17 Şub 2012 12:15 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:21

"VATAN'IN DEĞİL, MİLLİYET'İN MASASINDA OTURDUM!" REHA MUHTAR O YEMEĞİ YAZDI!

Vatan yazarı Reha Muhtar, Yıldırım Demirören'in nadoluhisarı'ndaki yalısında gazete yazarlarına verdiği daveti köşesine taşıdı.

Yeni dönem yeni Vatan yeni Milliyet... Umuda doğru bir gazetecilik yolculuğu...

Vatan ve Milliyet’in karışık günlerinde, okuyucuların her dakika “Neler oluyor sizde” diye sorduğu zon dönemlerde, “köşede kalem oynatmak dünyanın en alangirli işlerinden biri olarak gelmişti bana...”

İki ortak vardı ve dünyanın en zor şeyi, kendi gazetelerinizdeki ortaklık yapısını, anlaşmazlıklarıyla ilgili gelişmeleri, okuru kandırmadan, saf ve temiz bilgiye yorumunuzu katarak bir ticari promosyona kapılmadan, manipülasyona sapmadan aktarabilmekti...

Kendi gazetelerinizle ilgili “temiz ve doğru” gazetecilik yapmazsanız, ileride kimse hakkında “doğru ve temiz gazetecilik” yapamazsınız...

Adama sorarlar sonra...

“Kendiniz sorunlarla boğuşurken, tek bir kelime etmekten kaçındınız... Herkesin sütre gerisini çarşaf çarşaf yayınlamaktan geri durmuyorsunuz ama...” diye...

***

O günlerde yazıları kaleme alırken, Fransız Le Monde gazetesinin sahip değiştirdiği günlerdeki, editöryal refleksleri kendime referans almaya çalışmıştım...

Gazetecilerin de kendine ait bir meslek ve koridor sicilleri vardı...

Kimse bakmasa da, bir gazeteci kendi mesleğinin dünyadaki örneklerini inceler böyle zamanlarda...

Demirören Ailesi‘ni yakından tanıyordum...

Olaylar karşısındaki dirençli tutumlarını, medyaya giriş amaçlarını, yapmak istediklerini, hedeflerini ve koordinatlarını anlıyordum...

Ekonomik güçlerinin verdiği özgüvenle, medyaya girişleri günlük bir heves, “bir de bunu da deneyelim” türü bir nefes veya geçici bir nöbet olmadığının farkındaydım...

***

O gün ortaklarıyla kısa dönemde anlaşmazlıklar yaşasalar da, orta vadede, Vatan ve Milliyet’i televizyonlarla birleştirecek yeni bir medya grubu oluşturacaklardı...

Ailenin ticari geleneği, iş dünyasındaki genetiği, köklü ailenin medya dünyasında kalıcı olmaya soyunduğunu gösteriyordu...

Hislerim ve bilgilerim beni yanıltmazdı...

Dün Erdoğan Demirören’in 55 yaşındaki boğaz teknesiyle yalısına gittim...

Tekne 48 yıldır Demirören‘deydi...

Küçük, mütevazı, iyi kalite ahşap, klasik bir kıyı teknesiydi...

48 yıldır teknesini 30 yıldır da kaptanını değiştirmemişti Erdoğan Demirören...

Gelenek ve kökler...

***

Önceki gece yalısının salonunda, Vatan ve Milliyet’teki anlaşmazlıkları çözmüş, ticari sahipliğini tescillemiş, eşi, çocukları, onların aileleri ve torunlarıyla, gazetelerinin yönetici ile yazarlarını toplayan bir Erdoğan Demirören vardı...

Türkiye çok zor, tarihiyle, değer yargılarıyla, kültürel mirasıyla, siyasi geçmişiyle acı veren kasvetli hesaplaşma günlerinden geçiyor...

Cumhuriyet’in kurulduğu günlerden beri en radikal zamanları, en kökten hesaplaşmaları, en ilkesel devr-i sabıkları, geleceğe dair en fazla tartışılacak projeksiyonları yaşıyor...

Böyle günlerde topluma ayna olacak, hoparlör görevi görecek, değer yargıları ve siyaset coğrafyası üzerinde objektif damgalar vuracak bir gazetecilik manifestosu “inanılmaz bir iç hesaplaşmanın göbeğinden” geçiyor...

