03 Eyl 2010 16:28
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:35
VATAN GAZETESİ'NDE BOMBA GELİŞME! MİNE KIRIKKANAT KOVULDU! KARARIN GEREKÇESİ NE? (MEDYARADAR/ÖZEL)
Vatan Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İsmail Yuvacan Mine Kırıkkanat'a gönderdiği veda yazısında "çıkartılma" kararının sebeplerini nasıl açıkladı? İşte Yuvacan'ın veda yazısı...
İşte Vatan Genel Yayın Yönetmeni İsmail Yuvacan’ın Kırıkkanat’a gönderdiği veda yazısı
Sevgili Mine,
Birkaç gün önce yazdığın bir yazı, ’Pakistan’a yardım yapmayın’ şeklinde anlaşılabileceği endişesiyle, kamuoyundaki hassasiyeti de dikkate alarak, benim bilgim dahilinde yayınlanmadı. Ancak bu yazıyı bir internet sitesine sızdırarak, gazetemizi hiç hak etmediği halde sansürcü durumuna düşürdün. Seni arayan arkadaşlarıma yazıyı aynı zamanda Facebook sayfana koyduğunu, yazının buradan alındığını söylemişsin. Diyelim ki öyle, profesyonel bir iş yapıyoruz, karşılığında para aldığın bir yazıyı, gazeteden önce internette yayınlamanın hukuken suç olduğunu biliyorsun değil mi?. Beş yıl önce yine bir yazında kullandığın ağır ifadeler nedeniyle işsiz kalmıştın, o zaman bu gazete sana kucak açmadı mı? Geçen 5 yılda binden fazla köşe yazısı yazdın. Sansürlendiğini iddia ettiğin bu yazının çok daha ağırlarını yayınlamadık mı? Dava konusu olabileceği endişesiyle karşılıklı mutabakata vararak çıkardığımız üç beş yazı dışında hangisini sansürledik? Sana bir kez bile ’şunu yazma bunu yaz’ dendi mi? Düşüncelerini özgürce ifade etmedin mi?
Tüm Türkiye’nin bildiği olağanüstü şartlara rağmen dik duran, ilkelerinden ödün vermeyen bu gazetenin hiçbir yazarı, yöneticisi ve çalışanı, sansürcü iftirasını hak etmiyor... VATAN’ı kamuoyu önünde düşürdüğün bu haksız durumdan sonra birlikte çalışmamız ne yazık ki olanaksız hale geldi. Bu noktada yollarımızı ayırmak zorunda kaldığım için çok üzgünüm. Sana her şey için teşekkür ediyorum.
İşte Mine Kırıkkanat’ın facebook sayfasına koyduğu ve Vatan’dan kovulmasına neden olan yazı...
“Papatyalıktan Kasımpatılığa”
Türkiye’de “insan” tanımını hak eden insanların vicdanı, 30 lira gündelikle çalıştığı inşaat iskelesinden kuşkusuz iki gündür aç olduğu için başı dönüp düşerek ölen üniversite öğrencisi Ömer Çelik’e sızlarken...
Türkiye’de kimi babadan, kimi kocadan “zengin” tanımını hak eden bazı hanımlarımızın cüzdanı Pakistan’daki sel felaketi için sızladı ve bu cüzdanlardan Sayın Emine Erdoğan’ın düzenlediği iftar yemeğinde sel mağdurlarına milyonlarca lira sızdı.
Ve bendeniz, hiç bir davetlinin kursağından doyasıya geçemeyen, çünkü niyetli olmayan hanımların bile zaten 365 gün diyetli oldukları bu iftar yemeğini, yöresel papatyacılığın küresel kasımpatlamacılığı diye yorumladım.
Toplumsal vicdan çiçekçiliği, ülkemizde son yirmi yıldır dev adımlarla gelişen bir sektör. Eksik olmasın Semra Özal’ın ektiği papatyalar zamanla irileşti, semirdi, kuşkusuz GDO’lar sayesinde kasımpatına dönüştüler, Sayın Emine Erdoğan’ın vicdan bahçesinde açıyorlar, pat pat, pardon kat kat... Bir bakıyorsunuz Filistinli çocuklara ağlatıyor, bir bakıyorsunuz Pakistan’daki sel felaketine yardım damlatıyorlar.
