09 Ağu 2010 21:54 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:32

''X BENİ ZEKO'YA FİŞTİKLER Mİ?'' BİR GAZETECİNİN ERGENEKON KORKUSU!

Papermoon'da başlayan Ergenekon tartışması hangi gazeteciyi neden tedirgin etti? Birgün yazarı ve Medyaradar'ın usta röportajcısı Ahmet Tulgar yazdı.

X, Y, Zeko

Gazetecilik uzun, uzun bir meslek. Çok şey birikiyor. Bu birikenler bir gün bir yerde, bir şekilde birbirine bağlanıyor. Çok insan tanınıyor. Bir gün bu insanlar bir masanın etrafında bir araya geliyor. Geçen hafta olan da buydu.
İsim vereyim diyorum ama olay medya dedikodusuna dönüşür, suyu çıkar. Oysa ben semiyoloji yapmak istiyorum burada.
Olay yerini ise bildireceğim: ’Papermoon.’ İstanbul, Ulus’ta, bol parası olanlar için bir restaurant.
Seneler önce yaptığım bir söyleşide, söyleşi yaptığım kişi, çok sevdiği bu mekândan o sıralar sık sık birilerinin kaybolduğunu dert yanarak anlatmıştı bana. Batık banka operasyonlarının yapıldığı dönemdi.
Aktüel dergisi benim Milliyet’te yayımlanan bu söyleşimde kullandığım metaforlara istinaden ’Papermoon Tarikatı’ başlıklı bir dosya hazırlamıştı hatta sonrasında. Neyse.
Gidenler dönmedi Papermoon’a ama yeni tarz bir zenginler kliğinin mensupları birer ikişer arzı endam ederek, Papermoon popülasyonunu tamamlıyor bir süredir.
Bunların bazıları da gazeteci. Haliyle.
Bizim masa da öyle işte. Gazetecilerden müteşekkil. İçimizden birinin davetlisi diğerleri. Ben davetlilerdenim elbette.
Türkiye’de gazeteler üzerinden ’yaşatılan ve yaşanan’ kamplaşmanın tansiyonu kısa sürede kendini masamızda da gösterdi. Taraflar belirlendi. Tartışma ateşlendi. Bir tarafın gazetecisi en ateşlimizdi.
Diğer taraftakilerden biri, ciddiyetle hoppalığı birbirine yakıştıran kadınlardan olan bir gazeteci arkadaşımız, kadın olmasının kendisine içselleştirdiği siyasi ve sosyal gelecek korkularını ortaya döküp Ergenekon soruşturmasına yönelik, bu ülkede artık herkesin iyi kötü sahip olduğu hukuk bilgisinin hayli ötesinde ama bence aceleci birtakım eleştirilerde bulunmaya başlayınca ateşli tarafgir arkadaşımız, gazeteciden çok iddia makamı üslubuyla ona karşı çıkıp bir söyleve girişti.
Ama işte muhatabı da öyle kolay susacaklardan değil.
Şimdi Ergenekon sürecinin sonunda yargı ne karar verir, o onlara kalmış ama hep diyorum, sırf sosyolojik etkisi bile bu sürecin, büyük kazanımdır bu ülke için.
Yani ben Ergenekon soruşturmasını hayırlı bulanlardanım.
Ama bizim ateşli genç arkadaşımız sahiden işi yani gazeteciliği şirazesinden çıkarıp kendisini savcı konumuna yerleştiriyordu ki, bu olmaz. Çünkü bir savcısı mevcut davanın. Ve işini yapıyor adam.
Kadın arkadaşımız bir süre sonra sustu, çünkü aslına bakılırsa o da darbeci, askerci cenaha öyle sıcak bakanlardan değildir, bu önemli. Onun korkusu başka.
Tedirginliği.
Gece çok sonra, herkes evine gidince, anladım ki bir yeni korkusu, bir tedirginliği daha olmuş arkadaşımızın. Telefonumda bir mesaj: "X beni Zeko’ya fiştikler mi?"
Bu sms cümlesi gösterge doluydu. Bu soru. İçinden geçtiğimiz şu sürece ilişkin.
Şimdi bir kere, bir gazetecinin, başka taraftan bir gazeteciden böyle korkması neye işaret eder? Acı değil mi, acınası bir durum değil mi bu? Mesleki açıdan da, yurttaşlık ilişkisi açısından da.
Ya ’Zeko’? Savcı Zekeriya Öz bizim Ergenekon soruşturmasına mesafeli arkadaşımız nezdinde ’Zeko’ olmuş. Yani bu kadar bizden birisi, bu kadar yakın, bu kadar tanıdık, bir gündelik hayat kahramanı. Sevdiğimiz biri. Bu kadar ’cool’ durup yine de ’Zeko’ oluyorsa Zekeriya Öz, toplumun sahiden beklentisi büyük bu soruşturmadan. Toplum ferahladı yani.
Ya da Türkiye’nin yaygın lakayıtlığı bu soruşturmanın ciddiyetine de halel getirmeye başladı nihayet.
Ve ’fiştiklemek’. Bu nedir yahu? Neden ’ihbar’ değil, ’şikayet’ değil de ’fiştiklemek’?
Bu kadar mı hafife alınacak, bu kadar mı sıradan, bu kadar mı gündelik artık muhbirlik?


Ahmet Tulgar/Birgün