12 Eyl 2010 08:08
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:36
VATAN'DAN KOVULAN MİNE KIRIKKANAT'A CİHANGİR ESNAFI SAHİP ÇIKTI! ''BİZDENSİN ABLA!''
'Beş yıl önce 'o' Radikal'den, beş yıl sonra 'bu' Vatan'dan kovulmayı bir gazetecilik gururu olarak taşıyacağım!'
’Beş yıl önce ’o’ Radikal’den, beş yıl sonra ’bu’ Vatan’dan kovulmayı bir gazetecilik gururu olarak taşıyacağım!’ Geçtiğimiz günlerde bir yazısı nedeniyle işine son verilen Mine Kırıkkanat, başına geleni böyle değerlendirdi. İşten kovulduktan sonra Cihangir esnafından bile destek buldu ama gazeteci dostları pek de ilgilenmedi. Aptal bir kamikaze olmadığının, aksine uyumlu bir profesyonel olduğunun altını çizen 25 yıllık gazeteciye göre medya iyi bir sınavdan geçmiyor.
Tarih 31 Ağustos... Mine Kırıkkanat, ’Papatyalıktan Kasımpatılığa’ başlığıyla bir yazı yazdı. Yazı Vatan Gazetesi’nde yayınlanmadı. Kırıkkanat, bu yazıyı Facebook ve bazı internet sitelerine koydu. Kimse eleştirmedi. 1 Eylül’de hiçbir şey olmamış gibi, ’Mesele Yok’ yazısı gazetede yayınlandı. Bu Mine Kırıkkanat’ın başına ilk kez gelmedi. Aynı gazeteci, benzer bir nedenle 2005 yılında da hem Radikal, hem Milliyet Gazetesi’nden kovulmuştu. Kırıkkanat’la sansürü ve Türk basınının bugününü konuştuk.
- Geçmiş olsun nasılsınız?
Bomba gibiyim.
- Kamyon geçmedi mi üstünüzden?
Hayır, geçmedi. Ben yaşadıklarımdan ders alan biriyim. İnsanlık zekası da bunu gerektirir. Radikal’den atıldığımda üzerimden kamyon geçmişti. Bundan sonra geçecek bütün kamyonlara şimdi geçen gibi hazırım.
- Aynı şey mi Radikal’de yaşadığınızla?
Ben 25 yıldır gazeteciyim. İlk yazım 1985’te Cumhuriyet’te yayınlandı. Ve 20 yıl boyunca kimse benim sivri dilimden şikayet etmedi. Kimse benim uyumsuz olduğumu söylemedi ki, inanılmaz yumuşak bir profesyonelimdir. Koşullar neyse uyarım. Hiçbir zorlamam yoktur. Vatan Gazetesi’nde olsun, Radikal Gazetesi’nde olsun, Milliyet’te olsun ’Şu başlığı atmışsınız, şöyle kısaltmışsınız’ diye asla hesap sormadım. Gazete haklıdır. Her gün yeniden döner. Asla kendimi beğenmiş davranmam. Hakkımı korumam, benim hakkımın korunmasını ve değerimin bilinmesini beklerim. Bakıyorsunuz bu 20 yıl içerisinde hiçbir şey yok, 2005’te Radikal’den, 2010 yılında Vatan’dan kovuluyorum. 2002’den bu yana AKP iktidarı. Ne tesadüf değil mi?
GAZETECİLİK ANLAYIŞI DEĞİŞTİ, BEN DEĞİL
- Ne yapıyor iktidar? Mine Kırıkkanat’ı işten atın mı diyor?
Hayır, telefon açıp bunu yapmıyor. Gazete yönetimleri kral yerine, ’Kral bunu da sevmez, onu da sevmez’ diye otosansür uyguluyor. Belki kral bile bu kadarını yapmayacak. Gazetecilik anlayışı değişti Türkiye’de, ben değil. Gazete yönetimleri gazetecilik yapmaktan vazgeçti.
- Peki, siz vazgeçecek misiniz gazetecilikten?
Elbette geçmeyeceğim. Benim b planım, c planım, d planım vardır. Nereden sıkarsanız öbür taraftan patlarım. Avrupa’dan bütün arkadaşlarım aradı ’Senin için her şeyi yapmaya hazırız. Burada gazetecilik yaparsın’ dediler. Kendi dilimde, kendi yurdum için mutlak surette burada bir gazetede yazarlık yapmak isterim. Ama o imkan verilmezse Jön Türkler gibi orada patlarım.
