Yaşadığımız sadece "Terör" değil, Türkiye'ye açılmış "Topyekün Savaş"tır!
Medyaradar medya-siyaset analisti Atilla Akar, Ankara’da gerçekleşen “3. Dalga saldırılar”ı analiz etti…
Herkesin bir şekilde zaten sezdiği, tahmin ettiği, beklediği
–artık ne derseniz deyin- uğursuz saldırılardan biri daha
gerçekleşti. Ankara-Kızılay’da dün akşam saatlerinde meydana gelen
eylemde şu an itibariyle en son resmi rakamlara göre 37 insan
hayatını kaybederken 125 kişi de yaralanmış bulunuyor. Manzara gene
aynı; yanan arabalar, parçalanmış cesetler, kan gölü bir ortam.
Yaşanan vahşeti tezgâhlayan sefil ruhlu saldırganlar tekrar
amaçlarına erdiler. Alçaklık tahammül sınırlarımızı zorlar hale
geldi!..
Bu anlamda yeniden bir “kopya eylem” ile karşı karşıyayız. Geçen
son 5 ay içinde Ankara’daki üçüncü sarsıcı patlama. İlki 10 Ekim
2015’te “Ankara Gar Katliamı” olarak yaşandı. 102 ölü vardı. (Ancak
son eylem yarattığı şiddet yönüyle benzer olsa da Gar katliamından
amaç, hedef, adres bakımından farklıdır. Dolayısıyla onu ayrı
tutmak gerek.) Diğeri 17 Şubat 2016’da “Askeri servis otobüsleri”
ne yönelik olarak gerçekleşti. 29 kişi hayatını kaybetti. (Lütfen
bu sütunlardaki 18.02.2016 tarihli
“Ankara saldırısının ardında kim var, amaç
ne?” başlıklı analizime bakınız.) 13 Mart
2016’daki son saldırı ise daha çok otobüs durağında bekleyen sivil
hedeflere yönelik görünüyor. Peki o halde bu “3. Dalga saldırılar”ı
diğerlerinden ayıran özellikler neler? Amaç ne?..
BU EYLEM ASIL OLARAK İKİ AMAÇ GÜTMEKTEDİR
Şüphesiz her eylem sırf “terör olsun” diye yapılmamaktadır. Bütün
eylemlerin arkasında açık veya gizli bir amaç vardır. Her biri
(Siyasi, sosyal, psikolojik, vb) bir sonuç almak için yapılır.
Burada da aynı “kural” işliyor. Birincisi; Sur’da yürütülen
operasyonlara –aynı zamanda intikamcı” bir mantıkla- bir tepki ve
en önemlisi de devletin benzeri yerlere gündeme getirmeye
hazırlandığı yeni operasyon kararlılıklarından geri adım attırma,
“gözdağı” verme amaçlıdır. İkincisi ise “toplumu yıldırma” ve dikte
ettirilecek bir “barış”a zorlama amaçlı “psikolojik” bir
saldırıdır. Şüphesiz ilaveten başka “yan amaçlar”da
güdülmüştür.
Şimdi bunları açımlamaya çalışalım;
1) Bu eylem 17 Şubat’taki “Askeri araçlara
yönelik” saldırıların benzeri ve devamıdır. Aynı zincirin bir
halkasıdır. Zaten PKK sözcülerinin son dönemde geçmiş eylemi
öven, onaylayan, dolaylı sahiplenen beyanları (Sabri Ok’un
“Her açıdan sahiplenilecek ve onur duyulacak tarihsel önemde bir
eylemdir” demesi gibi) düşünüldüğünde fazla “şaşırtıcı”
olmayacaktır.
2) Dolayısıyla büyük ihtimalle arkasından PKK /
TAK türü bir yapılanma çıkması kuvvetle muhtemeldir. (Ancak farklı
bir ihtimal olarak PKK ve 10 örgütün “eylem birliği” kararı sonrası
belki yeni bir isim de piyasaya sürülebilir. ) Fakat “marka” ne
olursa olsun muhtevası gereği bunun esas olarak bir “PKK eylemi”
olması seçeneğini gündemden düşürmez.
3) Bu eksende; PKK Sur’daki “yenilgisi”ni bir daha
yaşamamak istemekte ve bu konuda devlete ”bedel ödetme” gayreti
içindedir.
4) Bilhassa 21 Mart Nevruz ve çok sözü edilen
“bahar süreci”ne psikolojik üstünlük içinde girmek
istemektedir.
5) Bunun için devletin benzeri yeni
operasyonlarını önleme gayreti içine girmiştir. Terörü en yüksek
seviyede tırmandırarak devleti yormak, hırpalamak, adım atamaz hale
getirmek istemektedir.
6) 17 Şubat 2016’da “Askeri servis otobüsleri”ne
yönelik saldırı esas olarak devleti ve bilhassa da askeriyeyi
hedeflese de bu kez hedef farklılaşmıştır.
7) Bu kez doğrudan halk, toplum, sivil unsurlar
hedeflenerek asıl olarak “psikolojik amaçlı” bir saldırı
amaçlanmıştır. (PKK’nın yayın organları ise “Asıl hedef Çevik
kuvvet noktasıydı” diyerek bu “sivil katliam”ın tepkilerini
minimize etmeye çalışıyor) Dolayısıyla bu gayet “bilinçli” ve
“seçilmiş hedefli” bir saldırıdır.