Damlatıyorlar dedim, çünkü söz konusu iftarda toplanan 3,5 milyon lira, 100 bin Ömer’in inşaatçı gündeliği olmasına karşın o kasımpatı cüzdanları ağlatmaz, Pakistan’ı da çağlatmaz!
Pakistan, 180 milyon nüfusuyla dünyanın en kalabalık altıncı ve Müslüman nüfusun en yoğun olduğu ikinci ülkesi. Son sel felaketinin mağdur sayısı, 20 milyon civarı.
Peki bizim kasımpatıların vicdanı, akıtmasa da nasıl bir ülkeye damlatıyor, bilmek ister misiniz?
Nüfusun %74’ünün günde iki dolardan az parayla geçindiği Pakistan nükleer bir güç, yani atom bombası var. 620 bin mevcutlu ordusu, ülkedeki verimli toprakların %12’sine sahip bir toprak ağalığının ta kendisi. Zaten Pakistan’daki toprak, sanayi ve ticaret mülkiyetinin üçte ikisi, üsteğmenden generale, emekli ve muvazzaf subaylara ait. Ordunun mali portesi, 10 milyar dolar olarak hesaplanıyor. Ülkenin en zengin 100 kişisi, üst düzeyli subaylar ve toplam servetleri, 6 milyar dolar. Pakistan’ın üç büyük sanayi ve ticari kuruluşu, Fauji, Shaheen ve Bahria vakıfları ülkenin kara, hava ve deniz ordularının malı. Fauji vakfı, ordu mensuplarına resmi görevleri dışında “güvenlikçi” falan gibi ikinci iş sağlıyor, petrol depolaması ve dağıtımı yapıyor, fosfat fabrikaları çalıştırıyor. 1971’de kurulan “Army Welfare Trust”, ülkenin en büyük kredi kurumu“Askari Commercial Bank”ın, bir havayolları, bir turizm şirketi, bir de cins atların yetiştirildiği hara sahibi... Ülkenin en büyük şirketi National Logistic Cell ise Pakistan’ın bir numaralı kargo taşımacısı, yol, köprü, buğday deposu inşaatçısı ve bittabi bir numaralı buğday spekülatörü, ülkenin girişimci ruhu, yine Pakistan Silahlı Kuvvetleri’nin mülkiyeti.
Pakistan’da ekmek fırınları, subayların malı olup siviller tarafından işletiliyor. Ağır sanayinin üçte biri orduya, özel sektör hisselerinin %7’si de ordu mensuplarına ait. Bir tuğgeneralin Pakistan ordusundan emeklilik primi, 800 bin dolara eşdeğer 25 dönüm ekilebilir araziyle birlikte 1 milyon dolara eşdeğer gayrımenkulden oluşuyor!*
Benazir Butto, bu ülkeyi ve devleti ordusunun “yapıcı” gölgesinden kurtarmak istediği için askerce öldürüldü. ABD’nin Pakistan’a “Talibanla mücadele” karşılığı her yıl ödediği 1,5 milyar dolarlık yardım, üst düzeyli subayların cebine giriyor. Ve Pakistan hükümeti “Taliban’a karşı güçsüz düşmesin” diye ABD senatosunda oylanıp, ülkeye beş yıl içinde yapılacak 7,5 milyar dolarlık “sel felaketi” yardımı, tıpkı bizim kasımpatıların 3,5 milyon lirası gibi, bu ordunun bu subaylarının “izniyle” Pakistan’lı fukaralara yarayacak. Önce ordunun cebine yeterince “rüşvet” konulacak, geriye kalanla alınacak malzemeler de sel mağdurlarına, bu kez yardımseverlere cihat açan Taliban izin verdiği ölçüde dağıtılabilecek.
ABD’yi bilmem ama, bizim kasımpatıların TSK’dan esirgedikleri himmeti Pakistan Silahlı Kuvvetleri’ne göstermeleri dehşetli bir vicdan çiçeklenmesi olsa gerek.