- Keşkeleriniz oldu mu?
Radikal’de keşkelerim olabilirdi ama inanın orada bile olmadı. Daima yarına bakarım.
- Ne oldu, Vatan değişti mi?
Vatan’ın mutasyonu iki aşamalı oldu. İki yıl önce biliyorsunuz internet sayfamızın sorumlusu tutuklandı. O sırada gazete hakiki bir tehditle karşı karşıyaydı. Üstüne vergi cezaları geldi. Vatan’da tek sansürlenen ben değilim ki. Ama zor bir süreçti, hepimiz bunu anlayışla karşıladık. Sonra ikinci aşamaya geçildi. Aylin hapisten çıktı. Vergi cezaları baskısı devam etti. Tayfun Devecioğlu’nun Milliyet’e geçmesiyle gazetenin editoryal politikası o kadar değişti ki, ben kopmaya ve yasakları dinlememeye başladım. Yoksa sansür hepimizin tepesinde.
- Mutasyonun birinci aşamasında mı kabullenmemek lazım acaba?
Türk basınının dramı bu zaten. Cesur insanlar tarafından yönetilmiyor. Çünkü Türk medyasının bazı patronları ve o patronlara çok büyük maddi çıkarlarla bağlı yöneticiler, gazeteciliğe inanmıyorlar. Bunun bir ahlak, ideal mesleği olduğuna dair iradeleri de yok. Dolayısıyla korkaklar. Basını para basan makine gibi görüyorlar. Dünyanın hiçbir yerinde hiçbir televizyon ya da gazete bu kadar kolay susturulmaz. Bakın Arjantin’de bile faşizmin en güçlü olduğu dönemde basın mücadele vermiştir. Çünkü onlar mesleklerine inanıyorlardı. Korkaklar, kendileri korktuğu gibi bizi de susturmaya çalışıyorlar. Ben buna koca bir hayır diyorum. İşsiz de kalabilirim, yine hayır diyeceğim.
BANA BU MUAMELE ÇEKİLEMEZ
- Medya bir anlamda imtihandan mı geçiyor dersiniz? Bugünleri tarih yazacak mı?
Türkiye’de medya bu iktidar döneminde öyle bir imtihandan geçti ki, buradan dünyanın bir numaralı medyası olarak çıkabilirdi. Un vardı, yağ vardı, tuz vardı, su vardı. Ve ondan ağza atılmayacak bir hamur yaptılar.
- Vatan Gazetesi Yayın Yönetmeni, size yazdığı cevap yazısında şu ifadeyi kullandı: 5 yıl önce atıldığında bu gazete sana kucak açmadı mı? Minnet mi duymalısınız?
Türkiye’yi sadaka toplumu olmaya ve hakkı olan şeyleri yalvararak, bir inayet olarak almaya alıştırdılar. ’Baba patron, acıdı, Vatan’a aldı’, ’Hükümet acıdı, iftar sofrası kurdu.’ Bu, psikolojinin gazeteci olamayan zekadan yansımasıdır. Bana bu muamele çekilemez.
- Sizi ilk kim aradı?
Bilmiyorum, o andan itibaren kilitlendi telefonlar.
- Hiçbir işadamı aradı mı?
Aradı tabii... Ama isim vermek istemiyorum.
- Gazeteciler Cemiyeti Başkanı aradı mı?
Cemiyet Başkanı aramadı ama Oktay Ekşi aradı.
- Siz azgın bir laik misiniz?
Büyük bir gazetenin yazarı, kendisi demokrat liberaldir. Cihangir’de her ay bir çocuk Aydınlık dergisi satar. O liberal demokratın çocuğun üstüne ’Ulan ben burada sana Ergenekon propagandası yaptırmam’ diye yürüyüşü bile kimin azgın olduğunu rahatça gösteriyor. Ben laik olarak hiçbir gazetenin, hiçbir derginin çıkması, satılması karşısında saldırganlaşmadım. Neyse ki cevabını aldı. Kahvede oturanlardan biri ’Rahat bırak çocuğu, en azından dergi satıyor, ülkeyi satmıyor’ dedi. Bu cevap yeterli bence.
- Emine Erdoğan ve Pakistan ile ilgili tartışılan yazınızı Paris’teyken yazsanız, özneniz Carla Bruni olsa ve yazınız bir Fransız Gazetesi’nde yayınlansaydı ne olurdu?
