20 Eyl 2008 08:51
Son Güncelleme: 19 Kas 2018 13:20
"YA BİAT YA CİHAT!..." DİYEN ERTUĞRUL ÖZKÖK , BAŞBAKAN'A 1970'LERDE DEV YOL'UN YAPTIĞI BOYKOTU HATIRLATTI!..
Başbakan artık bu kavgayı, aşırı derecede şahsileştirdi. Partisini, o şahsi öfkenin kuyruğuna takıyor.
Ya biat ya cihat
ÖNCEKİ akşam Sakıp Sabancı Müzesi´nde, o muhteşem Dali sergisinden çıkıp eve dönerken, Başbakan Erdoğan´ın, partisine oy verenleri beğenmediği, kavga ettiği "gazeteleri almamaya" davet eden boykot çağrısını öğrendim.
Tuhaftır ama o an aklıma ne geldi biliyor musunuz?
1970´li yıllarda Dev Yol´un "Cumhuriyet Gazetesi´ni satın almayın" kampanyası.
"Ne alakası var" diyebilirsiniz.
Hiç öyle değil.
İkisi de aynı ölçüde antidemokratik, ikisi de aynı ölçüde zorba ve diktatoryal bir zihniyetin ifadesi.
Bu yazıyı işte bu benzetmenin etkisi altında yazıyorum.
Başbakan´ın yakın çevresinden birisi olsaydım,
Aklı başında, makul bir insan olsaydım,
Ciddi bir durum muhakemesi kabiliyetim olsaydı,
Ve en önemlisi, düşündüklerimi yüzüne söyleyecek cesaretim olsaydı,
Yani onun gerçek bir dostu olsaydım,
Ona bugünlerde, Dev Yol terminolojisi ile "somut durumun, şu somut tahlilini" yapardım.
* * *
Başbakan artık bu kavgayı, aşırı derecede şahsileştirdi. Partisini, o şahsi öfkenin kuyruğuna takıyor.
Bir lider şahsi öfkesinin bu kadar esiri haline geldiyse, o sarmaldan çıkışı zorlaşır. Her yanlış adımı, daha öfkeli bir başka yanlış adım takip eder.
Erdoğan´ın şahsi öfkesi, giderek Doğan Medya Grubu´na karşı verilen bir kavga olmaktan çıkıp, hızla basın özgürlüğüne karşı kavgaya dönüşmektedir.
Kapatma davasından sonra Avrupa Birliği´ne tam üyelik çalışmalarına hız vermesi beklenen Erdoğan, bu tavrı ile tam aksi istikamete doğru koşmaya başlamıştır.
Başbakan "Onların gazetesini almayın" derken şunu unutmaktadır. Kendisine oy veren herkes, onun partisinin "biat etmiş" tebaası değildir.
Okudukları gazeteyi alma emrini Başbakan´dan almamışlardır. Dolayısıyla okumama ve eve sokmama emrini de ondan almalarını beklemek, her oy vereni emir kulu saymak anlamına gelir.
Başbakan, AKP teşkilatına, "Bu gazeteleri evlere sokturmama talimatı" vermektedir. Böyle antidemokratik bir emri yerine getirmek için "teşkilatı" devreye sokmak, faşist parti düzeninin kültürüdür.
Daha önce açıkça "Onları hedef gösteriyorum" dedikten sonra, şimdi de eve girmesini önleyin emri verilince ister istemez şu soru akla gelecektir: Bundan sonraki üçüncü emir ne olacaktır? "Katli vaciptir" mi?
Başbakan, son günlerdeki asabi haline, şimdi bir de gazetelerin satılmasını engelleme tavrını ekleyince siyasetine hákim olan kültürün temel felsefesini de özetlemektedir: "Ya biat ya cihat."
Bu tavrı ister istemez insanlara, belediye başkanlığı dönemindeki "Demokrasi, hedefimize ulaşıncaya kadar bindiğimiz bir tramvaydır" sözlerini hatırlatacak ve şu soruyu akla getirecektir: "Tramvay son durağa geldi mi?"
Başbakan´ın Deniz Feneri skandalını yazan gazetelere karşı açtığı her yeni cihat akla şu psikolojiyi getirmektedir: Acaba Deniz Feneri yolsuzluğu, Erdoğan´ın çok yakınlarına kadar mı uzanmaktadır? Bu öfke, bu hiddet o korkunun ifadesi midir?
Erdoğan´ın her öfkesi, bu soruyu Türkiye dışına doğru taşımakta ve kapatma davasında kendisine en büyük desteği veren yayın kuruluşları da Deniz Feneri skandalına daha fazla ilgi duymaya başlamaktadır.
