YAVUZ BAYDAR; SABAH'IN YAYIN İLKELERİ DE Mİ VARMIŞ!
Yavuz Baydar: Sabah'ta dokuz yıl ombudsmanlık yaptığım halde, gazetenin yayın ilkelerinden haberdar değildim..
Sunucu Gözde Kansu’nun, AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin
Çelik’in “Bir kanaldaki yarışma programında sunucu öyle bir kıyafet
giymiş ki olmaz bu” şeklindeki sözlerinin ardından ATV’deki işinden
olması konusunda Sabah ve Hürriyet gazeteleri arasında tırmanan
haber etiği tartışması sonunda gazetelerin okur temsilcisi
(ombudsman) köşelerine de taşındı.
Yaşananlardan sonra ortaya çıktı ki meğer Sabah gazetesinin de bir
yayın ilkeleri varmış. Ama kimin ne zaman hazırladığı belli
olmayan, hatta bugüne kadar ilan edilmeyen yayın ilkelerinden 9 yıl
gazetenin okur temsilciliği görevini yürüten Yavuz Baydar da
bilmiyormuş.
Kısa süre önce gazetedeki görevinden ve köşesinden olan Baydar,
T24'te o tartışmayı ve ardından yaşananları yorumladı.
İki gazete arasındaki polemik şöyle gelişmişti:
“Hürriyet gazetesinin Gözde Kansu’nun kovulmasıyla ilgili 9 Ekim
tarihli sayısında sürmanşetten verdiği ‘Dekolte krizi büyüyor’
başlıklı haberi ve yine Doğan Grubu’na ait olan Radikal’in ‘Bu
olmadı’ başlığıyla manşetten yayımladığı habere cevaben (10 Ekim
2013) ‘Bayat oyunları millet yutmuyor’ başlığıyla karşı bir iddiada
bulunan Sabah, Doğan Grubu’na sert eleştirilerde bulunmuştu.
Hürriyet başsayfasında (11 Ekim 2013) Sabah’ta yer alan habere
yönelik ‘Medya savaşı tuzağına düşmeyiz’ başlıklı bir açıklama
yaparken, Sabah gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Erdal Şafak
‘Anlayana’ başlıklı yazısında Hürriyet’i eleştirmişti.”
Sabah’ın habercilikle ilgili Hürriyet’e yönelttiği sorular üzerine
Hürriyet Gazetesi Okur Temsilcisi Faruk Bildirici önceki gün
devreye girdi.
Bildirici, Sabah gazetesinin Hürriyet gazetesi aleyhinde yaptığı
yayınları ele alırken birkaç noktada saptamalarını netleştirdi.
- Çelik’in açıklamalarını ertesi gün (7 Ekim) ne Sabah ne de
Hürriyet haberleştirmişti (Hürriyet internet sitesi hariç).
- Hikâye gelişir ve kamusal tartışma büyürken Hürriyet gazetesi
müteakip haberlerinde yapım şirketinin açıklamalarına (internet
hariç) yer vermemişti.
- Sabah gazetesi ise haberlerinde ya da Hürriyet’i hedef alan
yazılarda Çelik’in açıklamalarını yok saymıştı.
Bildirici’nin en önemli tespiti, aslında ombudsman yazısının da ana
eksenini oluşturmaktaydı. Kilit soru şuydu: Bir hükümet
yetkilisinin, son demokrasi paketi bağlamında kamuda başörtüsü
kullanım serbestisi tartışmalarının her yana yayıldığı bir sırada
sarfettiği sözler haber değeri taşır mı, taşımaz mı?
Bildirici’nin değerlendirmesi şöyle oldu:
“Bir kadın sunucunun ‘iktidar partisi sözcüsünün dekoltesine
müdahalesinin ardından işten çıkarılması’ haberdir. Kamuda
başörtüsü yasağının kaldıran iktidarın kadının kıyafet özgürlüğüne
bakışını ortaya koyan bir gelişmeydi bu kriz. Öğrenilmesinde kamu
yararı olduğu çok açık.”
Bildirici, Sabah’ın “Hani etik, hani yayın ilkeleri” başlıklı
polemik yazısına atıfta da bulunarak şu soruyu da sormaktaydı:
“Hürriyet’in yaptığı gibi, (Sabah’ın) ‘Yayın İlkeleri’
hazırlayacağının işareti mi acaba?”
Tuhaflık, tepeden tırnağa meslek etiği ile ilgili bu tartışmanın,
Sabah’ın “okur temsilcisi” köşesine yansımamış olmasıydı. Sebebi
sonradan anlaşıldı. Sabah “okur temsilcisi”, “Ombudsman Nasıl
Çalışmalı?” başlıklı bir yazıyla polemiği bu kez kendi köşesine
taşıdı.
Şunları öne sürmekte, “okur temsilcisi” İbrahim Altay:
- Ombudsmanlık Türkiye’de oturmamış bir görev alanı.
- Bildirici eleştirilerini Hürriyet yerine Sabah’a
yoğunlaştırmış.
