Ünlü Türk kadın savaş muhabiri Medyaradar'a konuştu: Türkiye Suriye olamaz çünkü...
Türkiye'nin ünlü kadın savaş muhabiri Şerif Turgut Medyaradar’ın usta röportajcısı Alev Gürsoy Cimin’e konuştu. Son yaşananları değerlendiren Turgut’a göre, şu süreçte en büyük Tehlike kışkırtıcı dil!
Türkiye'nin ünlü kadın savaş muhabiri. Bosna, Irak gibi felaket bölgelerinin tam da göbeğinde savaşın tam ortasında gazetecilik yaptı. Savaşın ne denli vahim bir şey olduğunu hepimizden daha iyi biliyor. Şerif Turgut’un çok çarpıcı tespitleri var. Endişeli ve sürekli uyarıyor. Şu an Afrika’da olsa da kalbi hep bizden yana atıyor.
Şimdi Türkiye’ye onun gözünden bir bakalım… !!! Sizlere güneşli güzel ve bombalardan uzak, sevdiklerinize sımsıkı sarılıp, ellerinden hiç bırakmayacağınız, sevgi dolu, umut dolu günler diliyorum…
RÖPORTAJ: ALEV GÜRSOY CİMİN
TWİTTER: gazetecialev
Mail: [email protected]
“ADIM ADIM BURALARA GELDİK”
Aramızda kilometreler, mesafeler var. Afrika’dasın ve yıllarca savaşın olduğu her yerdeydin aslında. Acı tarihlere, olaylara tanıklık ettin. Ölümü, yaşam savaşını, kavgaları, her zorluğu gördün. Bir savaş muhabiri olarak şu an oradan Türkiye’ye baktığında ne görüyorsun?
Yıllardır adım adım bu noktaya gelişimizi üzülerek izlediğim için, tüm bu yaşananlardan sonra niye hala bazı şeyleri düzeltmiyorlar diye kahroluyorum. Zira öyle her şey bir gecede olmadı. Gelişine hep birlikte tanıklık ettik. Görüp de ses çıkaranların sesleri duymazdan gelindi, ya da engellenmeye çalışıldı. Düşman olarak görülüp ötekileştirildi. Bugün yaşanacakları dünden görüp engel olmaya çalışanlar yıllarca hapiste yattı, hatta öldürülenler oldu. Nihayet, durumun vahametini anlayan sayısı çoğaldı, ama hala atılan adımların çoğunun memleketi düzeltmek için değil siyasi kazanç hesabına göre yapıldığını düşünüyorum.
“EĞER ORTAK AKIL DEVREYE GİRMEZSE VE O KİŞİLER CEZALANDIRILMAZSA…”
Son zamanlarda güne alarmla değil bomba sesleriyle uyanır olduk. Bir savaş muhabiri olarak sen bunlara eminim ki çok alışkınsın, ama biz yabancıydık aslında bakarsan, terör sabır bırakmadı kimsede. Bundan bir tık ötesi nedir?
Korkarım terör saldırıları bir süre daha devam edecek. Bu arada ortak akıl devreye girmez, dikkat edilmezse daha kötü günlere gideceğiz. Çıkışımız var mı derseniz? Var evet! Ortak akıl devreye girecek, kurumların içi liyakatli insanlarla doldurularak devlet güçlendirilecek. Memleket yönetimlerinin liyakat-sadakat eğrisi vardır, gelişmiş ülkelerde liyakat önceliklidir, bazı ülkelerde de sistem tamamıyla yönetenlerin yakınlarından oluşur. Yaptıkları işin kalitesine göre değil, yönetime yakınlık derecesine göre atanırlar. Bizde bu durum yakınlığı da geçerek yağdanlığa döndü. Dün sadakatli diye güvenip sistemin her yerine yerleştirilenler bugün en ağır hakaretleri, en büyük kötülükleri yapıyorlar. Sistem liyakat ağırlıklı çalışsa, bugün yaşadıklarımızın hiç biri başımıza gelmezdi.