Bütün internet siteleri alırdı. Bakın bazılarını mahkemeye veriyorlar ama neleri sineye çekiyorlar. Dün akşam Fransız Devlet Televizyonu’nda söylendi. Çok affedersiniz ama bu Fransa’da meşhur olmuş, argo bir deyim; ’popo deliği’ derler. Önemsiz anlamındadır. ’Popo deliğine en yakışan insan’, Sarkozy seçilmiş. Bütün internet siteleri yıkılıyor. Ne yapıyor Sarkozy? Hiçbir şey. Devlet televizyonunda bile yayınlıyorlar. O yazıda Emine Erdoğan’ın iki kez adı geçiyor, o da ’sayın’ diye başlıyor. Emine Erdoğan’la değil, onun etrafına topladığı kasımpatılaşan papatyalarla ilgiliydi. Belki onların kocaları yasaklamıştır yazıyı.
- Vatan Gazetesi’nde sizin başınıza gelenin kendi başlarına gelmesinden korkanlar var mı?
E tabii. Şu anda bana telefon etmeyen herkes bundan korkuyor.
SON CUMHURBAŞKANIM ARADI
- Kimse aramadı mı?
Bir tek Ruhat Mengi ve Can Ataklı aradı. Ödleri kopuyor.
- Emin Çölaşan’ı ilk arayanlardan biri Ahmet Necdet Sezer’di. Sizi de aradı mı?
Benim son cumhurbaşkanım aradı ve ’Geçmiş olsun’ dedi.
- Başka ne dedi?
RTÜK kanunu geçerken basın patronlarını uyardığını söylemişti, bunu hatırlattı. Diğerleri aramızda kalsın.
- Vatan radikalleşecek mi?
Elbette radikalleşecek. Ya da Radikal Vatanlaşacak. Sanırım o gruptan o ya da bu gazeteyi almanın bir önemi kalmayacak. Vergi cezası gazeteciliğin önüne geçti.
- Sözcü’den teklif aldınız mı?
Hayır almadım. Ama desteklerinden dolayı şükran borçluyum.
- Gün olur, devran döner diyor musunuz?
Onların koltuklarını kaybettikten sonra yapacak hiçbir şeyi yok. Ama benim koltuğum yok ki, altımdan çekebilsinler. Benim gazetelerde hiçbir zaman ne bürom, ne arabam, ne sekreterim oldu. Ben ayrıca bir kitap yazarıyım. Romancıyım, denemeciyim. Oturup bunları yazacağım. Benim de bir kara listem var, onları yazdım oraya.
ZATEN BEN DE KENDİMİ OTOSANSÜRLÜYORDUM
- Yaşadıklarınızı kitap mı yapacaksınız?
Kendi yaşadıklarımı kitap yapacak kadar ego sahibi değilim ben. Tanıyanlar bilir.
- Nasıl geçiniyorsunuz?
Radikal’den aldığım tazminatı hala harcamadım. Ne olur ne olmaz diye. Bir yıl geçinecek param var. Yazacağım bir tek kitaba bakar milyon almam. O yazacağım kitap da basın hakkındadır.
- Çok sevmeyeniniz var mı?
Tabii var. Çünkü bildiğini paylaşan ve bildiklerini inandığı doğrular uğruna savunan biriyim.
- Tehdit aldınız mı?
Özellikle dini konulara değindiğimde çok tehdit aldım. Son zamanlarda zaten ben de kendimi otosansürlüyordum. Kamikaze değilim. Aptal bir kamikaze hiç değilim. Kendime ve gazeteme zarar verecek şeyleri yapmam.
- Korktunuz mu?
Korkmayan biri aptaldır. Ben korkmayan biri değilim.
- Cesur musunuz?
Ne kadar cesurum bilmiyorum, ben normal olduğumu düşünüyorum. Ben cesur değilim, onlar korkak galiba...
- Dinlendiğinizi düşünüyor musunuz?
Düşünmüyorum biliyorum. Üstelik 1996’dan beri dinleniyorum. Meral Akşener dinletiyordu o zaman. Dinlenen 50 gazeteciden biriydim.
PAPATYALIKTAN KASIMPATILIĞA
Mine Kırıkkanat’ın Vatan’da yayınlanmayan yazısından bir bölüm şöyle:
Türkiye’de ’insan’ tanımını hak eden insanların vicdanı, 30 lira gündelikle çalıştığı inşaat iskelesinden kuşkusuz iki gündür aç olduğu için başı dönüp düşerek ölen üniversite öğrencisi Ömer Çelik’e sızlarken...
