13 Nis 2009 12:55
Son Güncelleme: 19 Kas 2018 13:38
YAKIN DÖVÜŞ KURSLARINA MI GİDELİM? GAZETECİLERE SİLAH MI DAĞITALIM? AHMET ALTAN'DAN SALDIRIYA SERT TEPKİ!..
MEDYARADAR'ın ÖZEL HABER olarak gündeme taşıdığı Taraf yazarı Rasim Ozan Kütahyalı'nın,Alperen Ocakları İstanbul Başkanı tarafından Kanal 7 binasında hastanelik edilmesine Ahmet Altan tepki gösterdi.
Saldırı
Sabahın o saatinde çalan telefonun ekranında Ergin Cinmen'in adını görünce, güne pek de hayırlı bir haberle başlamayacağımızı anladım.
Korktuğum gibi de oldu.
Ergin, "geceleyin Kanal 7'deki sohbet programından sonra Alperenler'in İstanbul il başkanının televizyonu basıp, programa katılan Rasim Ozan Kütahyalı'ya aniden saldırarak hastanelik ettiğini" söyledi.
Öfkeden ve üzüntüden kasıldığımı söylemeliyim.
İstanbul'un göbeğinde televizyon basıp adam dövmeye cüret edebiliyorlardı.
Üstelik de esrarengiz bir kazaya kurban giden ve ölmeden önce aralarında benim de bulunduğum bir grup yazarla buluşmak istediğini söyleyen BBP Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu'nun partisinin yan örgütünden biri yapıyordu bunu.
Alperenler adının Hrant Dink cinayetinin arka planında nasıl belirmiş olduğunu hatırladım.
Bir de Şamil Tayyar'ın Neşe Düzel'le yaptığı sohbette söyledikleri aklıma geldi.
Yazıcıoğlu, Dink suikastında Alperenler'in adının dolaşmasından üzüldüğünü belirterek Tayyar'a, "bizim tarlayı daha önceden sürmüşler" demişti.
Anlaşılan, saldırgan "daha önceden sürülmüş tarlanın" mahsulüydü.
Hiç beklemediği bir yerde, hiç beklemediği bir anda saldırıya uğrayan Rasim'in sağlık durumunu araştırdım hemen.
Yüzünde bir iki bere vardı ama iyiydi.
Sonra saldırganın televizyon binasına nasıl elini kolunu sallayarak girip, daha sonra aynı rahatlıkla çıkıp gittiğini merak ettim.
Rasim'in katıldığı programın bir başka konuğu olan bir BBP'linin "şoförü" olduğunu söyleyerek içeri girmiş, saldırmış ve hiç kimse tarafından durdurulmadan binadan ayrılmıştı.
"Geçmiş olsun" demek için beni arayan Kanal 7'nin genel müdürü, saldırganı durdurmayan güvenlikçilerin işlerine son verildiğini söyledi.
BBP yöneticileri ise anlaşılmaz laflar etmişlerdi.
"Ortam duygusal, bizi de anlayın" demişlerdi.
Tam neyi anlayacağımızı kestiremedim doğrusu.
Ortam nasıl duygusaldı?
Ortam "duygusal" olunca BBP'li gençler etrafa saldırıp insanları dövüp öldürecekler miydi?
"Duygusallık" onlara saldırganlık özgürlüğü mü veriyordu?
Ortamı "duygusal" kılan liderlerinin ölümü ise, Yazıcıoğlu'nun "demokrat aydınlarla" görüşmek istemesinin onlarda daha "barışçı" duygular uyandırması gerekmiyordu?
Yoksa, çoktandır kulağımıza geldiği gibi "ortalığı karıştırmak" için Alperenler kullanılacaktı da, bunu engellemeye çalışan Yazıcıoğlu'nun ölmesi, kışkırtıcılara yolu mu açmıştı?
Bir siyasi parti olan BBP, bir saldırıyı nasıl bu kadar hafife alıyordu?
Yazarlara yapılan saldırıları çok "hoşgörülü" karşılayan BBP'li yöneticilerin şemsiyesi altında Alperenler daha neler yapacaktı, hangi "duygusal" saldırı planları daha vardı?
Kaç yazarı daha hedef seçeceklerdi "duygularını" belirtmek için?
Tabii en önemlisi, İstanbul'un göbeğinde televizyon basıp, yazarlara saldırmanın karşısında devlet ne yapacaktı?
Onlar da mı "hoşgörüyle" karşılayacaktı bunu?