Yaşadığımız sürecin daha da kötüleşmemesi için siyasetçiler, devlet adamları, kanaat önderleri ve de medyanın ayrışmacı, ötekileştirici dil kullanmamaya çok dikkat etmeleri lazım. Din, mezhep, etnisite üzerinden gençleri sokak çatışmasına çağıranlar, nerede olursa olsun hemen bulunup cezalandırılmalı.
“ALIŞMAMANIN ŞARTI ŞU: ANORMALİ NORMALLEŞTİRMEYECEKSİN”
Her patlayan bombalar, yitirdiğimiz canların ardından terörü sürekli kınıyor, sosyal medyadan tepkimizi veriyoruz ama belki de en kötüsü bu olayları ard arda ve daha sık yaşadıkça insan alışıyor mu, Terörle yaşamaya alışmak ya da alışmamak var. Ne düşünüyorsun?
Sosyal medya iyi ki var, yoksa medyanın bu kadar kontrol edildiği, oto-sansürün zirveye çıktığı böyle bir süreçte nefessiz kalır çok daha kolay, çok daha erken boğulurduk. İletişim bizi diri ve güçlü tuttu. 15-16 Temmuz’da sosyal medya iletişimimiz ve telefonlar tamamıyla kesilse, bugün felaket bir ülkede olurduk. Türkiye gibi ülkeler için o kadar kıymetli sosyal medya. Tabii kötü amaçları için kullananlar da yok değil, onlara çok dikkat etmek gerekiyor. Alışmamanın şartı da şu: anormali normalleştirmeyeceksin. Kaderci davranmayacak, sorgulayacak, her zamankinden daha duyarlı olacak ve çok çalışacaksın. Korku insancadır, tedbirli olacaksın ama ödlek olmayacaksın. Bu ikisi farklı durumlar. Türkiye kurumlarının içi ödlek dolmasa, yanlışlara bu kadar kolay yol vermezlerdi. Korkunun bir adım sonrası savunma ve cesaret olabilir ama ödleklik öldürür.
“KANIKSARSAK BİR SABAH KALKTIĞIMIZDA KENDİMİZİ BÜYÜK SAVAŞIN İÇİNDE BULURUZ”
Bugüne kadar 12 savaşta muhabir olarak çalıştın “Savaşların başlangıcında 1 eşik var. O eşik toplu ölümleri kanıksatma ve sistematikleştirme…” diye yazdın, bunun önüne nasıl geçilebilir?
Kanlı bir oyun oynanıyor, Türkiye büyük ülke öyle hemen savaşa sokmak kolay olmadığından sistematik saldırılarla toplum alıştırılmaya çalışılıyor. Kanıksarsak bir sabah kalktığımızda kendimizi büyük savaşın içinde buluruz. Batı’da da terör saldırıları oldu, oluyor. Siz hiç siyasetçilerinin, medyasının “terörle yaşamaya alışmalıyız” dediğini duydunuz mu? Bizde ilk akşamdan bunu diyen kabullenmeciler çıktı, görünce çok öfkelenip yazmıştım o twitleri. Niye alışacağız, neden alışmalıyız? Kafayı mı yedik?
“ONLAR BİLE BUNU KABULLENMEDİYSE TÜRKİYE HİÇ KABULLENMEMELİ”
Psikoloji olarak da büyük bir çöküntüdeyiz. Kalabalık ortamlara girememe fobisi ve yahut her an bir olay olacak, sevdiklerimizi yitireceğiz kaygısı… Bunlar olağan durumlar, sonrası nedir bunun?
Bunlar insanca tepkiler, ancak direneceğiz. Devlet kendi içinde kavga ede dursun, toplum olarak biz kavga etmezsek bu terör saldırıları bitecek bir gün. O yüzden şimdi toplumu kışkırtmaya çalışıyorlar. Bakın ben en kötüsünü, Saraybosna kuşatmasını yaşadım, orada gördüğüm direniş inanılmazdı, destansıydı. Bazen tepemize günde üç bin bomba düşüyordu ü-ç-b-i-n, ama insanlar “bittik biz” demiyor, direniyordu.
