Usta köşe yazarından şok karar! Radikal ile birlikte mesleğe de veda etti!
Radikal'in kapanmasının ardından yazarlar son yazılarını yazdı.
Radikal gazetesinin basılı yayınına son vermesinin ardından online
olarak yayınlanan 'radikal.com.tr'de 25 Mart günü yayın hayatını
sonlandırdı.
İnternet sitesinde 25 Mart gününden sonra siteye yeni ve köşe
yazısı girişi yapılmamıştı fakat bugün 6 Nisan'da gazete yazarları
veda yazılarını yayınladı.
Gazete yazarlarından Cengiz Çandar ise Radikal'deki son köşe
yazısında yalnızca Radikal'e değil mesleğe de veda ettiğini
duyurdu.
İşte Çandar'ın veda yazısı:
Radikal kapatıldıktan sonra bizlere “veda” yazısı yazma fırsatı
tanınması iyi oldu. Noktayı birkaç isme “teşekkür” edemeden koymak
istemezdim doğrusu.
Doğan Grubu içinde 10 yıla yaklaşan çalışma hayatım Referans
Gazetesi’nde 2006 yılının son günlerinde başlamıştı. Sıfatım
“başyazar” idi. Referans’ta yayımlanan yazılarım, aynı gün,
Hürriyet’in internet sitesinde de yayımlanıyordu.
Radikal’de yazmaya ise 2008’de başladım. Referans, 2010’da kapanana
dek, aynı yazı, hem Referans, hem Radikal ve hem de Hürriyet’te
yayımlandı. Galiba, Türkiye’nin basın tarihinde bu konumdaki ilk
kişi oldum.
Yazıların üzerindeki imza benimdi. Ama yazıların okurlara
ulaşmasında benim kendilerine her daim şükran duyguları beslemeye
devam edeceğim çalışma arkadaşlarımın katkıları vardı. 2006 ve 2016
yılları arasında yazılarıma emek vermiş olan Gökçe Aytulu, Muhittin
Danış, Ali Topuz, Cüneyt Muharremoğlu ve Bahadır Özgür’e teşekkür
ediyorum ve kendilerinden haklarını helâl etmelerini diliyorum.
Bu “veda yazısı” ile birlikte, 40 yıllık aktif gazetecilik hayatım
da noktalanmış oluyor.
40 yıl sürmüş olan meslek hayatımın sona erdiğini, benim için
simgesel anlamı olan bir günde öğrendim. Rahmetli babamın doğum
günü, annemin ise ölüm günü olan günde.
Radikal’e yazımı yazmış ve göndermiştim ki, karım, “Radikal
kapatılmış” dedi. Başımı kaldırıp baktım; o an “twitter”da
okuduğunu söyledi şaşkınlık içinde.
“Olmaz öyle şey” demedim. Bir süredir öyle bir Türkiye’de yaşıyor
olmuştuk ki, böyle bir şey de pekalâ mümkündü, benim bunu 40
yıllık meslek kariyerime hiç yakışmayacak bir biçimde öğrenmem
de...
Nitekim, gerçekten de Radikal’in kapanmasına karar verilmiş.
Bu bilgiyi edindikten birkaç dakika sonra, az önce göndermiş
olduğum yazının son satırında tırnak içindeki iki sözcüğün-
gazetecilik deyimiyle- “boldlanması”nı ihmal ettiğim aklıma
takıldı. Arayıp, arkadaşları “boldlama” yapmaları için uyardım. Ve
aynı anda da, gazetecilik mesleğinde kendisinden çok şey öğrendiğim
ve her zaman “ustam” saydığım Altan Öymen ile ilgili bir anımın
zihnimde canlanmasına engel olamadım.
80’li yıllardı. Türkiye’de bir askeri yönetim dönemi daha
yaşanmaktaydı. Altan Abi, Avrupa Konseyi’nde Türkiye ile ilgili
tartışmaları izler, bir telefon kabininden, irticalen, olanca
ayrıntısıyla mükemmel biçimde haber yazdırırdı.
Cumhuriyet Gazetesi’nde Altan Öymen’in haber editörlüğünü ben
yapardım. Bir kulağımda telefon, onun dikte ettiğini daktilo ile
yazmak ve daha sonra başlık çıkartmak, yazının dizilmesine nezaret
etmek benim sorumluluğumdaydı.
M. Ali Ağca’nın Papa’yı vurduğu gün, bütün gazete sayfa sayfa yeni
baştan düzenleniyordu. Dizgihanede yeni sayfalar bağlanırken, Altan
Abi’nin yazısına ilişkin düzeltmeleri, mürettiplere “kulis” yaparak
dizdirtmekle meşguldüm. Bu düzeltmeler, Avrupalı parlamenterlerin
Altan Abi’nin gündüz saatlerinde haberi yazdırırken muhtemelen
bilmediği ve öğrendikten sonra da eklenmelerini özellikle istediği
önisimlerini yazıya koydurmaktan ibaretti. Ama bu kadarcık bir
ayrıntı yüzünden o tarihi gecenin kaosu içinde, dizgi makinalarının
işgal ediliyor olması Genel Yayın Yönetmeni Hasan Cemal’in
sinir krizinin eşiğine getirmişti.
