18 Mar 2015 10:01 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 17:08

“Yandaş”lık veya “Anti”lik arasında sıkışan gazetecilik!..

Medyaradar medya-siyaset analisti Atilla Akar yuvaya geri döndü. İşte deneyimli kalemin ilk yazısı...

Medyaradar medya-siyaset analisti Atilla Akar yuvaya geri döndü. Çeşitli dergi, gazete ve televizyonlarda muhabirlikten yayın yönetmenliğine kadar birçok görevde bulunan Akar son olarak Yurt Gazetesi'nde köşe yazarlığı yapmıştı.

İşte Akar'ın ilk yazısı:

“Yandaş”lık veya “Anti”lik arasında sıkışan gazetecilik!..

Hangi meslektaşla konuşsam bir moralsizlik, meslek atmosferine bir güvensizlik ve bir tür tükenmişlik haliyle karşılaşıyorum. Benzeri duygular belli ölçülerde herkese hakim. Üstelik şu veya bu eğilime göre fazla fark etmiyor. Dozu değişiyor sadece. Bir yılgınlık, bir takatsizlik hissi belki de. Heyecan neredeyse unutulmuş bir duygu. Gazeteciler ve gazeteler hızlı bir prestij yitiminde…

Çok gençlerin veya “aşırı idealistler”in işi kolay. Onlar Türkiye’yi ya hep böyleydi zannediyorlar ya da bir, iki sloganik lafla işin rahatça hallolacağını. Muhakkak ki bir 12-13 sene önce her şey pür-i pak değildi. Lakin bu kadar çığırından da çıkmamıştı herhalde. “Eski medya düzenini değiştireceğiz” diye diye her şey şekilsiz hale getirilmemişti. Sonunda “Yeni Türkiye”ye vardık çok şükür! Fakat bu pek tatsız tuzsuz bir şey çıktı göründüğü kadarıyla.

Neyse; öyle bir psikolojik hengâme içine girdik ki bazı noktalarda ne söyleyeceğimizi bizlerde şaşırıyoruz. Artık bu gidişle ülkede –şayet öyle bir vazife varsa- “gazetecilik vazifesi”ni (Haberi tarafsız verme, toplumu bilgilendirme, uyarma, soru sorma, irdeleme, vb) yapamayacak hale geleceğiz. Sahi bütün bu toz dumandan fırsat bulup biz kendi asıl işimizi ne zaman yapacağız?

Çünkü Türkiye’de çok berbat bir eğilim doğdu. Kimse herhangi bir konunun yanlış mı, doğru mu, haklı mı haksız mı olduğunu etraflıca tartışmıyor. Sırf “Yandaş”lık veya “Anti”lik duygularıyla hareket ediliyor. Manşet atmaları artık bunlar belirliyor. Yani kimse bu ortak psikolojiden muaf değil. Bu üslup ve tarz bir heyula gibi her tarafa çöküyor. Makulü, olması gerekeni çoktan yitirdik!

Sadece ve sadece soruların ve cevapların “bizim taraf”a göre (Bu konum sizin durduğunuz yere göre değişiyor) olup olmaması, “bizi” desteklemesi, kanaatlerimizi olumlar mahiyette olması, ideolojik yargılarımızı pekiştirmesi, öfkemizi bilemesi, infazlarımıza malzeme sunması, vb, bize yetiyor. Bunların tersine hiçbir düşüncenin, hiçbir yaklaşımın soluk almaması için taraflar olağanüstü gayret sarf ediyor. Kendi önyargılarını sarsacak her tutumun üzerine çullanmak için bahane arıyor. Kimse kendinden yana “Tam taraf” olmayanı sevmiyor en önemlisi güvenmiyor!

Yanlış ya da doğru her koşulda kayıtsız şartsız teslimiyet, onaylama bekleniyor. Önce gazetecilik değil “neferlik” sicilinize bakılıyor. Bu şartlar sürdükçe beklenen “normalleşme” bir türlü oluşmaz hale geliyor. Bu gidişle geleceği de yok. Zaten çoktandır “anormal”in “normal” sayıldığı acayip günler yaşıyoruz. İnsanlar sadece duymak istediklerini duymak, görmek istediklerini görmek istiyorlar. Bir tür “kitle histerisi” yaşanıyor. Gerisi nabza göre şerbet vermek oluyor zaten!

Öte yandan kimilerine kalırsa “AKP gidince her şey kendiliğinden hallolacak, bütün sorunlar AKP’den kaynaklanıyor” Kendilerince haklı olabilirler. Çünkü gazeteciliğin sorunlarının önemli ölçüde son yıllarda pompalanan “yandaş” anlayıştan kaynaklandığı aşikâr. Bu günlere o basamaklardan geçerek ulaştık. Her şey buralardan miras…

Lakin korkarım ki artık o aşamayı da çoktan geçtik ve hiçbir şey o kadar kolay değil. Bu “kalıp” öylesine yerleşti ki artık kim gelirse gelsin kendi “yandaşları”nı biriktirmeleri kaçınılmaz. Bu giderek bir “huy” olarak yerleşiyor. Doğrusu kimilerinin de buna “teşne“ oldukları daha şimdiki tutumlarından anlaşılıyor. Yani bundan sonra “bugünün muhalifi yarının yeni iktidarının yandaşı” olacağa benziyor. Öne çıkan “tarz”ın kendisi…

Herkes aslında durumun farkında ve kendisine bile itiraftan korkuyor. Ancak ne yazık ki o sınırı çoktan geçmiş bulunuyorlar. “Geri döndürülemez” bir noktadalar. Günahlar birikmiş, kinler taşmış, öfkeler teyakkuzda. Herkesin “daha da ileri gitmek” ten başka çaresi yok. Bir adım gerilenirse düşeceğiz korkusu. “Ya hep ya hiç” de diyorlar buna!

“Muhalifler”e gelince. Onların durumu hepten karmaşık. Muhalifliği “Anti”likle karıştırıyorlar. Ufuksuz bir Erdoğan ve AKP nefreti zihinlerini köreltiyor. “Erdoğan karşıtlığı” dışında toplumun bütününe aslında fazla bir şey söylemiyorlar. Amaç sadece ve sadece “AKP’ye/Erdoğan’a çakmak”, “her şeyin faturasını AKP’ye çıkartmak” olunca en saçma söylemler, en mantıksız tepkiler gırla gidiyor. Sonunda “Kaos istiyorlar” pozisyonuna düşüyorlar. “Gazetecilik çizgileri”ni de bu duygu belirliyor.

Öyle veya böyle aslında en zor durumda olan ne “yandaş” ne de “anti” olmamaya çalışan insanlar. Onlar sadece işlerini yapmak ve hedef olmadan fikirlerini edebince paylaşmak istiyorlar. Bir “duruş”ları olsa bile bunu bir “savaş atmosferi” içinde, yargılamadan ve yargılanmadan yapmak istiyorlar. Ben mesleki formasyona sahip asıl gazeteci gövdesinin bu insanlardan oluştuğuna inanıyorum.

Bütün olumsuzluklara rağmen Türkiye’de meslek yeniden şartlarına uygun gelişme imkânı bulacaksa asıl yükü bu insanların ve bu anlayışın omuzlayacağını düşünüyorum. Şimdilik önleri kapalı görünebilir. Bakalım gelecek günler ne gösterecek?..

Medyaradar’da yeniden yazmaya başladığım şu günlerde tüm meslektaşlarımı sevgi ve saygı ile selamlıyorum…

[email protected]