Türkiye’de kimi babadan, kimi kocadan ’zengin’ tanımını hak eden bazı hanımlarımızın cüzdanı Pakistan’daki sel felaketi için sızladı ve cüzdanlardan Sayın Emine Erdoğan’ın düzenlediği iftar yemeğinde sel mağdurlarına milyonlarca lira sızdı.
Ve bendeniz, hiçbir davetlinin kursağından doyasıya geçemeyen, çünkü niyetli olmayan hanımların bile zaten 365 gün diyetli oldukları bu iftar yemeğini, yöresel papatyacılığın küresel kasımpatlamacılığı diye yorumladım.
İLK YAZIM ÇOKTAN BERİ HAZIR
- Hiç teklif almadınız mı?
Bir teklif geldi, onu paylaşmak istemiyorum. Zaten artık kaç teklif gelebilir ki? Ama ben hiç teklif gelmemesine de hazırım.
- Bugün ilk yazınızı yazacak olsaydınız, ne yazardınız?
Hazır yazım. Vatan’ın tepeden tırnağa sansürlediği ilk yazım.
- Onu biz daha bilmiyoruz değil mi?
Hayır bilmiyorsunuz. Muhteşem bir yazı. Yarının gidişatını muhteşem bir hicivle açıklıyor.
- Ne zaman yazdınız?
2008 Mart ayında.
- Çerçevesi nedir yazının?
O yazıyı anlamayacak insan yok. Hepimizin okuyarak büyüdüğü bir masalı tersine çevirerek anlatıyorum.
- Masalın adını söyleyin bari?
Söylemem. Sizi muhafaza etmek istiyorum şu anda.
- Hukuki gerekçeyle mi sansürlendiniz?
Yok canım ben aptal mıyım? Onların da benim de avukatım var. Suç unsuruna bakarım, eğer taşıyorsa değiştiririm zaten. Ben bir profesyonelim. Onları sansürden saymam. 20 yıldır hiçbir sorun yaşamamışım.
- Sizin sansürlenen yazınızı, facebook’ta yayınlamanız mı etik gelmedi acaba?
Sözleşmem yok, telifli yazıyorum. Hiçbir şekilde önüme bir madde çıkaramazlar. Benim hakkım. Onların yayınlamadıkları her yazımı, istediğim ortamda istediğim biçimde, etik olarak rakip bir basın organı olmayan her yerde yayınlarım. Ama onların şimdi bana bir tazminat borcu var. Benim tazminat hakkım da var. Bekliyorum.
BÜTÜN İÇKİLER BEDAVA
- Sizin Cihangir esnafıyla aranızın çok iyi olduğunu biliyorum.
Herkes öğrenmiş atıldığımı. İşsiz kaldığım sürece bütün içkilerimi ısmarlamayı teklif edenler oldu, bir başkası da ’Ne kadar dayanabilirsin?’ diye sordu. ’Bir sene dayanabilirim’ dedim. ’İkinci senesi benden’ dedi. Bunlar esprili olanlar. O kadar tatlılar ki... Ama ben hayatımda hiç sadaka almadım. Ekmeğimi taştan çıkarırım merak etmeyin.
- Eşiniz ne dedi?
2005’te Radikal’den atıldığımda yanımda değildi. Atılmamın ne kadar yankı uyandırdığını görmemişti. Bu sefer şaşkına döndü. Telefonlardan onunla konuşamaz hale geldik. Öyle bir eşim var ki, 16 yıldan beri beraberiz. Erkektir, aldatır, aldatmaz vesaire. Yani aşki, kadın ve erkek ilişkilerini de bir kenara bırakın. Öyle bir eşim var ki, onun ölüsünün üzerinden geçilmeden bana ulaşılamaz. Kendini bana siper eder.
GENELKURMAY’IN HAZZETMEDİĞİ BANA ’DARBECİ’ DEDİLER
- Şimdi birkaç gün tatile mi çıkacaksınız?
Evet, dostlarımla tatile çıkacağım. Onlarla konuşacağız, paylaşacağız. Planlar yapacağım.
- Darbe planı değil, değil mi?