“YA TAYYİP YA ERDOĞAN DİYORLAR, BÜYÜK BİR HAYRANLIK VAR”
Bosna, Kosova, Sırbistan, Hırvatistan, Krajina, Karadağ, Makedonya, Çeçenistan, Irak, Cezayir, Batı Sahra, Liberya, Somali ve daha birçok ülkede acılara, savaşlara tanıklık ettin… Oralarda evet bir savaş vardı ama Türkiye’de o da yok. Biz neyi yaşıyoruz? Tam olarak adı ne bizim başımıza gelenlerin?
Soğuk savaş döneminde Batı İslamcıları besledi büyüttü. Sovyetler yıkıldıktan sonra bazılarını kullanmaya devam etti, bazılarını terk etti, bazılarına karşı da savaş açtı. Afganistan, Sudan, Somali gibi ülkelerin 50-60 yıl öncesinden kalan fotoğraflarına baktığımızda, bugünle kıyasladığımızda, özellikle kadınların vaziyetiyle ilgili içler acısı bir durum var. Batı savaşmaya ya da ehlileştirmeye karar verdikleriyle ilgili çözüm yollarından biri olarak da Türkiye’yi gördü; hem laik, hem nüfusunun çoğu Müslüman, hem serbest Pazar ekonomisine entegre edilmiş, NATO üyesi, bir ayağıyla Batı’da olan Türkiye’yi bu radikallerle mücadelesinde köprü olarak kullanmayı planladı. İyi bir örnekti çünkü. Ancak bir taraftan da müthiş bir vizyonsuzlukla Türkiye’nin sekülerliğinin o köprüyü sağlayamayabileceğini, diğerleriyle “kontrol edilebilir light islam” modeliyle aynı noktada birleştirirlerse olayı daha kolay halledeceğini düşünüp Türkiye’de başta ve inatla Cemaat olmak üzere AKP dahil İslamcıları destekledi. Onların ümmetçilik bakış açısıyla Kürdistan’ın kurulmasına da daha kolay onay vereceklerini düşünüyordu, zira sekülerleri bu konuda da engel görüyorlardı.
Oysa bırakın Türkiye’yi, o model olacağımızı iddia ettikleri ülkelerin insanları başka şeyler bekliyordu. “Kadınlara hangi hallerde dayak atılmalı, ne kadar hafif ne kadar ağır olmalı” türü vaazlar veren imamları değil, ülkelerinde en önemli olaylar olurken bile rating rekorları kıran Türk dizilerindeki gibi bir hayatı düşlüyorlardı. Bu yalnızca halk değil, ülkelerinin yönetici elitlerinde bile böyleydi. Harvard’ta bir toplantımız vardı, eski mezunların da katıldığı. Müslüman ülkelerden de oldukça üst düzeyden katılımcıları görünce (Kral ve Devlet Başkanları danışmanları dahil) onlara bu modelin gerçekten işleyip işlemeyeceğini sormuştum. Cevapları şuydu: eğer bize gerçekten yardım etmek istiyorlarsa, anayasamızın değişmesine, Türkiye’ninkine benzetilmesine yardım etsinler, yoksa din bizde zaten mevcut Türkiye’den öğreneceğimiz bir şey yok. Ne kadar değişmeyi istesek de, üzerine oturduğumuz yasalar şeriat yasaları olduğundan bir şey değişmez, o plan da işlemez dediler. Nitekim işlemediğini gördük görüyoruz zaten. Şimdi de aaa bak Türkiye de radikal İslamcı doldu, onlara benzedi deyip aynı katagoriye sokmaya çalışanlarla uğraşıyoruz. Söyledikleri bir ucundan doğru olsa da, Türkiye hala Müslüman dünyanın en seküleri ve gelişmişi, bugünleri zorluklarla da olsa atlatacağımızı düşünüyorum.