Irak'ta olan İçişleri Bakanı'na haber gönderdim.
İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah'la da konuştum.
Cerrah, "böyle saldırılara izin vermeyeceklerini, saldırganı hemen yakalayıp adliyeye sevk edeceklerini" söyledi.
Ama ben bu yazıyı yazarken henüz saldırganın yakalandığına dair bir haber ulaşmamıştı bize.
Kütahyalı'ya saldıran adam birçok suçu birden işledi.
Eğer devlet bu suçlara gereken tepkiyi göstermezse bunun arkası gelir.
Yazarları döverler de, öldürürler de...
Hrant Dink'i unutmayın, katillerin gençler arasından seçildiğini, Alperenler teşkilatına gidip geldiklerini de unutmayın.
Bu işler böyle başlar.
Önce televizyon basarlar.
Döverler.
Ses çıkmazsa öldürürler.
Peki, biz ne yapacağız?
Devlet işleri ağırdan alırsa bu ülkenin gazetecileri, yazarları canlarını nasıl koruyacak?
Yakın dövüş kurslarına mı gidelim?
Gazetecilere silah mı dağıtalım?
Gündüzleri gazete çıkartıp, akşamları çatışmalara mı girelim?
Ne yapalım?
Devlet bize ne öneriyor?
Bakın, bu işler böyle başlar.
Başbakan'ı, İçişleri Bakanı'nı, Emniyet Teşkilatı'nı uyarıyorum, bu saldırgan gereken cezayı almazsa, bundan sonra bu ülkede gazetecilerin, yazarların başına geleceklerden, yaşanacak facialardan siz sorumlu olursunuz.
Bu saldırı karşısında gereken tepkiyi göstermeyip, "ortam duygusal" diye geçiştirmeye kalkışan BBP de bu işlerin sorumlularından biri haline gelir.
Siyasi Partiler Yasası'na göre de "suç işlemiş" olur.
Devletin yöneticileri ve İstanbul Emniyet Teşkilatı, bir adamın televizyon kanalı basıp yazarlara saldırma cüretini nereden aldığını bir iyi tartsın.
Buna cüret edebiliyorsa, bunun bedelini ödemeyeceğini düşünüyor demektir, devletin onu caydıracak bir gücü ve görüntüsü yok demektir.
Yok mu gerçekten?
Olup olmadığını hep birlikte göreceğiz.
Umarım göreceğimiz tablo, kan lekeleriyle kirlenmemiş bir tablo olur.
Ahmet Altan/Taraf
Sabahın o saatinde çalan telefonun ekranında Ergin Cinmen'in adını görünce, güne pek de hayırlı bir haberle başlamayacağımızı anladım.
Korktuğum gibi de oldu.
Ergin, "geceleyin Kanal 7'deki sohbet programından sonra Alperenler'in İstanbul il başkanının televizyonu basıp, programa katılan Rasim Ozan Kütahyalı'ya aniden saldırarak hastanelik ettiğini" söyledi.
Öfkeden ve üzüntüden kasıldığımı söylemeliyim.
İstanbul'un göbeğinde televizyon basıp adam dövmeye cüret edebiliyorlardı.
Üstelik de esrarengiz bir kazaya kurban giden ve ölmeden önce aralarında benim de bulunduğum bir grup yazarla buluşmak istediğini söyleyen BBP Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu'nun partisinin yan örgütünden biri yapıyordu bunu.
Alperenler adının Hrant Dink cinayetinin arka planında nasıl belirmiş olduğunu hatırladım.
Bir de Şamil Tayyar'ın Neşe Düzel'le yaptığı sohbette söyledikleri aklıma geldi.
Yazıcıoğlu, Dink suikastında Alperenler'in adının dolaşmasından üzüldüğünü belirterek Tayyar'a, "bizim tarlayı daha önceden sürmüşler" demişti.
Anlaşılan, saldırgan "daha önceden sürülmüş tarlanın" mahsulüydü.
Hiç beklemediği bir yerde, hiç beklemediği bir anda saldırıya uğrayan Rasim'in sağlık durumunu araştırdım hemen.
Yüzünde bir iki bere vardı ama iyiydi.
Sonra saldırganın televizyon binasına nasıl elini kolunu sallayarak girip, daha sonra aynı rahatlıkla çıkıp gittiğini merak ettim.