(Gülüyor) Genelkurmay’ın hiç hazzetmediği bana ’darbeci’ dediler. Darbenin ta kendisini yapanlarca darbeci olarak suçlanmak...Hani ortada dolaşan saf deliler vardır. Üzerinize hücum eder. Aklı gel git olduğu için ne yapacağınızı bilemezsiniz. En tehlikeli şey, ne yapacağını bilememektir. Kötü niyet bir tarafa, faşizmin ve darbenin ne olduğunu bilmeden demokrat insanlara darbeci diye saldırıp darbenin kendisini yapmaları ancak sanırım İran örneğiyle anlatılabilir.
- İran?
İran’daki faşizmi de liberal demokratlar getirdiler. O liberallerin hepsi sonra sürgünde öldüler. Bu acı bir şey.
İPEK ÖZBEY / AKŞAM
Tarih 31 Ağustos... Mine Kırıkkanat, ’Papatyalıktan Kasımpatılığa’ başlığıyla bir yazı yazdı. Yazı Vatan Gazetesi’nde yayınlanmadı. Kırıkkanat, bu yazıyı Facebook ve bazı internet sitelerine koydu. Kimse eleştirmedi. 1 Eylül’de hiçbir şey olmamış gibi, ’Mesele Yok’ yazısı gazetede yayınlandı. Bu Mine Kırıkkanat’ın başına ilk kez gelmedi. Aynı gazeteci, benzer bir nedenle 2005 yılında da hem Radikal, hem Milliyet Gazetesi’nden kovulmuştu. Kırıkkanat’la sansürü ve Türk basınının bugününü konuştuk.
- Geçmiş olsun nasılsınız?
Bomba gibiyim.
- Kamyon geçmedi mi üstünüzden?
Hayır, geçmedi. Ben yaşadıklarımdan ders alan biriyim. İnsanlık zekası da bunu gerektirir. Radikal’den atıldığımda üzerimden kamyon geçmişti. Bundan sonra geçecek bütün kamyonlara şimdi geçen gibi hazırım.
- Aynı şey mi Radikal’de yaşadığınızla?
Ben 25 yıldır gazeteciyim. İlk yazım 1985’te Cumhuriyet’te yayınlandı. Ve 20 yıl boyunca kimse benim sivri dilimden şikayet etmedi. Kimse benim uyumsuz olduğumu söylemedi ki, inanılmaz yumuşak bir profesyonelimdir. Koşullar neyse uyarım. Hiçbir zorlamam yoktur. Vatan Gazetesi’nde olsun, Radikal Gazetesi’nde olsun, Milliyet’te olsun ’Şu başlığı atmışsınız, şöyle kısaltmışsınız’ diye asla hesap sormadım. Gazete haklıdır. Her gün yeniden döner. Asla kendimi beğenmiş davranmam. Hakkımı korumam, benim hakkımın korunmasını ve değerimin bilinmesini beklerim. Bakıyorsunuz bu 20 yıl içerisinde hiçbir şey yok, 2005’te Radikal’den, 2010 yılında Vatan’dan kovuluyorum. 2002’den bu yana AKP iktidarı. Ne tesadüf değil mi?
GAZETECİLİK ANLAYIŞI DEĞİŞTİ, BEN DEĞİL
- Ne yapıyor iktidar? Mine Kırıkkanat’ı işten atın mı diyor?
Hayır, telefon açıp bunu yapmıyor. Gazete yönetimleri kral yerine, ’Kral bunu da sevmez, onu da sevmez’ diye otosansür uyguluyor. Belki kral bile bu kadarını yapmayacak. Gazetecilik anlayışı değişti Türkiye’de, ben değil. Gazete yönetimleri gazetecilik yapmaktan vazgeçti.
- Peki, siz vazgeçecek misiniz gazetecilikten?
Elbette geçmeyeceğim. Benim b planım, c planım, d planım vardır. Nereden sıkarsanız öbür taraftan patlarım. Avrupa’dan bütün arkadaşlarım aradı ’Senin için her şeyi yapmaya hazırız. Burada gazetecilik yaparsın’ dediler. Kendi dilimde, kendi yurdum için mutlak surette burada bir gazetede yazarlık yapmak isterim. Ama o imkan verilmezse Jön Türkler gibi orada patlarım.
- Keşkeleriniz oldu mu?
Radikal’de keşkelerim olabilirdi ama inanın orada bile olmadı. Daima yarına bakarım.
- Ne oldu, Vatan değişti mi?