Bu tablonun çatışmaları körükleyen bir yanı daha var, o da Batı’da her geçen gün yükselen, dillendirdikçe seçimlerde oy toplatan ırkçılık. Çok tehlikeli bir süreç. Adı Ayşe, Fatma, Ahmet, Mehmet olanların toptan terörist, ya da potansiyel terörist olarak görüldüğü bir hal. Maalesef, dünya demokratları, solcuları bu konuda sınıfta kaldılar. Türkiye’ninkilerin durumu da içler acısı. Bosna’da soykırım yaşanıyor dediğimde bana “emperyalistlerin ekmeğine yağ sürüyorsun” diyen solcular vardı. İlk önce antifaşist olması gerekenler, insanlar sadece kimlikleri yüzünden öldürülürken, ırkçılığa uğrarken bile duyarsızlar. Çok yakın bir arkadaşım, annesi yıllarca Auschwitz’te kaldığından 2. Dünya Savaşı ve öncesi yaşananları dinleyerek büyümüş, şu an Avrupa’da yaşıyor. Bana söylediği, bugünlerde Müslümanlara bakış açısı, geçmişte annesinin Yahudilere bakış açısıyla ilgili anlattıklarının aynısı.
“YALNIZCA TÜRKİYE’NİN DEĞİL, DÜNYANIN SONU KÖTÜ”
Dolayısıyla, ırkçılık arttıkça bu radikallere katılım çoğalıyor. Radikallere katılmayanlarda da deri rengi koyulaştıkça yeni arayışlar var. Ve evet, bu kesimlerde bir Erdoğan hayranlığı da var. Gidin Mogadişu’ya son yıllarda doğan erkek çocuklarının isimlerinde en fazla artış olanına bakın: ya Recep, ya Tayyip ya da Erdoğan. Seçimleri kazandığında taa Sudan’dan sevinçle telefon açıyorlar bana. Kenya’daki en yakın arkadaşım, Türkiye’de olup bitenlerle ilgili konuştuğumuzda “ama Şerif, bir konuda haklı, Dünya 5’ten büyüktür” diyor. Bunu Erdoğan İslamcı diye demiyorlar yalnız, Türkiye’yi farklı gördüklerinden. Yoksa buralara İslamcılardan, şeriatla yönetilen ülkelerden para akıyor, onlara öyle bir sempati yok.
Diyeceğim şu: bugünkü dünyada iki cephede birden mücadele etmeliyiz. Radikal İslamcılar ve Irkçılara karşı aynı anda mücadele etmezsek ki bunlar yumurta-tavuk hesabı birbirlerini besleyen taraflar, yalnızca Türkiye’nin değil, Dünyanın sonu kötü.
“TÜRK HALKI ONLARI BOĞAR”
Mesela Irak örneğini sormak isterim. Burada neler yaşadın, Türkiye’yi de dilerim böyle bir son beklemiyor, düşüncesi bile korkunç?
Irak’ta daha az kaldığım için, çok daha iyi bildiğim ve Türkiye’de sürekli dillendirilen “Yugoslavya’ya benzeyeceğiz” söylemini açayım, zira eski Yugoslavya’nın her ülkesinde uzun yıllar çalıştım, ve parçalanmasına bizzat tanıklık ettim.
Öncelikle şunu söyleyeyim ki, sosyal medyada “Paramiliter güç kuralım, milis gücü oluşturulsun” türü söylemlere rastladığımda tüylerim diken diken oluyor, zira Yugoslavya’yı hatırlatıyor ve bunu yazanların bazıların “profesyonel”lerce yönlendirildiklerini düşünüyorum.
Yoksa, Türkiye ve eski Yugoslavya’nın benzerlikleri olsa da farklılıkları çok daha fazla. Orası farklı devletlerin birleşmesiyle kurulmuş bir devletti. Tito gibi güçlü bir karakter birlikte kalmalarını sağlamıştı. Tito’nun ölümünün ardından Sırp milliyetçileri önce özerk Kosova’yı ilhak etmek istediler. Milosoviç 1989’da, Osmanlı’nın Kosova’yı alışının 600. Yılında, 600 yıl önce savaşın yaşandığı Kosova Meydanında o meşhur konuşmasını yaptı ve ardından saldırgan faşizanlık başladı. Devletler bir bir bağımsızlık ilan etmeye başladılar, onlar da Büyük Sırbistan hayaliyle her yere savaş açtılar. Katliamlar ve Soykırım yaptılar. Türkiye ise tek Devlet, yıllarca PKK ve Güvenlik güçleri arasında çatışmalar yaşanmasına rağmen, insanlar hadi gidip iş arkadaşıma, komşuma tecavüz edeyim, onları katledeyim diye bakmadı. Türk ve Kürtlerin halk olarak çoğunluğu birlikte yaşamı benimsediler. Türkiye toprakları Milosoviç çıkarmaz, çıkmak isteyenler olabilir, ama denemeye kalkan olursa da bu halk onu boğar.