Economist Dergisi´nin son sayısında sorduğu soru şudur: "Yoksa Ak değil mi?" Bu tavrı, basına karşı giriştiği sindirme harek
ÖNCEKİ akşam Sakıp Sabancı Müzesi´nde, o muhteşem Dali sergisinden çıkıp eve dönerken, Başbakan Erdoğan´ın, partisine oy verenleri beğenmediği, kavga ettiği "gazeteleri almamaya" davet eden boykot çağrısını öğrendim.
Tuhaftır ama o an aklıma ne geldi biliyor musunuz?
1970´li yıllarda Dev Yol´un "Cumhuriyet Gazetesi´ni satın almayın" kampanyası.
"Ne alakası var" diyebilirsiniz.
Hiç öyle değil.
İkisi de aynı ölçüde antidemokratik, ikisi de aynı ölçüde zorba ve diktatoryal bir zihniyetin ifadesi.
Bu yazıyı işte bu benzetmenin etkisi altında yazıyorum.
Başbakan´ın yakın çevresinden birisi olsaydım,
Aklı başında, makul bir insan olsaydım,
Ciddi bir durum muhakemesi kabiliyetim olsaydı,
Ve en önemlisi, düşündüklerimi yüzüne söyleyecek cesaretim olsaydı,
Yani onun gerçek bir dostu olsaydım,
Ona bugünlerde, Dev Yol terminolojisi ile "somut durumun, şu somut tahlilini" yapardım.
* * *
Başbakan artık bu kavgayı, aşırı derecede şahsileştirdi. Partisini, o şahsi öfkenin kuyruğuna takıyor.
Bir lider şahsi öfkesinin bu kadar esiri haline geldiyse, o sarmaldan çıkışı zorlaşır. Her yanlış adımı, daha öfkeli bir başka yanlış adım takip eder.
Erdoğan´ın şahsi öfkesi, giderek Doğan Medya Grubu´na karşı verilen bir kavga olmaktan çıkıp, hızla basın özgürlüğüne karşı kavgaya dönüşmektedir.
Kapatma davasından sonra Avrupa Birliği´ne tam üyelik çalışmalarına hız vermesi beklenen Erdoğan, bu tavrı ile tam aksi istikamete doğru koşmaya başlamıştır.
Başbakan "Onların gazetesini almayın" derken şunu unutmaktadır. Kendisine oy veren herkes, onun partisinin "biat etmiş" tebaası değildir.
Okudukları gazeteyi alma emrini Başbakan´dan almamışlardır. Dolayısıyla okumama ve eve sokmama emrini de ondan almalarını beklemek, her oy vereni emir kulu saymak anlamına gelir.
Başbakan, AKP teşkilatına, "Bu gazeteleri evlere sokturmama talimatı" vermektedir. Böyle antidemokratik bir emri yerine getirmek için "teşkilatı" devreye sokmak, faşist parti düzeninin kültürüdür.
Daha önce açıkça "Onları hedef gösteriyorum" dedikten sonra, şimdi de eve girmesini önleyin emri verilince ister istemez şu soru akla gelecektir: Bundan sonraki üçüncü emir ne olacaktır? "Katli vaciptir" mi?
Başbakan, son günlerdeki asabi haline, şimdi bir de gazetelerin satılmasını engelleme tavrını ekleyince siyasetine hákim olan kültürün temel felsefesini de özetlemektedir: "Ya biat ya cihat."
Bu tavrı ister istemez insanlara, belediye başkanlığı dönemindeki "Demokrasi, hedefimize ulaşıncaya kadar bindiğimiz bir tramvaydır" sözlerini hatırlatacak ve şu soruyu akla getirecektir: "Tramvay son durağa geldi mi?"
Başbakan´ın Deniz Feneri skandalını yazan gazetelere karşı açtığı her yeni cihat akla şu psikolojiyi getirmektedir: Acaba Deniz Feneri yolsuzluğu, Erdoğan´ın çok yakınlarına kadar mı uzanmaktadır? Bu öfke, bu hiddet o korkunun ifadesi midir?
Erdoğan´ın her öfkesi, bu soruyu Türkiye dışına doğru taşımakta ve kapatma davasında kendisine en büyük desteği veren yayın kuruluşları da Deniz Feneri skandalına daha fazla ilgi duymaya başlamaktadır.
Economist Dergisi´nin son sayısında sorduğu soru şudur: "Yoksa Ak değil mi?" Bu tavrı, basına karşı giriştiği sindirme harek