Vatan’ın mutasyonu iki aşamalı oldu. İki yıl önce biliyorsunuz internet sayfamızın sorumlusu tutuklandı. O sırada gazete hakiki bir tehditle karşı karşıyaydı. Üstüne vergi cezaları geldi. Vatan’da tek sansürlenen ben değilim ki. Ama zor bir süreçti, hepimiz bunu anlayışla karşıladık. Sonra ikinci aşamaya geçildi. Aylin hapisten çıktı. Vergi cezaları baskısı devam etti. Tayfun Devecioğlu’nun Milliyet’e geçmesiyle gazetenin editoryal politikası o kadar değişti ki, ben kopmaya ve yasakları dinlememeye başladım. Yoksa sansür hepimizin tepesinde.
- Mutasyonun birinci aşamasında mı kabullenmemek lazım acaba?
Türk basınının dramı bu zaten. Cesur insanlar tarafından yönetilmiyor. Çünkü Türk medyasının bazı patronları ve o patronlara çok büyük maddi çıkarlarla bağlı yöneticiler, gazeteciliğe inanmıyorlar. Bunun bir ahlak, ideal mesleği olduğuna dair iradeleri de yok. Dolayısıyla korkaklar. Basını para basan makine gibi görüyorlar. Dünyanın hiçbir yerinde hiçbir televizyon ya da gazete bu kadar kolay susturulmaz. Bakın Arjantin’de bile faşizmin en güçlü olduğu dönemde basın mücadele vermiştir. Çünkü onlar mesleklerine inanıyorlardı. Korkaklar, kendileri korktuğu gibi bizi de susturmaya çalışıyorlar. Ben buna koca bir hayır diyorum. İşsiz de kalabilirim, yine hayır diyeceğim.
BANA BU MUAMELE ÇEKİLEMEZ
- Medya bir anlamda imtihandan mı geçiyor dersiniz? Bugünleri tarih yazacak mı?
Türkiye’de medya bu iktidar döneminde öyle bir imtihandan geçti ki, buradan dünyanın bir numaralı medyası olarak çıkabilirdi. Un vardı, yağ vardı, tuz vardı, su vardı. Ve ondan ağza atılmayacak bir hamur yaptılar.
- Vatan Gazetesi Yayın Yönetmeni, size yazdığı cevap yazısında şu ifadeyi kullandı: 5 yıl önce atıldığında bu gazete sana kucak açmadı mı? Minnet mi duymalısınız?
Türkiye’yi sadaka toplumu olmaya ve hakkı olan şeyleri yalvararak, bir inayet olarak almaya alıştırdılar. ’Baba patron, acıdı, Vatan’a aldı’, ’Hükümet acıdı, iftar sofrası kurdu.’ Bu, psikolojinin gazeteci olamayan zekadan yansımasıdır. Bana bu muamele çekilemez.
- Sizi ilk kim aradı?
Bilmiyorum, o andan itibaren kilitlendi telefonlar.
- Hiçbir işadamı aradı mı?
Aradı tabii... Ama isim vermek istemiyorum.
- Gazeteciler Cemiyeti Başkanı aradı mı?
Cemiyet Başkanı aramadı ama Oktay Ekşi aradı.
- Siz azgın bir laik misiniz?
Büyük bir gazetenin yazarı, kendisi demokrat liberaldir. Cihangir’de her ay bir çocuk Aydınlık dergisi satar. O liberal demokratın çocuğun üstüne ’Ulan ben burada sana Ergenekon propagandası yaptırmam’ diye yürüyüşü bile kimin azgın olduğunu rahatça gösteriyor. Ben laik olarak hiçbir gazetenin, hiçbir derginin çıkması, satılması karşısında saldırganlaşmadım. Neyse ki cevabını aldı. Kahvede oturanlardan biri ’Rahat bırak çocuğu, en azından dergi satıyor, ülkeyi satmıyor’ dedi. Bu cevap yeterli bence.
- Emine Erdoğan ve Pakistan ile ilgili tartışılan yazınızı Paris’teyken yazsanız, özneniz Carla Bruni olsa ve yazınız bir Fransız Gazetesi’nde yayınlansaydı ne olurdu?
Bütün internet siteleri alırdı. Bakın bazılarını mahkemeye veriyorlar ama neleri sineye çekiyorlar. Dün akşam Fransız Devlet Televizyonu’nda söylendi. Çok affedersiniz ama bu Fransa’da meşhur olmuş, argo bir deyim; ’popo deliği’ derler. Önemsiz anlamındadır. ’Popo deliğine en yakışan insan’, Sarkozy seçilmiş. Bütün internet siteleri yıkılıyor. Ne yapıyor Sarkozy? Hiçbir şey. Devlet televizyonunda bile yayınlıyorlar. O yazıda Emine Erdoğan’ın iki kez adı geçiyor, o da ’sayın’ diye başlıyor. Emine Erdoğan’la değil, onun etrafına topladığı kasımpatılaşan papatyalarla ilgiliydi. Belki onların kocaları yasaklamıştır yazıyı.
