Vedat Milor iddialı konuştu: Yediğin yemekten verdiğin oyu bilirim
Ünlü TV programcısı ve gastronomi yazarı Vedat Milor, yine dikkat çeken açıklamalarıyla gündem oldu.
Gastronomi Yazarı ve TV programcısı Vedat Milor "Yeni mağdur"un
"Batılı kesim" olduğunu söyledi. "Türkiye’yi dana yiyen bir ülke
haline getirdiler" diyen Milor "Yediğin yemekten verdiğin oyu
bilirim" ifadelerini kullandı.
Cumhuriyet gazetesinden Zeynep Miraç'a konuşan Milor hafıza,
sosyoloji, siyaset, ekonomi-politik, tarih üzerine açıklamalarda
bulundu. Miraç'ın sorularına Milor'un verdiği yanıtlar şöyle:
➸ Akademik geçmişinizi de düşünürsek yemeğe sosyolojiden,
siyasetten, ekonomi politik üzerinden mi bakıyorsunuz?
İki türlü bakış var. Bir üzerine düşünmek, bir de keyif almak.
Kızım bana hedonist diyor. Doğru, daha çok hedonist bir yaklaşım
olarak bakıyorum.
➸ Yemek deyince sizin için birinci sırada haz mı
duruyor?
Evet. Yemek kadar haz aldığım, belki daha çok haz aldığım şey
tenisti. Haftada üç kere tenis maçı yapardım. Sonra motor sistemi
etkileyen hastalığımdan dolayı –Parkinson değil- ciddi tenis
hayatım sona erdi. Hâlâ oynuyorum ama eskisi gibi değil. O zaman
yemek daha da ön plana çıktı. Bu işi haz için yapıyorum ve haz
aldığım müddetçe yapacağım. Senede 52 yazı yazıyorum ve giderek
yemeğin diğer boyutları üzerine düşünmeye başladım. Üretim zinciri,
insan-doğa ilişkisi, çocukluktan getirdiğiniz tat arşiviniz...
“İnsan, yediğidir” diyebilirim.
Yemekten çıkan oy tahmini
➸ Ne yediğiniz kim olduğunuzu mu tarif ediyor?
Kesinlikle. Mesela bana Amerika’da bir insanın ne yediğini
söyleyin, kime oy verdiğini, Cumhuriyetçi mi yoksa Demokrat mı
olduğunu tahmin edebilirim. Cumhuriyetçiler steak & potato (biftek
ve patates) tipidir. En çok onu severler. Demokratlar ya değişik
mutfakları denerler ya da vegan/ vejetaryenlerdir.
➸ Türkiye’de de bir insanın ne yediğinden kime oy verdiğini
tahmin edebilir misiniz?
Evet. Reaksiyonundan çıkar. Ne yediğinden çıkmaz da, ne
yemediğinden daha kolay çıkar. Mesela Instagram’a Fransa’dan bir
güvercin yemeği koyuyorum, “Abi böyle şey yenir mi?” diyorlar. Çok
dar bir alanda yemek yiyor Türkiye’deki pek çok kişi, bu da dar bir
dünya görüşünü gösteriyor. Zaten bizde et açısından çok fazla
seçenek yok. Av eti hiç yenmiyor. Domuz dinsel olarak yasak.
Endüstriyel tavuk var. Deniz ürünlerine mesafeliyiz. Türkiye’nin
florası tamamen küçükbaş hayvana uygundur. Keçi ve koyuna.
Büyükbaşa uygun çok az yer var. Tamamen değiştirdiler bunu ve
Türkiye’yi dana yiyen bir ülke haline getirdiler.
➸ İnşaat yapabilmek için dere yataklarını kâğıt üstünde
değiştirdiler Vedat Bey, bunu değiştirmişler çok mu?
Dana daha kârlı çünkü. Oysa keçi çok sağlıklı bir et ama neredeyse
kalmadı. Bir de burada insanlar çok önyargılı. Çeşitli karidesler
var, lezzetleri farklı. Türkiye’de kimse buna ilgi duymuyor. Sadece
karideste değil, domateste de aynı, patateste de aynı. Genellikle
damak zevki gelişmiş kültürlerde ayrımlar var, bizde hep aynı
kategoriye koyuyorsun. “Karides değil mi”, “domates değil mi, hepsi
aynı”... Bunun sonunda tarımda ata tohumları ortadan kalktı. Zaten
Özal döneminde başladı ata tohumlarının yasaklanması.
