18 Şub 2014 09:45 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 15:56

Yalçın Akdoğan: Bediüzzaman böyle değildi

Başbakan Erdoğan'ın danışmanı ve Star Gazetesi yazarı Yalçın Akdoğan bugünkü yazısında cemaat-hükümet kavgasında son durumu ele aldı...

İşte Yalçın Akdoğan'ın "Bediüzzaman böyle değildi" başlıklı o yazısı:

23 Mart 2012’de Bediüzzaman Said Nursi’nin vefat yıldönümü sebebiyle bir yazı kaleme almış, üstadın kişiliği, yaşamı ve mücadelesinin Risale-i Nur gibi bir şaheser olduğunu, örnek alınması gereken bir ibret vesikası olduğunu belirtmiştim: “Peygamber efendimizin mucizeleri arasında birinci sırada Kur’an-ı Kerim, ikinci sırada ise bizatihi kendisi, yani ‘güzel ahlakı’ sayılır. Onun fiil, hal, söz, siret ve sureti davasının hakkaniyetine bir delil olarak verilmiştir. Düşmanları dahi onu ‘Muhammedül Emin’ diye nitelendirmiş, doğru ve dürüst bir şahsiyet olarak görmüştür. Hal ile kal (söz) arasındaki uyumu ortaya koyamayan düşünce adamlarının eserlerine vurgu yapılmıştır ama örnek şahsiyet olarak kişiliklerine atıf yapılmamıştır. Risalelerden çıkarılması gereken dersler gibi, Bediüzzaman’ın yaşamından da çıkarılması gereken dersler vardır. Said Nursi gibi sayısız zorluklarla, türlü sıkıntılarla başedebilen çok az ‘dava adamı’ vardır.”

Bediüzzaman sürüldü, zehirlendi, suikastlere uğradı, taciz edildi, hapse atıldı, ama hiç kaçmadı. Medrese-i Yusufiyeyi (cezaevini) kendisine tebliğ merkezi haline getirdi:

“Bütün ömrüm harb meydanlarında, esaret zindanlarında, yahut memleket hapishanelerinde, memleket mahkemelerinde geçti. Çekmediğim cefa, görmediğim eza kalmadı. Divan-ı harblerde, bir câni gibi muamele gördüm; bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanlarında aylarca ihtilâttan menedildim. Defalarca zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere mâruz kaldım. Zaman oldu ki hayattan bin defa ziyade ölümü tercih ettim”.

***

Bediüzzaman ‘iman hakikatlerini dünyevi amaçlara alet ediyorlar’ şeklinde bir şüphe oluşmaması için her türlü maddi, dünyevi ve siyasi makamı elinin tersiyle itmiştir:

“Ben, cemiyetin îmanını kurtarmak yolunda dünyamı da feda ettim, âhiretimi de. Seksen küsûr senelik bütün hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum”.

Onun toplumsal hastalıklara karşı yazdığı reçetelerde isyan, başkaldırı, hizipçilik, grupçuluk yoktu. Varsa yoksa ‘muhabbet’ dedi, ‘ittihat’ dedi, ‘ümit, sıdk, hürriyet, meşveret’ dedi.

O, şahsını değil şahs-ı maneviyi öne çıkarmış, “Baki hakikatler fani şahıslar üzerine bina edilmez” demiştir.

O, iman hizmetinin manevi gücünden başka hiçbir kuvvete dayanmamış, güç ve iktidar hırsı peşinde koşmamıştır.

Siyaseti siyasetçilere bırakmış, ülkeye hizmet eden siyasetçilere hayır dua etmiştir.

Müspet hareketi benimsemiş; kirli yollara, tertiplere, tezgahlara kesinlikle tevessül etmemiştir, cevaz vermemiştir.

Öyle bir vicdana sahiptir ki, karıncayı bile incitmemiştir, hiçbir Müslüman’ın aleyhine iftira, karalama, tezvirat, tezgah yapmamış, insanların onuruyla oynanmasına müsaade etmemiştir.

Yazının tamamını okumak için tıklyaınız