Sadece gazeteci kalabilmek...

Sadece gazetecilik yapabilmek...

Her şeye ve çevredeki her hesaplaşmaya karşı, kendi özgür gazetecilik etiğinden vazgeçmemek...

Yapayalnız hissetsen da, hiçbir şeye bulaşmadan gazeteci gibi gazeteci kalmak...

Kendi gazetelerinde en alangirli günlerde, içerdeki olayları vermekten imtina etmeyen bir gazetecilik anlayışı, şimdi “Türkiye’nin en zor, en hararetli ve en fırtınalı” günlerinde denize açılıyor...

Önceki gece yalısına giderken Erdoğan Demirören’in 55 yıldır pırıl pırıl denizde seyreden küçük teknesine baktım...

30 yıllık kaptanıyla gayet zarif ve sağlam bir tekneydi...

Vatan ve Milliyet artık yeni sahipleriyle, yeni bir döneme giriyorlar...

Biz oluruz olmayız, bu ayrı bir tarihsel kayıt konusu...

Şimdilik tespit edilmesi gereken şudur...

Bu mütevazı ve sağlam teknenin bu kadar fırtınalı bir dönemde Boğaz’a açılması Türkiye demokrasisi açısından bir kazançtır...

Medyadaki değişikliğin ilk gününde tarihe düşülecek not bu “umut”tur...

*****

VATAN’IN DEĞİL, MİLLİYET’İN MASASINDA OTURDUM...

Demirörenler’in tarihi yalısını süsleyen tabloları ve bir sarayı andıran dekorasyonu biliyordum...

Yöneticilik günlerimde nice Beşiktaş gecelerine ev sahipliği yapmış bir yalıydı o...

Tekneyle geçerken, karşı kıyaya geçerken kaptana sordum...

- “Geçen yıl Fenerbahçe şampiyon olduğunda, Erdoğan Bey’in yalısının yanıbaşında iki büyük Fenerbahçe bayrağı asılı kaldı aylarca...

Günlerce kendi kendime sordum...

Bu yalılar Erdoğan Bey’in yalıları değil miydi diye...

Fenerbahçe bayrağının işi neydi Erdoğan Bey’in yalılarının yanı başında...”

***

Kaptan durumu aydınlattı...

“Bitişikteki yalı, Ali Koç’un yalısı Reha Bey...

Hemen yanı başında biraz geride gördüğünüz de Fenerbahçe yönetcisi Ömer Temelli’nin yalısı...”

Durum anlaşılmıştı...

Yalının kapısından girerken, Başkan Yıldırım Demirören keyifli keyifli sigarasını tüttürüyordu...

Braga’dan sabaha karşı dönmüşlerdi, İstanbul’daki maç için yine de tedbiri bırakmıyordu elden...

“Ne olur ne olmaz, belli olmaz bu işler...”

***

İçerde Erdoğan Demirören eşi, Revna Demirören, Kıvanç ve Meltem Oktay, Tayfun Demirören eşi, ailenin koskocaman olan bütün torunları, gazetelerin yazar ve yöneticilerini, sıcak bir şekilde ağırlıyorlardı...

Kıvanç, “Sen istersen şu masaya geç” dedi...

İşaretlediği masa, Erdoğan Demirören ve eşinin Milliyet’in bütün yazar ve ağır toplarıyla birlikte olduğu masaydı...

Bizim Vatan gazetesi diğer büyük masaydı...

Açıkçası benim gururla yazdığım gazetem VATAN... Fakat eski dostları gördüğümden ayaklarım beni ilk göz ağrım olan Milliyet’in masasına yöneltti...

Gazeteciliği öğrendiğim, Atina’lara gönderildiğim, televizyonlardan bildirdiğim ve gazeteciliğimin tamı tamına ilk 10 yılının geçtiği yuvanın adı Milliyet...

***

Masaya oturdum ve çocukluk arkadaşım olan 30 yıllık Milliyet’çilerle sohbetin dibine vurdum bütün bir gece...

Hiç kalkamadım bir türlü o masadan...

Doğduğum gazete, şimdi yazdığım gazete ve hayatımı paylaştığım kulüp...

Hayat bana bir şey gösteriyor ya...

Acaba ne?..

Reha Muhtar/Vatan