➸ Sebebi nedir?
Uluslararası şirketlerden gelen baskı. Türkiye o zaman da şeffaf
olmadığı için, kimse bu soruları sormamıştır; bir kararname ile
çıkmış, sonra kurumsallaşmıştır. Çünkü uluslararası tekel var.
1979’dan sonra globalleşme ortaya çıktıktan sonra bizim gibi karşı
koyamayan gariban ülkeler yabancı tohumlara tamamen teslim oldular.
‘Kızım vejetaryen olsa sevinirim’ ➸ Veganlardan kuzu merakınız
nedeniyle epey tepki alıyorsunuz. Onlara cevabınız nedir?
Kızmıyorum, onu söyleyeyim. Bana duygusal bir tepki gibi geliyor.
İspanya’da sırf bu amaçla yetişen kuzular var ve üç haftalık
yeniyor. Bizim kıvırcık gibi. Çok lezzetli. Orada hedonizmim ağır
basıyor. Kızım da bana “Küçük kuzu yenir mi?” diye soruyor.
➸ Kızınıza ne cevap veriyorsunuz?
Epey oldu diyeli, şu sıralar demiyor. O pek et yemek istemiyor.
Hamuru çok seviyor, meyve sebze yiyor. Balığı da pek sevmiyor,
gerçi ben de 18 yaşında balık yemeye başladım. Hiçbir baskı
yapmıyorum. Hatta ilerde vejetaryen olursa hoşuma gider bile
diyebilirim.
➸ Neden?
Biz eski nesiliz, daha gaddar. O şekilde büyümüşüz. Yeni nesil etik
olarak daha üstün. Hem sağlık açısından hem de etik olarak
vejetaryenliği çok takdir ediyorum.
➸ Tarihsel süreçte yemeklerle ilgili algı da değişiyor.
Çocukluğumda kurban kesildiğini seyrettiğimi hatırlıyorum, et yemek
konusunda tereddütüm yok ama bugün kesilirken bakamam.
Ben de tavuk yemiyorum, nedeni çocukluğum. Dedemin tavuk çiftliği
vardı. Kesildiğini görmüşüm, sonra da kesilen tavuğu yemem için
baskı yapılmış. Bu yüzden kesinlikle tavuk yemem. O kuzunun
kesildiğini de görmek istemem elbette, o zaman yiyemem.
➸ Eskiden tabaktaki kuzuyla çayırdaki kuzu farklıydı, artık
okuduklarımız bunları zihnimizde buluşturuyor.
Benim hedonist zihnimde o derisi kızarmış, incecik yağlı kuzuyla
1968 Marques de Riscal Reserva Tempranillo’nun ne kadar iyi
gideceği buluşuyor.
‘Mutlulukla yemeği özdeşleştirdim’
➸ Proust’un madlen çağrışımını hatırlarsak, çocukluğunuzdan
sizde iz bırakan yemekler, sizi hemen o günlere taşıyan tatlar var
mı?
Evimizde büyük nine dediğimiz bir hanım vardı. Mart ayı geldiğinde
Elmaslar Kasabı’ndan süt kuzusu alır, ondan çiğ börek yapardı. Yer
yemez suları akmaya başlardı, inanılmaz lezzetliydi. Bir oturuşta
10-12 tane yerdim. Onun dışında evimizin emektarı Arzu Hanım’ın
yaptığı keşkeği hatırlıyorum. Kokusu ve lezzeti hafızamda. Bir de
yemediklerim var. Kemikli et hiç yemezdim, iğrenirdim. Balık da
yemezdim. Annemle büyümedim, dedem ve babaannemle büyüdüm. Annemle
gittiğim lokantaları hatırlıyorum, ilk kez Çin lokantasına
gitmiştik. Taksim Lamartin caddesindeki... Orada ilk kez tatlı ve
ekşi karides yedim. Annem de çok seçiciydi, az şey yerdi. Fakat
sevdiğini de çok severdi. Mesela fois gras (kaz ciğeri), domuzu ilk
kez annemle yedim.
➸ Eski söyleşilerinizi okuduğumda annenizi hep yemekle
birlikte hatırladığınız dikkatimi çekti. Şimdi yine benzer şeyler
anlattınız.