“TÜRKİYE BÜYÜK SAVAŞA GİRERSE, NE YOL KALIR NE DE SINIR”
Türkiye bir Suriye ya da Irak olur endişesi taşıyanlar var…
Halep bize 40 km uzaklıkta, savaş o kadar dibimize geldi ve Türkiye’yi de eklemek isteyenler yok değil. Burada dikkat etmemiz gereken 2 nokta var ve ikisinde de batıyla aynı söylemde olmalıyız. Kardeşim bu kör terör seni de beni de vuruyor, aynı durumdayız, mücadelede de birlikte olmaz beni ayırırsan büyüyen ateş topu yalnızca bizi değil sizi de yakar. Yanlışı desteklersen, Allah korusun Türkiye büyük savaşa girerse, ne yol kalır ne de sınır. 20-25 milyon insan, Iraklısı, Suriyelisi, Kürdü, Türkü yola düşerse engelleyemezsin.
İkincisi de Erdoğan faktörü. Seçimle gitmiyorsa darbeyle, terörle, savaşla gitsin diyenler. Bu muamele Saddam, Kaddafi muamelesi, muhalifim diye onu kabullenince Türkiye’nin Irak, Libya olmasına göz yummuş olacaksın. Oysa kimse yaptıklarını beğenmediği için Bush, Trump terörle, darbeyle, savaşla gitsin demez batıda. Fransa’da Le Pen bile iktidara gelse, savaşla darbeyle gitsin demez Fransız halkı. Konuyla ilgili düşüncem gayet batılı, seçimle gitsinler. Bu hükümet başa geçtiğinden beri dışlananlardan, uzun süre işsiz kalanlardanım. Hatta hayatımda ilk kez borçlandığım dönem oldu ve dört gözle de gitmelerini bekliyorum ki, artık biraz normal insan gibi yaşayayım. Ama “darbeyle, terörle, savaşla gitsin”e katılmıyorum. Çünkü bir ülkede büyük yangın çıktığında şu ev şu görüşten, öbürü diğerinden diye ayırmıyor, ülkeleri silip götürüyor.
“SAVAŞLAR ÖYLE FİLMLERDEKİ GİBİ DEĞİL”
Orada yaşadığın eminim binlerce korkunç olay ve tecrübe vardır. Seni en çok etkileyen olaylardan bir kaçını anlatabilir misin?
Çok var da, hiç unutamadığım kan gölleri arasında gördüğüm çocuk parmakları. Belleğime kazındı, çıkmıyorlar. O yüzden çok mutlu olduğum anlarda bile içimdeki derin sızı dinmiyor. Savaşlar öyle filmlerdeki gibi değil, izlerken ağlayıp, çıkınca 3 saat sonra unutamıyorsun.
“HERKES DİLİNE DİKKAT EDECEK, KIŞKIRTANLARI DA TESPİT EDECEĞİZ”
Savaştan çok bir iç savaş endişesi de duyuluyor. Sen bir savaş muhabiri olarak böyle bir tehlike görüyor musun?
Sokak çatışmasını engelleyebildiğimiz sürece hayır. Bu konuda Türkiye’nin bir hafızası var, ve o nesiller hala hayatta. Hala televizyonlarda sağcısı olsun, solcusu olsun “silahlar aynı yerden geliyordu” diyor. Şu anki Türkiye’nin yaş ortalaması 29, o günleri tecrübe etmediler ama ana babaları, yakınları yaşadı. Bu demek değil ki, böyle bir tehlike yok, özellikle de devlet içi çatışmanın yüksek olduğu dönemde. O yüzden de herkes diline dikkat edecek, kışkırtanları da tespit edeceğiz.