*Bu bilgiler, Dr.Ayeşa Sıddıka’nın “Pakistan’s Military Economy” başlıklı belgesel kitabından alınmıştır.
Mine G. Kırıkkanat
Sevgili Mine,
Birkaç gün önce yazdığın bir yazı, ’Pakistan’a yardım yapmayın’ şeklinde anlaşılabileceği endişesiyle, kamuoyundaki hassasiyeti de dikkate alarak, benim bilgim dahilinde yayınlanmadı. Ancak bu yazıyı bir internet sitesine sızdırarak, gazetemizi hiç hak etmediği halde sansürcü durumuna düşürdün. Seni arayan arkadaşlarıma yazıyı aynı zamanda Facebook sayfana koyduğunu, yazının buradan alındığını söylemişsin. Diyelim ki öyle, profesyonel bir iş yapıyoruz, karşılığında para aldığın bir yazıyı, gazeteden önce internette yayınlamanın hukuken suç olduğunu biliyorsun değil mi?. Beş yıl önce yine bir yazında kullandığın ağır ifadeler nedeniyle işsiz kalmıştın, o zaman bu gazete sana kucak açmadı mı? Geçen 5 yılda binden fazla köşe yazısı yazdın. Sansürlendiğini iddia ettiğin bu yazının çok daha ağırlarını yayınlamadık mı? Dava konusu olabileceği endişesiyle karşılıklı mutabakata vararak çıkardığımız üç beş yazı dışında hangisini sansürledik? Sana bir kez bile ’şunu yazma bunu yaz’ dendi mi? Düşüncelerini özgürce ifade etmedin mi?
Tüm Türkiye’nin bildiği olağanüstü şartlara rağmen dik duran, ilkelerinden ödün vermeyen bu gazetenin hiçbir yazarı, yöneticisi ve çalışanı, sansürcü iftirasını hak etmiyor... VATAN’ı kamuoyu önünde düşürdüğün bu haksız durumdan sonra birlikte çalışmamız ne yazık ki olanaksız hale geldi. Bu noktada yollarımızı ayırmak zorunda kaldığım için çok üzgünüm. Sana her şey için teşekkür ediyorum.
İşte Mine Kırıkkanat’ın facebook sayfasına koyduğu ve Vatan’dan kovulmasına neden olan yazı...
“Papatyalıktan Kasımpatılığa”
Türkiye’de “insan” tanımını hak eden insanların vicdanı, 30 lira gündelikle çalıştığı inşaat iskelesinden kuşkusuz iki gündür aç olduğu için başı dönüp düşerek ölen üniversite öğrencisi Ömer Çelik’e sızlarken...
Türkiye’de kimi babadan, kimi kocadan “zengin” tanımını hak eden bazı hanımlarımızın cüzdanı Pakistan’daki sel felaketi için sızladı ve bu cüzdanlardan Sayın Emine Erdoğan’ın düzenlediği iftar yemeğinde sel mağdurlarına milyonlarca lira sızdı.
Ve bendeniz, hiç bir davetlinin kursağından doyasıya geçemeyen, çünkü niyetli olmayan hanımların bile zaten 365 gün diyetli oldukları bu iftar yemeğini, yöresel papatyacılığın küresel kasımpatlamacılığı diye yorumladım.
Toplumsal vicdan çiçekçiliği, ülkemizde son yirmi yıldır dev adımlarla gelişen bir sektör. Eksik olmasın Semra Özal’ın ektiği papatyalar zamanla irileşti, semirdi, kuşkusuz GDO’lar sayesinde kasımpatına dönüştüler, Sayın Emine Erdoğan’ın vicdan bahçesinde açıyorlar, pat pat, pardon kat kat... Bir bakıyorsunuz Filistinli çocuklara ağlatıyor, bir bakıyorsunuz Pakistan’daki sel felaketine yardım damlatıyorlar.