Annemle çok yoğun bir ilişkim oldu. Babamdan ben 5 yaşımdayken
ayrıldı, onu hep üzgün ve mutsuz gördüm. Birine çok âşık oldu,
evlendi ancak o süreç çok sancılı geçti. Beni çok etkilerdi onun
mutsuzluğu. Annemi mutlu hatırladığım anlar sofradaki anlar. Bir de
akşam yattığında sigarasını yakıp Jacques Brel, Aznavour dinlediği
anlar. Belki de bu şekilde zor bir dünyada yemeği mutlulukla
özdeşleştirdim. İştahsız bir çocuğun yemeği haz olarak gören birine
dönüşmesinde belki de bunun etkisi vardır.
➸ Yaklaşık 12 yıldır yemek üzerine yazıyorsunuz. Bu süre
zarfında yazılarınız Türkiye’nin değişiminden nasıl
etkilendi?
Giderek üretim ilişkilerini, doğayı, yerli tohumları daha çok
vurgulama fırsatı buldum. Öte yandan şarap konusunu yazamıyorsunuz,
bu komik bir şey.
➸ Lokantaların düzeyinde nasıl bir değişiklik
oldu?
Aşağı gitti. İnsanlar anlamıyor diye kaliteyi devamlı düşürüyorlar.
Fine dining can çekişiyor Türkiye’de, bitmiş gibi. Şu anda iki tür
lokanta tutuyor; ya zincir yerler, menüleri birbirine benzeyen
formül lokantalar. Sıradan malzemeyle yapılan yemekler, mesela moda
diye kinoa getiriyorlar. Bir de modern meyhaneler var. Frank
Sinatra ile başlayan akşam eller havaya ile bitiyor. Bunlar garip
bir elit özentiliği. Oysa ben geleneğin sürmesini savunuyorum.
‘Benim gördüğüm bir saltanatın çöküşüydü’
➸ İçinde büyüdüğünüz aile yapısı, eskilerin kalburüstü
dediği, bugün elit olarak etiketlenen bir yapı. Hani Beyaz Türk
denenlerden...
Ben etrafıma baktığımda sadece iki türlü Türk görüyorum: güzel Türk
ve çirkin Türk. Fiziksel görünüşten söz etmiyorum. Köklü bir
aileydi benimki, ancak varlığını bitiren bir aile. Babam dedemden
sonra her şeyi sattı. Benim gördüğüm bir saltanatın çöküşüydü. Ben
de bunun bilinciyle yurtdışına gittim.
➸ Sosyal medyada sizi elit olmakla eleştirenler var, “Hayat
size güzel Vedat Bey”... Kısa süre önce sosyal medya üzerinden
kızınıza “Sen yabancı mısın?” diyen PTT memurunu eleştirdiniz ve
kızınızdan özür dilemesini istediniz. Size gelen cevaplarda şu ağır
basıyordu: “Vedat Bey takıla takıla buna mı takıldınız, sizinki de
dert mi?” Siz onların sandığı gibi Babil kulesinde mi
yaşıyorsunuz?
Benim de 150 bin tane derdim var elbette. Sağlık dertlerinden tut
da aile sorunlarına kadar. “Sen kuşkonmaz yiyorsun, orada insanlar
ölüyor” dersen her şey anlamını kaybeder. Ne anlamlı ki? Hiç kimse
hiçbir şey yapamaz o zaman. Mesele gelir düzeyiyse ben
üniversitedeki işimi bıraktım, para kazanmıyorum artık.
➸ Sizin hak arama çabanız naiflik olarak değerlendirildi ve
“Abi amma ciddiye aldın, burası Türkiye” dediler. Bu tepkilere
şaşırdınız mı?
Çok eskiden beri naif buluyorlar, artık şaşırmıyorum. Ben buna
sorumluluk duygusu diyorum. Doğu kültüründe bu duygu ve empati pek
gelişmiyor. Sorumluluk duygunuz geliştiğinde karşınızdakinden
beklentileriniz de gelişiyor. İşini doğru yapacağını ve gururunuzu
kırmayacağını bekliyorsunuz. Bana “Abi takma kafanı” diyenler
benden daha rahatlar. Belki de gerçek elitler onlar, hiçbir şey
onlara dokunmuyor. Dokunulmazlıkları var. Eleştirdiğim postacı
gibi, istediği kişiye istediğini söyleyebilir. Gerçek seçkin o...
Ben kendimi mağdur olarak görüyorum. Batılı kesim artık yeni mağdur
kesim.