- Vatan Gazetesi’nde sizin başınıza gelenin kendi başlarına gelmesinden korkanlar var mı?
E tabii. Şu anda bana telefon etmeyen herkes bundan korkuyor.
SON CUMHURBAŞKANIM ARADI
- Kimse aramadı mı?
Bir tek Ruhat Mengi ve Can Ataklı aradı. Ödleri kopuyor.
- Emin Çölaşan’ı ilk arayanlardan biri Ahmet Necdet Sezer’di. Sizi de aradı mı?
Benim son cumhurbaşkanım aradı ve ’Geçmiş olsun’ dedi.
- Başka ne dedi?
RTÜK kanunu geçerken basın patronlarını uyardığını söylemişti, bunu hatırlattı. Diğerleri aramızda kalsın.
- Vatan radikalleşecek mi?
Elbette radikalleşecek. Ya da Radikal Vatanlaşacak. Sanırım o gruptan o ya da bu gazeteyi almanın bir önemi kalmayacak. Vergi cezası gazeteciliğin önüne geçti.
- Sözcü’den teklif aldınız mı?
Hayır almadım. Ama desteklerinden dolayı şükran borçluyum.
- Gün olur, devran döner diyor musunuz?
Onların koltuklarını kaybettikten sonra yapacak hiçbir şeyi yok. Ama benim koltuğum yok ki, altımdan çekebilsinler. Benim gazetelerde hiçbir zaman ne bürom, ne arabam, ne sekreterim oldu. Ben ayrıca bir kitap yazarıyım. Romancıyım, denemeciyim. Oturup bunları yazacağım. Benim de bir kara listem var, onları yazdım oraya.
ZATEN BEN DE KENDİMİ OTOSANSÜRLÜYORDUM
- Yaşadıklarınızı kitap mı yapacaksınız?
Kendi yaşadıklarımı kitap yapacak kadar ego sahibi değilim ben. Tanıyanlar bilir.
- Nasıl geçiniyorsunuz?
Radikal’den aldığım tazminatı hala harcamadım. Ne olur ne olmaz diye. Bir yıl geçinecek param var. Yazacağım bir tek kitaba bakar milyon almam. O yazacağım kitap da basın hakkındadır.
- Çok sevmeyeniniz var mı?
Tabii var. Çünkü bildiğini paylaşan ve bildiklerini inandığı doğrular uğruna savunan biriyim.
- Tehdit aldınız mı?
Özellikle dini konulara değindiğimde çok tehdit aldım. Son zamanlarda zaten ben de kendimi otosansürlüyordum. Kamikaze değilim. Aptal bir kamikaze hiç değilim. Kendime ve gazeteme zarar verecek şeyleri yapmam.
- Korktunuz mu?
Korkmayan biri aptaldır. Ben korkmayan biri değilim.
- Cesur musunuz?
Ne kadar cesurum bilmiyorum, ben normal olduğumu düşünüyorum. Ben cesur değilim, onlar korkak galiba...
- Dinlendiğinizi düşünüyor musunuz?
Düşünmüyorum biliyorum. Üstelik 1996’dan beri dinleniyorum. Meral Akşener dinletiyordu o zaman. Dinlenen 50 gazeteciden biriydim.
PAPATYALIKTAN KASIMPATILIĞA
Mine Kırıkkanat’ın Vatan’da yayınlanmayan yazısından bir bölüm şöyle:
Türkiye’de ’insan’ tanımını hak eden insanların vicdanı, 30 lira gündelikle çalıştığı inşaat iskelesinden kuşkusuz iki gündür aç olduğu için başı dönüp düşerek ölen üniversite öğrencisi Ömer Çelik’e sızlarken...
Türkiye’de kimi babadan, kimi kocadan ’zengin’ tanımını hak eden bazı hanımlarımızın cüzdanı Pakistan’daki sel felaketi için sızladı ve cüzdanlardan Sayın Emine Erdoğan’ın düzenlediği iftar yemeğinde sel mağdurlarına milyonlarca lira sızdı.