“BU ÜLKE HEPİMİZİN, BİRLİKTE OLURSAK GÜÇLÜ OLURUZ. “
Mesela HDP’lilerin tutuklanması, Doğu ve Güneydoğu’da yaşananları nasıl okuyorsun?
Kimse beni Selahattin Demirtaş’ın, Ahmet Türk’ün terörist olduğuna inandıramaz. Hapiste olmaları çok ama çok yanlış. Türkiye’nin “terörist” sayısı, bir buçuk milyarlık nüfusu olan Çin’den bile fazlaysa orada sistem eleştirisi gerekiyor. Niye herkese terörist diyorsun, ya da niye bu kadar çok terörist ürettin kardeşim? Yıllarca Ordu’suna Komutanlık yapmış adamı bile “silahlı terör örgütüne başkanlık”tan tutukladılar, yıllarca hapis yatırdılar yahu. Yazarlar çizerler herkes “terörist”. Akıl tutulması yaşanıyor memlekette. PKK’yla ilgili de ne düşündüğümü söyleyeyim: proxy kanadı dışındakileri topluma entegre edecek yol bulmalıyız. Bu konuda söylenecek çok şey var da, buraya sığmaz. Bu sorun 40 yıl daha böyle süremez. Hem Kürdün, hem de Türkün bölünelimcilerine katılmıyorum. Kimi nasıl böleceksin? Bu kadar karışmış, milyonlarca karışık evlilik yapmış insanları nasıl ayıracaksın? Milyonlarca Kürt Türkiye’nin büyük şehirlerinde, Batısında yaşıyor. Bölünelimciler etnik temizliğe nasıl evet der, bu kadar korkunç bir şeyi nasıl onaylarlar anlamıyorum. Nasıl bölecekler? Twitter’da görüyorum, hem Türk hem de Kürd’ün faşizan ağızlıları var. Bazen barışçıl bir şey yazdığımda aynı saat içinde bir taraf “PKK sempatizanı, diğer taraf faşist TC’nin köpeğisin” yazıyor. İnanılır gibi değiller ama sayıca çok olmamaları iyi. Hepimizin kendimizi eşit vatandaş hissettiğimiz, kimsenin kimseyi kimliği yüzünden ayırmadığı aşağılamadığı bir Türkiye mümkün. Bütünleşen büyür, bütünleşmeyi beceremeyenler küçülür. Bu ülke hepimizin, birlikte olursak güçlü oluruz.
Türkiye’de bugüne kadar yaşanmadıysa yöneticilerin değil, halkın sağduyusu sayesinde. Demiştin açıklamalarında, peki bundan sonrası için böyle bir tehlike görüyor musun?
Anadolu mayasına güveniyorum. Tehlike her zaman var, ama biz bunu da atlatacağız.
“SAVAŞ SİMSARLARINA KANMAYACAĞIZ”
Toplum olarak nelere dikkat etmemiz lazım, nelerden kaçınılmalı?
Birbirimize karşı kışkırtıcı ayrımcı dil kullanmayıp, kullananları da engellersek çoğu kötülüğe engel olabiliriz. Hiçbirimiz melek değiliz insanız, sakarlıklarımız, yanlışlıklarımız, fikir ayrılıklarımız var. Bireylerle tartışılır, kavga da edilir gayet normal, ama bunu mezhebi, dini, etnisitesi, rengi, cinsiyeti üzerinden toptancı bir dille yaparsak, kötülüklere zemin hazırlarız. Savaş simsarları bayılır öyle ortamlara ve sonunda kazanan hep onlar olur.
Süreçte iktidar ve muhalefetin tavrını nasıl buluyorsun?
İktidarın dilinden bıktım, yıllardır böyle, çok ayrıştırıcılar. Onlara oy vermeyenlere, gece gündüz yağdanlık yapmayanlara karşı çok ötekileştiriciler. Gezi’yi bile anlamaya çalışma yerine hala darbeyle, terörle eş tutuyor, konuşmalarında art arda sıralıyorlar. Bazıları Türkiye’yi babalarının çiftliği sanıyorlar, hepimizin olduğunu, döşedikleri bu taşların gün gelip onları da dışlayabileceğini hatırlatmak gerekiyor.