- Bildirici eksik araştırma yapmış, Sabah’ın yayın ilkelerinin
varlığından haberdar değil.
- Bildirici görüş almadan, tek yanlı davranarak, medya/ombudsman
barışına hizmet etmiyor.
- ‘Hüseyin Çelik'in bu konuda bir açıklama yapmasının haber değeri
taşıyıp taşımadığı başka bir tartışma, kanalın tavrı ile açıklama
arasında bir illiyet bağının bulunup bulunmamasının haber değeri
taşıyıp taşımadığı başka bir tartışmadır. Sabah'ın haberlerinde
olayın gelişimi ile Çelik'in açıklamaları arasında doğrudan
bağlantı bulunmadığı iddia edilmiştir. Başka bir gazete tam aksini
iddia edebilir.’
Gelelim benim değerlendirmeme:
Faruk Bildirici, gelişme
ve tartışmalar üzerine tam da görev tarifinin gereğini yerine
getirmiş, konuya açık mesafeden el atmıştır.
Yazının bütünlüğüne kısa bir bakış bile, asıl eleştirel tavrın
Hürriyet’in nerede eksik ve yanlış olduğunu anlama çabasına
yönelmişliğini anlamaya yeter. Nitekim, yapım şirketinin açıklaması
konusundaki eleştirisi yerindedir. ATV konusunda ise şu soru
geçerliliğini korumaktadır: Diyelim ki Altay’ın iddia ettiği gibi
Bildirici’nin ATV’yi arayıp ‘Hürriyet’te size aradılar mı?’ diye
sorması gerekirdi. Ancak, sözü edilen kurum, medyaya erişimi uzak
bir yapı değil, tam tersine medyanın göbeğinde, her an her
istediği açıklamayı yapabilecek bir kurumdur. ATV bir açıklama
yaptı, kendi internet sitesine koydu da, bunu mu Hürriyet gözardı
etti? Esas soru budur.
SABAH OKUR TEMSİLCİSİNDEN SAÇMA SAPAN ÖNERİ
Altay’ın
“her okur temsilcisi kendi kurumuyla sınırlı kalsın, başkalarına
dil uzatmasın” önermesi, bu tartışma bağlamında, sadece saçma sapan
bir söz demetinden ibarettir. Bu tartışmanın iki öznesi var, tek
değil. Ve bu iki özne, Hürriyet ve Sabah, etik çerçevesinde
mukayeseyi de gerektirecek gerçekten bağımsız bir ombudsman
değerlendirmesine muhtaç idi. Bildirici bunu bir noktaya kadar
yapabildi. Altay yapamadı, bırakalım mukayeseyi, sadece gazetesi
hakkında bile bu konuda bağımsız bir görüş – ihtiyaç bariz olduğu
halde – serd edemedi.
MEDYA BARIŞINDAN KAST ETTİĞİ OMERTA MI
Altay “medya
barışı” için yapıcı katkı istiyor. “Medya barışı”ndan, artık halkın
iyice bezdiği ahlak dışı haberciliğin karşılıklı bir “omerta” ile
gözardı edilmesi kastediliyorsa, böyle medya barışı filan olmaz.
Gazetecilik, yalana dolana, güç sahiplerine yaranma ucuzluğuna göz
yummak değildir. Herkes kendi ahlakını veya ahlaksızlığını savunur
ve bu devam ettikçe medyada barış değil, sağlıklı bir kavga ortamı
da sürer gider. Ombudsmanın yapması gereken şey, meslek ahlakını –
işten atılma pahasına da olsa – savunmaktır. Altay’ın son günlerde
Snowden/NSA olayıyla ilgili İngiltere basınında Guardian, Daily
Mail ve Independent gazeteleri arasındaki muazzam sağlıklı medya
savaşından ders çıkartıp düşünmesinde yarar var.
Temel soru neydi? Çelik’in açıklamalarının haber değeri olup
olmadığı. Bu konuda Altay’ın gazete adına yaptığı savunma, en hafif
tabiriyle problemli.
Ne demişti: “Hüseyin Çelik'in bu konuda bir açıklama yapmasının
haber değeri taşıyıp taşımadığı başka bir tartışma, kanalın tavrı
ile açıklama arasında bir illiyet bağının bulunup bulunmamasının
haber değeri taşıyıp taşımadığı başka bir tartışmadır. Sabah'ın
haberlerinde olayın gelişimi ile Çelik'in açıklamaları arasında
doğrudan bağlantı bulunmadığı iddia edilmiştir. Başka bir gazete
tam aksini iddia edebilir.”
