“Yandaş”lık veya “Anti”lik arasında sıkışan gazetecilik!..
Medyaradar medya-siyaset analisti Atilla Akar yuvaya geri döndü. İşte deneyimli kalemin ilk yazısı...
Medyaradar medya-siyaset analisti Atilla Akar yuvaya geri döndü.
Çeşitli dergi, gazete ve televizyonlarda muhabirlikten yayın
yönetmenliğine kadar birçok görevde bulunan Akar son olarak Yurt
Gazetesi'nde köşe yazarlığı yapmıştı.
İşte Akar'ın ilk yazısı:
“Yandaş”lık veya “Anti”lik arasında sıkışan
gazetecilik!..
Hangi meslektaşla konuşsam bir moralsizlik, meslek atmosferine bir
güvensizlik ve bir tür tükenmişlik haliyle karşılaşıyorum. Benzeri
duygular belli ölçülerde herkese hakim. Üstelik şu veya bu eğilime
göre fazla fark etmiyor. Dozu değişiyor sadece. Bir yılgınlık, bir
takatsizlik hissi belki de. Heyecan neredeyse unutulmuş bir duygu.
Gazeteciler ve gazeteler hızlı bir prestij yitiminde…
Çok gençlerin veya “aşırı idealistler”in işi kolay. Onlar
Türkiye’yi ya hep böyleydi zannediyorlar ya da bir, iki sloganik
lafla işin rahatça hallolacağını. Muhakkak ki bir 12-13 sene önce
her şey pür-i pak değildi. Lakin bu kadar çığırından da çıkmamıştı
herhalde. “Eski medya düzenini değiştireceğiz” diye diye her şey
şekilsiz hale getirilmemişti. Sonunda “Yeni Türkiye”ye vardık çok
şükür! Fakat bu pek tatsız tuzsuz bir şey çıktı göründüğü
kadarıyla.
Neyse; öyle bir psikolojik hengâme içine girdik ki bazı noktalarda
ne söyleyeceğimizi bizlerde şaşırıyoruz. Artık bu gidişle ülkede
–şayet öyle bir vazife varsa- “gazetecilik vazifesi”ni (Haberi
tarafsız verme, toplumu bilgilendirme, uyarma, soru sorma,
irdeleme, vb) yapamayacak hale geleceğiz. Sahi bütün bu toz
dumandan fırsat bulup biz kendi asıl işimizi ne zaman
yapacağız?
Çünkü Türkiye’de çok berbat bir eğilim doğdu. Kimse herhangi bir
konunun yanlış mı, doğru mu, haklı mı haksız mı olduğunu etraflıca
tartışmıyor. Sırf “Yandaş”lık veya “Anti”lik duygularıyla hareket
ediliyor. Manşet atmaları artık bunlar belirliyor. Yani kimse bu
ortak psikolojiden muaf değil. Bu üslup ve tarz bir heyula gibi her
tarafa çöküyor. Makulü, olması gerekeni çoktan yitirdik!
Sadece ve sadece soruların ve cevapların “bizim taraf”a göre (Bu
konum sizin durduğunuz yere göre değişiyor) olup olmaması, “bizi”
desteklemesi, kanaatlerimizi olumlar mahiyette olması, ideolojik
yargılarımızı pekiştirmesi, öfkemizi bilemesi, infazlarımıza
malzeme sunması, vb, bize yetiyor. Bunların tersine hiçbir
düşüncenin, hiçbir yaklaşımın soluk almaması için taraflar
olağanüstü gayret sarf ediyor. Kendi önyargılarını sarsacak her
tutumun üzerine çullanmak için bahane arıyor. Kimse kendinden yana
“Tam taraf” olmayanı sevmiyor en önemlisi güvenmiyor!
Yanlış ya da doğru her koşulda kayıtsız şartsız teslimiyet,
onaylama bekleniyor. Önce gazetecilik değil “neferlik” sicilinize
bakılıyor. Bu şartlar sürdükçe beklenen “normalleşme” bir türlü
oluşmaz hale geliyor. Bu gidişle geleceği de yok. Zaten çoktandır
“anormal”in “normal” sayıldığı acayip günler yaşıyoruz. İnsanlar
sadece duymak istediklerini duymak, görmek istediklerini görmek
istiyorlar. Bir tür “kitle histerisi” yaşanıyor. Gerisi nabza göre
şerbet vermek oluyor zaten!
Öte yandan kimilerine kalırsa “AKP gidince her şey kendiliğinden
hallolacak, bütün sorunlar AKP’den kaynaklanıyor” Kendilerince
haklı olabilirler. Çünkü gazeteciliğin sorunlarının önemli ölçüde
son yıllarda pompalanan “yandaş” anlayıştan kaynaklandığı aşikâr.
Bu günlere o basamaklardan geçerek ulaştık. Her şey buralardan
miras…
Lakin korkarım ki artık o aşamayı da çoktan geçtik ve hiçbir şey o
kadar kolay değil. Bu “kalıp” öylesine yerleşti ki artık kim
gelirse gelsin kendi “yandaşları”nı biriktirmeleri kaçınılmaz. Bu
giderek bir “huy” olarak yerleşiyor. Doğrusu kimilerinin de buna
“teşne“ oldukları daha şimdiki tutumlarından anlaşılıyor. Yani
bundan sonra “bugünün muhalifi yarının yeni iktidarının yandaşı”
olacağa benziyor. Öne çıkan “tarz”ın kendisi…
Herkes aslında durumun farkında ve kendisine bile itiraftan
korkuyor. Ancak ne yazık ki o sınırı çoktan geçmiş bulunuyorlar.
“Geri döndürülemez” bir noktadalar. Günahlar birikmiş, kinler
taşmış, öfkeler teyakkuzda. Herkesin “daha da ileri gitmek” ten
başka çaresi yok. Bir adım gerilenirse düşeceğiz korkusu. “Ya hep
ya hiç” de diyorlar buna!
“Muhalifler”e gelince. Onların durumu hepten karmaşık. Muhalifliği
“Anti”likle karıştırıyorlar. Ufuksuz bir Erdoğan ve AKP nefreti
zihinlerini köreltiyor. “Erdoğan karşıtlığı” dışında toplumun
bütününe aslında fazla bir şey söylemiyorlar. Amaç sadece ve sadece
“AKP’ye/Erdoğan’a çakmak”, “her şeyin faturasını AKP’ye çıkartmak”
olunca en saçma söylemler, en mantıksız tepkiler gırla gidiyor.
Sonunda “Kaos istiyorlar” pozisyonuna düşüyorlar. “Gazetecilik
çizgileri”ni de bu duygu belirliyor.
Öyle veya böyle aslında en zor durumda olan ne “yandaş” ne de
“anti” olmamaya çalışan insanlar. Onlar sadece işlerini yapmak ve
hedef olmadan fikirlerini edebince paylaşmak istiyorlar. Bir
“duruş”ları olsa bile bunu bir “savaş atmosferi” içinde,
yargılamadan ve yargılanmadan yapmak istiyorlar. Ben mesleki
formasyona sahip asıl gazeteci gövdesinin bu insanlardan oluştuğuna
inanıyorum.
Bütün olumsuzluklara rağmen Türkiye’de meslek yeniden şartlarına
uygun gelişme imkânı bulacaksa asıl yükü bu insanların ve bu
anlayışın omuzlayacağını düşünüyorum. Şimdilik önleri kapalı
görünebilir. Bakalım gelecek günler ne gösterecek?..
Medyaradar’da yeniden yazmaya başladığım şu günlerde tüm
meslektaşlarımı sevgi ve saygı ile selamlıyorum…
[email protected]