8) “Devlet sizi koruyamaz”, “bakın devlet acziyet
içinde” denilerek toplumun zaten süren korkuları ajite
edilmiş ve bunun devlet / hükümet üzerinde bir “baskı unsuru”
olması istenmiştir.
9) Toplumla devletin ayrıştırılması ve Türk
toplumunun süren operasyonlara verdiği desteğin kesilmesi hatta
mümkünse devlete / hükümete tavır alması istenmiştir. (Marazi “AKP
/ Erdoğan karşıtlığı”da bu değirmene su taşımanın gerekçesi
olacaktır) Asıl amaç toplumu yıldırmak ve koşullarını kendilerinin
dayatacağı bir sözde “barış”ı kabule zorlamaktır. Teslim alınmak
istenen asıl olarak “millet iradesi”dir.
10) Yan hedef olarak ise -“Bunlar beceriksiz”
algısını derinleştirerek- hükümetin, emniyetin ve MİT’in
suçlanacağı bir “atmosfer”in oluşturulması amaçlanmıştır. Belli ki
bu konuda kimi zaaflar olsa da onların asıl niyeti bu değildir.
Onlar “T.C. Devleti”ni zor durumda ve kılını kıpırdatamaz halde
bırakmak istemektedirler.
11) Tekrar hedef olarak Ankara seçilerek, mesaj
aslında gene tüm yöneticilere, üst düzey devlet bürokrasisine
verilmiştir. Sizi “felç ederiz” denilmektedir. Dahası devlet kendi
egemenlik haklarını savunduğu için “suçlu” çıkartılmak
istenmektedir. Türkiye’nin “Yönetsel bir kriz”e sürüklenmesi
hedeflenmektedir.
12) Daha gizli ve sinsi amaç ise “Türkiye’yi
yönetilemez” hale getirip, daha üst “Kaos planları” na (Türk-Kürt
çatışmalı, Birleşmiş Milletler müdahaleli, aradan “toprak
kopartmalı”) bir şekilde bağlamaktır. Her eylem bunun bir
basamağıdır.
“TOPYEKÛN SALDIRI” ALTINDAYIZ!..
Ancak gerek son olay gerekse de öncekilere daha geniş bir
perspektiften baktığımızda farklı bir sonuç çıkıyor. Dolayısıyla
aynı tarz olaylara artık sadece “PKK saldırısı” hatta “terör”
gözüyle bile bakamayız. Şu an tüm acı verici sonuçlarıyla yaşamakta
olduğumuz gerçekte yalnızca “terör” değil, Türkiye’ye karşı açılmış
bir “topyekûn savaş”tır. Bu savaş açık bir savaştan çok daha
yıpratıcıdır. PKK ise bunun sadece bir “aparatı”dır. Hiçbir
demagoji bu gerçeği değiştiremez!
Bu “çoklu ve ardışık saldırılar” belli merkezlerin Türkiye’ye
açtığı daha büyük bir savaşın parçalarıdır. Arkasında muhtelif
ülkelerin istihbarat servisleri vardır. (Düne kadar ağırlıkla ve
daha çok ABD’nin CİA’sı, İsrail’in MOSSAD’ı, İngiltere’nin MI6’sı,
Almanya’nın BND’si, Fransa’nın DGSE’si öne çıkarken, şimdi bunlara
Rusya’nın FSB’si, Suriye’nin El-Muhaberat’ı, İran’ın SAVAMA’sı da
dahil olmuştur.) Bu durum PKK’nın elini güçlendirmekte,
“terör piyasası”ndaki “değeri”ni (!) arttırmakta ve günden güne
daha “kullanışlı” hale getirmektedir. PKK’nın ortalama bir “gerilla
hareketi”nden “Gladyovari” bir yapıya sıçramasının ana nedeni de
budur.
PKK’nın saldırı stratejileri gerçekte Kandil’de değil, -dönemine ve
ittifaklarına göre- Washington’da, Tel Aviv’de, Berlin’de,
Paris’te, Moskova’da, Şam’da, Tahran’da çizilmekte ve “sipariş”
hale getirilmektedir. Olaya bu gözle baktığımızda “tablo”
farklılaşmaktadır.
Burada gözden kaçırılmaması gereken durum şudur; Türkiye “çok
cepheli” bir saldırı altındadır. Biz onu “PKK terörü” olarak okusak
bile gerçekte böyle değildir. Türk devleti ve milleti apaçık bir
“tehdit” altındadır. Bu saldırıya gene topyekûn karşı koyma
becerisini gösteremezsek, korkarım ki bazı durumlar daha kötü bir
seyir izleyebilir. Bir “savaş”tayız ve “seferberlik” ilanı
kaçınılmazdır. Bu bir “Meşru Müdafa” durumudur. Problem artık çok
sözü edilen ama bir türlü içi doldurulamayan “Beka problemi”dir. Bu
noktada “irade zaafı” ve mazeret kabul edilemez.
Türkiye’yi mevcut cendereye sokan güçler ve onun “kullanışlı
aparatları”nın sorumlularından hak ettikleri şekilde hesap
soramazsak çok daha vahim manzaralarla karşı karşıya kalabiliriz.
Ve artık “teröre lanet okuma seansları”nı çoktan geçmiş
noktadayız!..
14.03.2016.
[email protected]