2016 yılıydı. Türkiye’deki sivil otoriterleşme zirveye
tırmanıyordu. Radikal kapatılıyor ve benim aktif gazetecilik
yaşamım da böylece sona eriyordu. Ve bunu en usul-erkân dışı
yollardan öğrendiğim anda bile, Altan Abi’den bana bulaşmış
olan “deformasyon profesyonel”den muzdarip olmaya devam
ediyordum.
Bizim meslek, olmazsa olmaz kurallarından biri olan “ayrıntı
takıntısı”yla bana son oyununu oynamaktaydı sanki…
Ben, gazetecilik mesleğini gereği gibi yerine getiren ve
kendisinden önceki ustalardan devralıp ileri doğru taşıyan bir
kuşağa mensuptum.
Ortadoğu konusundaki gazetecilik için, benim kuşağımın uluslararası
alandaki “idolü”, Fransız gazetesi Le Monde’un efsanevî
muhabiri ve dış politika editörü Eric Rouleau idi.
Zaman içinde çok yakın dostluk kurmuştuk ve gazeteciliğimin
inşasında en önemli paya kendiliğinden o sahip olmuştu.
Daha bir ay kadar önce Eric Rouleau’yu ölümünün birinci
yıldönümünde, Paris’te Le Monde’da anıyorduk. Anma töreni
sırasında, kendi dönemimin kapandığı düşüncesi de bir anda beynimi
hızla yalayıp geçmişti.
40 yıllık gazetecilik tecrübem sayesinde ve son dönemde
yaşananların ışığında, gazetecilik mesleğinin bizlerin onlarca
yıldır yaptığı ve yapılması gereken haliyle can çekiştiğini elbette
görüyordum.
Her şeyden önce, bu mesleğin, belirli normlarıyla yapılmasını
mümkün kılacak bir ülke atmosferi ve en önemlisi kurumlar
gerekmekteydi.
İlki neredeyse kalmamıştı. İkincisi de hızla tükeniyordu. Bu
manzaraya bakıldığında, Radikal’in ömrünün de uzun olmadığını fark
etmek zor değildi.
Oysa Radikal gibi bir yayın organı, iki yıla yakın bir süre önce
dijital yayına geçmiş olsa bile yaşayabilirdi. Üstelik, dünyadaki
trend, giderek, kağıt baskıdan dijitale doğru kaymakta iken, haydi
haydi yaşayabilirdi.
Yaşayabilmesinin birinci şartı, Türkiye’nin dayanıklı bir
demokratik rejime sahip olabilmesiydi. Bir de, onu varoluş amacına
uygun biçimde yaşatmaya kararlı bir kurumsal kültür ve irade
gerekiyordu tabii ki...
Türkiye’de demokrasinin serencamı ile Radikal’in yaşamı birbirine
paralel seyretti.
2016 Türkiyesi’ne gelindiğinde, Radikal’in ömrünün tükenmekte
olduğuna dair yeterince işaret mevcuttu. Radikal’in kendisi
kalarak yaşamını sürdürmesi giderek güçleşiyordu.
Beklenmeyen, ani ölümüydü.
Ani ölümler, giden için hayatın acısız son buluşudur. Acı, geride
bıraktıklarına kalır. Radikal’in ölümü, Türkiye’nin özgür ve
demokratik bir ülke olmasını isteyen herkes açısından, yeri kolay
doldurulamayacak bir kayıptır.
Tüm ömrümü esenliği için geçirdiğim ülkemin gelip dayandığı noktaya
baktığımda, hiç kuşkusuz, çok derin bir üzüntü içindeyim.
Benim 40 yıllık aktif gazetecilik yaşamımın noktalanmasına
gelince…
Bir gün nasılsa olacaktı. Şimdi ve bu şekilde olması ise, bir
bakıma doğaldır. Çünkü ülkemin içinden geçtiği bu dönemde sesimin
kısılmasından çıkar umanlar, duyulmasından yana olanlara
belirgin biçimde ağır basıyor.
Şunu söyleyebilirim: Bu işi 40 yıl boyunca, Türkiye’nin her yerinde
ve dünyanın dört bir köşesinde kimi zaman olağanüstü koşullarda
ve genellikle büyük bir zevkle yaptım.
Bunun 24 yılı geçen yüzyılda geçti. Yüzyılın son çeyreğine
damgasını vuran birçok tarihî olayı yerinde, birçok tarihî kişiliği
doğrudan tanıyarak yaşadım.
Hem kendi şansımı yarattım ve hem de, ayrıca, talihliydim de… Benim
açımdan, güzel bir 40 yıl oldu.
Bunun önemli bir bölümü köşe yazarlığı ile geçmiş, her hafta
ortalama 3-4 yazı yazmış birisinin hata yapmamış olması
düşünülemez. Ben de bu genel kurala istisna oluşturmadım.
Ancak, umarım doğru gözlemlerim ve yorumlarım, hatalarıma galebe
çalmıştır ve okurlarım nezdinde mahçup duruma düşmemişimdir.
Zaten, “Baki kalan kubbede, hoş seda” imiş.
Hoşçakalın!