Ve bendeniz, hiçbir davetlinin kursağından doyasıya geçemeyen, çünkü niyetli olmayan hanımların bile zaten 365 gün diyetli oldukları bu iftar yemeğini, yöresel papatyacılığın küresel kasımpatlamacılığı diye yorumladım.
İLK YAZIM ÇOKTAN BERİ HAZIR
- Hiç teklif almadınız mı?
Bir teklif geldi, onu paylaşmak istemiyorum. Zaten artık kaç teklif gelebilir ki? Ama ben hiç teklif gelmemesine de hazırım.
- Bugün ilk yazınızı yazacak olsaydınız, ne yazardınız?
Hazır yazım. Vatan’ın tepeden tırnağa sansürlediği ilk yazım.
- Onu biz daha bilmiyoruz değil mi?
Hayır bilmiyorsunuz. Muhteşem bir yazı. Yarının gidişatını muhteşem bir hicivle açıklıyor.
- Ne zaman yazdınız?
2008 Mart ayında.
- Çerçevesi nedir yazının?
O yazıyı anlamayacak insan yok. Hepimizin okuyarak büyüdüğü bir masalı tersine çevirerek anlatıyorum.
- Masalın adını söyleyin bari?
Söylemem. Sizi muhafaza etmek istiyorum şu anda.
- Hukuki gerekçeyle mi sansürlendiniz?
Yok canım ben aptal mıyım? Onların da benim de avukatım var. Suç unsuruna bakarım, eğer taşıyorsa değiştiririm zaten. Ben bir profesyonelim. Onları sansürden saymam. 20 yıldır hiçbir sorun yaşamamışım.
- Sizin sansürlenen yazınızı, facebook’ta yayınlamanız mı etik gelmedi acaba?
Sözleşmem yok, telifli yazıyorum. Hiçbir şekilde önüme bir madde çıkaramazlar. Benim hakkım. Onların yayınlamadıkları her yazımı, istediğim ortamda istediğim biçimde, etik olarak rakip bir basın organı olmayan her yerde yayınlarım. Ama onların şimdi bana bir tazminat borcu var. Benim tazminat hakkım da var. Bekliyorum.
BÜTÜN İÇKİLER BEDAVA
- Sizin Cihangir esnafıyla aranızın çok iyi olduğunu biliyorum.
Herkes öğrenmiş atıldığımı. İşsiz kaldığım sürece bütün içkilerimi ısmarlamayı teklif edenler oldu, bir başkası da ’Ne kadar dayanabilirsin?’ diye sordu. ’Bir sene dayanabilirim’ dedim. ’İkinci senesi benden’ dedi. Bunlar esprili olanlar. O kadar tatlılar ki... Ama ben hayatımda hiç sadaka almadım. Ekmeğimi taştan çıkarırım merak etmeyin.
- Eşiniz ne dedi?
2005’te Radikal’den atıldığımda yanımda değildi. Atılmamın ne kadar yankı uyandırdığını görmemişti. Bu sefer şaşkına döndü. Telefonlardan onunla konuşamaz hale geldik. Öyle bir eşim var ki, 16 yıldan beri beraberiz. Erkektir, aldatır, aldatmaz vesaire. Yani aşki, kadın ve erkek ilişkilerini de bir kenara bırakın. Öyle bir eşim var ki, onun ölüsünün üzerinden geçilmeden bana ulaşılamaz. Kendini bana siper eder.
GENELKURMAY’IN HAZZETMEDİĞİ BANA ’DARBECİ’ DEDİLER
- Şimdi birkaç gün tatile mi çıkacaksınız?
Evet, dostlarımla tatile çıkacağım. Onlarla konuşacağız, paylaşacağız. Planlar yapacağım.
- Darbe planı değil, değil mi?
(Gülüyor) Genelkurmay’ın hiç hazzetmediği bana ’darbeci’ dediler. Darbenin ta kendisini yapanlarca darbeci olarak suçlanmak...Hani ortada dolaşan saf deliler vardır. Üzerinize hücum eder. Aklı gel git olduğu için ne yapacağınızı bilemezsiniz. En tehlikeli şey, ne yapacağını bilememektir. Kötü niyet bir tarafa, faşizmin ve darbenin ne olduğunu bilmeden demokrat insanlara darbeci diye saldırıp darbenin kendisini yapmaları ancak sanırım İran örneğiyle anlatılabilir.
- İran?
İran’daki faşizmi de liberal demokratlar getirdiler. O liberallerin hepsi sonra sürgünde öldüler. Bu acı bir şey.
İPEK ÖZBEY / AKŞAM