24 Eyl 2012 13:10 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 14:10

USTA SİNEMACILARI ARTIK FESTİVALLERDE GÖREMEYECEK MİYİZ?

Sinema yazarımız Murat Tolga Şen'in dün yazısında tespitlediği sıkıntılar bugün Zeki Demirkubuz'un atttığı tweet'le sabitlendi. Usta sinemacılar, filmlerini takdir etmeyen jürilere kızgın!

Daha dün “Politik Duruş Şahane, Sinema Bahane” başlıklı yazımda şunları yazdım: “Usta sinemacılar, ilk filmini çeken gençlerin arasında kayboluyor. Neredeyse tüm festival jürilerinde “gençlerin önünü açalım” duygusallığında bir yaklaşım var. Gençleri tutan yok ki… Yarışan filmlerin çoğu zaten onlara ait, çünkü sinema yapmak hiç bu kadar kolay olmamıştı. Yeşilçam’ın usta-çırak ilişkisi sonlandığından beri fonu kapan filmini çekiyor, festivalleri geziyor sonra da bir güzel batıyor. Onları ödüllendirelim derken yılların sinemacıları es geçiliyor. Bu yılın kaybedenleri de Erden Kıral, Derviş Zaim, Zeki Demirkubuz ve İsmail Güneş oldu. Ustalar filmlerini festivallere göndermek konusunda her geçen yıl daha da hevessizleşiyor. Acilen adil bir tartıya ihtiyaç var.”

Ve yazımın mürekkebi kurumadan Zeki Demirkubuz’dan bir tweet geldi:“Bu filmleri kendileri jürilik yapsın diye çektiğimi zanneden gerzeklerden çok sıkıldım artık. Bundan sonra Türk festivallerinde yarışmak yok.”

Eğri oturalım, doğru konuşalım. Film festivallerimizin jüri kararları sorgulanabilirlikten uzaklaşıp saçmalayabilir olmaya doğru son gaz gidiyor. Ben bu tespiti de ilk kez dün yapmadım. Bu sıkıntı uzun zamandır var. Aynı şey geçen yıl da Altın Portakal’da Ümit Ünal’ın başına geldi. Festivalin favorisi gösterilen Nar, jüri özel ödülüyle yetinmek zorunda kaldı. O zaman da Beyazperde sitesinde yayınlanan festival izlenimleri yazımda aynı meseleyi , “Bu kadar çok ‘ilk’ filmin arasına korkmadan ve burnu büyüklük yapmadan giren usta sinemacılar bu türden hakkaniyetsiz sonuçlar karşısında filmlerini festivallerde yarıştırmaktan vazgeçeceklerdir. Açıkçası festivallerin bir mezunlar kulübüne dönüşmesini istemem ama şahsi fikrim, "ilk" filmlerin kendi aralarında yarışmasıdır.” diye kaleme almıştım.

Zeki Demirkubuz’un tweet’ini duygusal bir isyan gibi görebilirsiniz ancak adam haklı beyler / bayanlar…

Babamın Sesi’nin bir ’sinema eseri’ olarak hangi anda ve alanda Yeraltı’ndan (Gözetleme kulesi’nden, Lal Gece’den ve Araf’dan) daha üstün bir yapıma dönüşerek “en iyi film” olabildiğini ben de kavrayamıyorum. Sadece bizim gibi sinema ahkamı kesenler için değil sıradan seyirci için bile anlaşılamaz bir takdir bu…

Festival jürilerinde “Sinema yapan gençlerin önünü açalım” gibisinden hastalıklı bir bakış açısı var. 14 filmin yarıştığı festivalde 9 film, ilk filmse gençlerden yana bir sorun yok demektir. Gençler film çekecek diye ustaların hakkını yerseniz o gençlerin rota tayin edeceği insanları film çekemez hale getirirsiniz. Kuzey yıldızının olmadığı bir denizde gece yol almaya döner bu iş...

Tabi bir de işin şu kısmı var: Çok ‘radikal’ bazı sinema yazarları Hülya Avşar’ın jüriliğine seçkinci bir tavırla burun kıvırarak “Usta yönetmenler filmlerini Altın Koza’ya gönderiyor, Portakal avucunu yalasın. Jüri başkanı dediğin Yönetmenden olur” gibisinden über saptamalar yapıyordu. Ne oldu şimdi? “Biz ne jüriler gördük” demiştim, haklıymışım değil mi? Elbette bu yanlış kararlar onlara verilen gücü kötüye kullanan Jüri üyelerini bağlar. Organizasyonun bunda hiçbir kabahati yok ki kulağıma gelenlere göre onlarda bu jürinin bitmek bilmeyen kaprislerinden yaka silkmişler.

Acı ama gerçek: Adana nüfus memurluğundan rastgele 7-8 kişinin adını çıkarıp jüriyi onlardan oluştursak çok daha sinemayı bilen/ seven sonuçlar çıkardı. Ya da rastgele sonuçlar veren ufacık bir yazılımla bile halledilebilir bu iş. Bu kadar saçma kararlar veren “çok önemli” isimlerin kahrını ne festivaller çeksin ne de biz…

Murat Tolga Şen/Medyaradar