Bir açıklama ile bir tasarruf arasında sebep – sonuç ilişkisi
vardır veya yoktur. Bu, doğru düzgün bir habercilik ardından
anlaşılabilir. Sabah gazetesi Çelik’in açıklamalarını haber yapıp
vermiş midir, vermemiş midir? Hayır, vermemiştir. Okurlarını –
tıpkı Gezi haberleri veya Mustafa Koç’un basın toplantısında
açıklamarında olduğu gibi – haberden mahrum etmiştir. Bu haber
verilmeden başlatılan toz duman yayıcı kavgada Sabah okurları en
önemli ayrıntıdan bihaber olmuştur. Çelik’in açıklamaları üçlü bir
bağlama oturur: Demokrasi paketindeki başörtüsü düzenlemeleri
tartışması, hemen ardından Çelik’in açıklaması ve ATV’nin sunucu
tasarrufu. Gazeteciliğin ABC’sini bilen her meslektaş, sırf bu
bağlamın yarattığı soru işaretlerine yönelmek amacıyla bile, bu
açıklamayı haberleştirmekten sakınmaz. Bir nokta daha, haberlerde –
eğer bir tartışmayı yansıtıyorlarsa, tek tarafın görüşlerine sadece
itibar edilmez, Altay’ın önerdiği gibi. Haber, eğer haberse,
ihtilaflar konusunda farklı iddiaları da içerir, onlara değinir ki
okur zekâsına hakaret edildiği gibi bir duyguya kapılmasın.
Son nokta ise, tam bir skandal.
Altay, Bildirici’ye
cevabında, Sabah’ın yayın ilkelerinin varlığından haberdar
olmayışını eleştiriyor. Bunu okuduğumda ben de şaşırdım. Sabah’ta
dokuz yıl ombudsmanlık yaptığım halde, gazetenin yayın ilkelerinden
ben de açıkçası haberdar değildim! Kendimi suçlayarak önce
gazetenin web sitesini taradım, ancak bir metne rastlamadım.
Ardından anlaşıldı ki, Turkuvaz Medya Grubu kendi sitesinde böyle
bir metin koymuş. Peki, bundan en önce haberdar edilip bunu Sabah
lehine artı-değere dönüştürmesi, yazılarda atıfya bulunması gereken
ben neden bilmiyorum?
Ardından başta eski GYY Ergun Babahan olmak üzere, beş kıdemli eski
ve mevcut editörle konuştum. Hiçbirinin haberi yoktu! Bazı
konuşmalardan şu sonuca vardık ki, Sabah yönetimi kendi içinde –
besbelli – bir karar alıp bunu siteye koymuş. Ama ne zaman yapmış,
kimler hazırlamış, nerelere kurum içi dağıtım veya paylaşım olmuş,
bir meçhul.
Bu bir skandal.
Şundan: Uzun süre ciddi editoryal
sapmalar ve hatalar yaşayan Doğan Medya Grubu, önemli iç
tartışmalar ardından bir süre önce kendi yayın ilkelerini adeta
davul-zurnayla ilan etmişti. Bu gerekliydi. Okurunuz ve
izleyicinizle bir güven tazelemeye gidecekseniz bunu onlara gür
sesle ilan edeceksiniz ki taahhüdünüzün altı çizilsin.
Ayrıca bu yayın ilkeleri dediğimiz şey, medya sahipleri tarafından,
kurum içi meslek erbabı devre dışı bırakılarak, katılımcılık
sağlanmadan hazırlanmaz. Medya, boya-badana endüstrisi değildir.
Meslek etiği onu icra edenlerin işi ve angajmanıdır. İşveren sadece
yön verir, katılmcılığı teşvik eder ve en önemli yanı, metin ortaya
çıktığında bundan kurumdaki herkesin haberdar olmasını sağlar,
başta GYY ve okur temsilcisi olmak üzere köşelerden de bando mızıka
eşliğinde duyurur.
Neyse. Anlıyoruz ki, Sabah’ı da kapsayan bir yayın ilkeleri varmış.
Baktım, şunu anladım: Eğer bu ilkeleri esas alacaksa, Sabah
ombudsmanının işi çok büyük cesaret, kararlılık ve tutarlılık
istiyor. O kadarını söyleyeyim.
Bu arada, tartışmaya Sabah’ın genel yayın yönetmeni de katkıda
bulunmaya çabalıyor. The Sun, Tan, Essex vs. Ona sadece şunlafı
soracağım: Gezi Parkı haberlerini neden görmediniz? Gecenin bir
vakti menşeti yıkıp ‘Günaydın Gezi’ gibi okurları ayağa kadıran
“tavırlı” manşeti attıran kimdi ve haklı mıydı? Ve: Çelik’in
açıklamaları haber değeri taşıyor mu. Taşımıyor ise, neden? Bu
soruların cevabıyla meşguliyet, ona yeter de artar bile.
Altay ombudsmanlığın Türkiye’de oturmamış bir görev alanı
iddiasında. Eğer öyle düşünüyor ise bunun sebebini nerede arayacağı
belli: Medya patronlarına ve onların altında çalışan editörlere
bakarsa zihninde bir aydınlanmayı hemen hissedecektir. Doğru adres
orasıdır.
Beni üzen en önemli şey: Hürriyet’in iki rakibinin hızla mum gibi
erimesi, mesleğin süratlenen erozyonu, medyaya hakim taşra
kültürünün mesleki tartışmalara ombudsmanlığı da alet ederek, başka
pek çok şey gibi bunu da “kendimize” benzetmesi.