ türünde sürekli azarlardı beni. Diğer arkadaşlar onun durup dururken bana bağırmasını pek anlamazlar ve bunun bana karşı yapılmış bir haksızlık olduğunu düşünürlerdi.
Ben ise üzülmezdim çünkü bütün bunları uyku mahmurluğuyla yaptığını bilirdim.
***
Baktım olacak gibi değil getirttiği gazeteyi onun elinden almam böyle giderse en az birkaç yıl sürecek, sonunda evini basmaya karar verdim.
Evi basıp gerekirse fiziksel şiddet kullanarak gazeteyi alacaktım.
Oturduğu sitenin güvenliğini aşmam basitti, sitede oturan başka arkadaşlarımın ismini verip içeriye girecektim ve sonra onun evine gidip kapısını çalacaktım, eğer kapıyı o açarsa onu oracıkta boğacaktım. Yok eğer Tansu açarsa kapıyı; onu da bana yardımcı olmaya hemen ikna ederek (buna pek zorlanacağımı da hiç sanmıyorum) onunla birlikte içeriye girip Ertuğrul’u karısıyla işbirliği içinde etkisiz hale getirip gazeteyi alacaktım.
***
Sitenin kapısına kararlı bir şekilde dayandım.
Ve gazeteyi sitenin güvenlik kapısına bırakmış olduğunu öğrendim.
Gerçi benim evime de sabah vakti davetsiz misafir gelseydi üstelik bu misafir Ertuğrul Özkök olsaydı, bu bana göre cinayet davamda hafifletici neden ve beraat gerekçesi olmalıydı.
O da benim gibi sevmez davetsiz misafiri ama yine de gazeteyi sitenin ana giriş kapısına bıraktırarak bana ’Evime gelme’ mesajını vermesinin öcünü bir gün muhakkak alacağım.
***
Evime dönerken telefon etti bize ne kadar da çabuk geldin, evin yakın mı senin diye sordu.
Ve ben o an panik içinde arkadaşımın benim hayatta anlattığım tek bir şeyi bile dinlemediğini tekrar anladım. Evimin nerede olduğunu o sabah ise nereden gelmekte olduğumu kendisine yüzlerce defa anlatmıştım oysa.
Gazetem elimde evime dönerken yaşadıklarım ile ilgili son düşüncem ’Artık yapacak bir şey yok huylu huyundan değişmez, adam bu yaştan sonra anlayışlı, düşünceli ve hiç yalan söylemeyecek bir insan olacak değil ya’ diye düşündüm.
Bu düşünce beni nedense çok rahatlattı ve ödünç aldığım gazeteyi ona bir daha hiç geri vermemeye karar vermiş halde mutlu biçimde evime döndüm.
Serdar Turgut/Akşam