Rasim'in katıldığı programın bir başka konuğu olan bir BBP'linin "şoförü" olduğunu söyleyerek içeri girmiş, saldırmış ve hiç kimse tarafından durdurulmadan binadan ayrılmıştı.
"Geçmiş olsun" demek için beni arayan Kanal 7'nin genel müdürü, saldırganı durdurmayan güvenlikçilerin işlerine son verildiğini söyledi.
BBP yöneticileri ise anlaşılmaz laflar etmişlerdi.
"Ortam duygusal, bizi de anlayın" demişlerdi.
Tam neyi anlayacağımızı kestiremedim doğrusu.
Ortam nasıl duygusaldı?
Ortam "duygusal" olunca BBP'li gençler etrafa saldırıp insanları dövüp öldürecekler miydi?
"Duygusallık" onlara saldırganlık özgürlüğü mü veriyordu?
Ortamı "duygusal" kılan liderlerinin ölümü ise, Yazıcıoğlu'nun "demokrat aydınlarla" görüşmek istemesinin onlarda daha "barışçı" duygular uyandırması gerekmiyordu?
Yoksa, çoktandır kulağımıza geldiği gibi "ortalığı karıştırmak" için Alperenler kullanılacaktı da, bunu engellemeye çalışan Yazıcıoğlu'nun ölmesi, kışkırtıcılara yolu mu açmıştı?
Bir siyasi parti olan BBP, bir saldırıyı nasıl bu kadar hafife alıyordu?
Yazarlara yapılan saldırıları çok "hoşgörülü" karşılayan BBP'li yöneticilerin şemsiyesi altında Alperenler daha neler yapacaktı, hangi "duygusal" saldırı planları daha vardı?
Kaç yazarı daha hedef seçeceklerdi "duygularını" belirtmek için?
Tabii en önemlisi, İstanbul'un göbeğinde televizyon basıp, yazarlara saldırmanın karşısında devlet ne yapacaktı?
Onlar da mı "hoşgörüyle" karşılayacaktı bunu?
Irak'ta olan İçişleri Bakanı'na haber gönderdim.
İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah'la da konuştum.
Cerrah, "böyle saldırılara izin vermeyeceklerini, saldırganı hemen yakalayıp adliyeye sevk edeceklerini" söyledi.
Ama ben bu yazıyı yazarken henüz saldırganın yakalandığına dair bir haber ulaşmamıştı bize.
Kütahyalı'ya saldıran adam birçok suçu birden işledi.
Eğer devlet bu suçlara gereken tepkiyi göstermezse bunun arkası gelir.
Yazarları döverler de, öldürürler de...
Hrant Dink'i unutmayın, katillerin gençler arasından seçildiğini, Alperenler teşkilatına gidip geldiklerini de unutmayın.
Bu işler böyle başlar.
Önce televizyon basarlar.
Döverler.
Ses çıkmazsa öldürürler.
Peki, biz ne yapacağız?
Devlet işleri ağırdan alırsa bu ülkenin gazetecileri, yazarları canlarını nasıl koruyacak?
Yakın dövüş kurslarına mı gidelim?
Gazetecilere silah mı dağıtalım?
Gündüzleri gazete çıkartıp, akşamları çatışmalara mı girelim?
Ne yapalım?
Devlet bize ne öneriyor?
Bakın, bu işler böyle başlar.
Başbakan'ı, İçişleri Bakanı'nı, Emniyet Teşkilatı'nı uyarıyorum, bu saldırgan gereken cezayı almazsa, bundan sonra bu ülkede gazetecilerin, yazarların başına geleceklerden, yaşanacak facialardan siz sorumlu olursunuz.
Bu saldırı karşısında gereken tepkiyi göstermeyip, "ortam duygusal" diye geçiştirmeye kalkışan BBP de bu işlerin sorumlularından biri haline gelir.
Siyasi Partiler Yasası'na göre de "suç işlemiş" olur.
Devletin yöneticileri ve İstanbul Emniyet Teşkilatı, bir adamın televizyon kanalı basıp yazarlara saldırma cüretini nereden aldığını bir iyi tartsın.
Buna cüret edebiliyorsa, bunun bedelini ödemeyeceğini düşünüyor demektir, devletin onu caydıracak bir gücü ve görüntüsü yok demektir.
Yok mu gerçekten?
Olup olmadığını hep birlikte göreceğiz.
Umarım göreceğimiz tablo, kan lekeleriyle kirlenmemiş bir tablo olur.
Ahmet Altan/Taraf