Damlatıyorlar dedim, çünkü söz konusu iftarda toplanan 3,5 milyon lira, 100 bin Ömer’in inşaatçı gündeliği olmasına karşın o kasımpatı cüzdanları ağlatmaz, Pakistan’ı da çağlatmaz!
Pakistan, 180 milyon nüfusuyla dünyanın en kalabalık altıncı ve Müslüman nüfusun en yoğun olduğu ikinci ülkesi. Son sel felaketinin mağdur sayısı, 20 milyon civarı.
Peki bizim kasımpatıların vicdanı, akıtmasa da nasıl bir ülkeye damlatıyor, bilmek ister misiniz?
Nüfusun %74’ünün günde iki dolardan az parayla geçindiği Pakistan nükleer bir güç, yani atom bombası var. 620 bin mevcutlu ordusu, ülkedeki verimli toprakların %12’sine sahip bir toprak ağalığının ta kendisi. Zaten Pakistan’daki toprak, sanayi ve ticaret mülkiyetinin üçte ikisi, üsteğmenden generale, emekli ve muvazzaf subaylara ait. Ordunun mali portesi, 10 milyar dolar olarak hesaplanıyor. Ülkenin en zengin 100 kişisi, üst düzeyli subaylar ve toplam servetleri, 6 milyar dolar. Pakistan’ın üç büyük sanayi ve ticari kuruluşu, Fauji, Shaheen ve Bahria vakıfları ülkenin kara, hava ve deniz ordularının malı. Fauji vakfı, ordu mensuplarına resmi görevleri dışında “güvenlikçi” falan gibi ikinci iş sağlıyor, petrol depolaması ve dağıtımı yapıyor, fosfat fabrikaları çalıştırıyor. 1971’de kurulan “Army Welfare Trust”, ülkenin en büyük kredi kurumu“Askari Commercial Bank”ın, bir havayolları, bir turizm şirketi, bir de cins atların yetiştirildiği hara sahibi... Ülkenin en büyük şirketi National Logistic Cell ise Pakistan’ın bir numaralı kargo taşımacısı, yol, köprü, buğday deposu inşaatçısı ve bittabi bir numaralı buğday spekülatörü, ülkenin girişimci ruhu, yine Pakistan Silahlı Kuvvetleri’nin mülkiyeti.
Pakistan’da ekmek fırınları, subayların malı olup siviller tarafından işletiliyor. Ağır sanayinin üçte biri orduya, özel sektör hisselerinin %7’si de ordu mensuplarına ait. Bir tuğgeneralin Pakistan ordusundan emeklilik primi, 800 bin dolara eşdeğer 25 dönüm ekilebilir araziyle birlikte 1 milyon dolara eşdeğer gayrımenkulden oluşuyor!*
Benazir Butto, bu ülkeyi ve devleti ordusunun “yapıcı” gölgesinden kurtarmak istediği için askerce öldürüldü. ABD’nin Pakistan’a “Talibanla mücadele” karşılığı her yıl ödediği 1,5 milyar dolarlık yardım, üst düzeyli subayların cebine giriyor. Ve Pakistan hükümeti “Taliban’a karşı güçsüz düşmesin” diye ABD senatosunda oylanıp, ülkeye beş yıl içinde yapılacak 7,5 milyar dolarlık “sel felaketi” yardımı, tıpkı bizim kasımpatıların 3,5 milyon lirası gibi, bu ordunun bu subaylarının “izniyle” Pakistan’lı fukaralara yarayacak. Önce ordunun cebine yeterince “rüşvet” konulacak, geriye kalanla alınacak malzemeler de sel mağdurlarına, bu kez yardımseverlere cihat açan Taliban izin verdiği ölçüde dağıtılabilecek.
ABD’yi bilmem ama, bizim kasımpatıların TSK’dan esirgedikleri himmeti Pakistan Silahlı Kuvvetleri’ne göstermeleri dehşetli bir vicdan çiçeklenmesi olsa gerek.
*Bu bilgiler, Dr.Ayeşa Sıddıka’nın “Pakistan’s Military Economy” başlıklı belgesel kitabından alınmıştır.
Mine G. Kırıkkanat