Muhalefete gelince, durum içler acısı. Çoğu zaman içi boş laflar ve zaten o yüzden de kemik oylar dışında pek kimse ikna edilemiyor. Oysa yapılabileceğine dair en güzel örnek, Eskişehir’e bakın, Büyükerşen Hoca nasıl güzel bir kent yarattı, yalnız Türkiye değil, dünyada örnek alınacak bir çalışma. Ovacık Belediyesine bakın, adam tek başına neler yapıyor.
MHP’le ilgili de, son olarak şu başkanlık olayına da verdikleri destekten sonra diyecek bir şeyim kalmadı, halkın derdini dert etmiyorlar ya inanılır gibi değil. Bütün sorunlarımızı çözdük iş başkanlığa kaldı sanki.
Bu arada 15 Temmuz bir darbe girişimiydi, takip ettiğinde ne gördün?
Ailemi ziyarete gitmiştim, buluştuk biraz muhabbetten sonra twitter’a bakayım dedim, köprüde asker ve tanklar haberini gördükten sonra herkes gibi “ne oluyoruz(?)”un cevabını aramaya başladım, derken arkamda televizyondan darbe bildirisi okundu. İnanamadım tabii. Bu devirde darbe, ve halkın büyük kesiminin destek vermeyeceğini bildikleri halde. Hala 15 ve 16 Temmuz’da, öncesinde ve hemen sonrasında neler yaşandı tam bilmiyoruz, hatta bildiklerimiz yüzde 5’i geçmez. Birincisi: Türkiye’nin İstihbarat Örgütlerinin önceden hiç haberlerinin olmadığına inanmıyorum. Bu durumda 3 olasılık kalıyor: ya desteklediler, ya kim kazanırsa o tarafa meyilleriz dediler ya da “yetti bu örgüt, var ama yok gibi davranıyorlar, iyice afişe olsunlar dünya alem herkes gerçek yüzlerini görsün ve devleti bunlardan silkeleyelim” deyip darbe denemelerine yol verdiler. İnanmıyorum ama gerçekten de haberleri hiç mi hiç olmadıysa, vergilerimize yazık.
Bir de bunun dış ucu var. Türkiye Nato üyesi bir ülke ve onların içinden bir grubun olsun bilmediğine hayatta inanmam. Bu akla hakaret bir durumdur, ayrıca Nato’yu küçümsemektir ki, böyle bir olasılığın mümkünatı yok. Sıfır! Onların da amacı neyse, bilmiyorduk, destek vermedik deseler de orası da yol vermiş demek ki. Batı ülkelerinden bazılarının içinden de en azından bazı gruplar biliyormuştur.
Düşününce delirdiğim noktaysa şu: Yahu koskaca Türkiye’yi Gülen ve adamlarıyla (adamları diyorum zira piramitlerinde kadınlar en altta, 5.sınıf) yönetebileceğini düşünmek nasıl bir vizyonsuzluktur? Bu bizi nasıl bir aşağılamadır?
“OHAL ÇOK NORMAL, BÖYLE BİR DURUMDA HER ÜLKEDE İLAN EDİLİRDİ”
Türkiye’de devam eden OHAL’le ilgili ne düşünüyorsun?
Darbenin ardından ilan edilmesi normal, hangi ülkede olursa olsun ilan edilirdi. Ancak bunu sürdürerek bir baskı aracını dönüştürmek, suçlu suçsuz insanları hapse tıkmak ve de bundan siyaset devşirmeye kalkışmak ise yeni kötülüklerin taşlarını döşer. Dilerim tez son bulur.
Savaş muhabiri olmaktan daha tehlikeli bir şey yok. Çünkü savaş alanında gazeteciler ilk hedef oluyorlar” demişti Sunday Times’ın hayatını kaybeden deneyimli muhabiri Marie Colvin. Sen de öyle düşünüyor musun?
Tehlikeli evet, bir savaş bitiyor diğerine gidiyorsun. Bu arada en yakın arkadaşların ölüyor. Hadi varsa güvenli bir yer bulup oraya gireyim demiyor, sokakta cephede oluyorsun. Bu da risk katsayısını durmadan artırıyor.
Türkiye’de bu kadar olay olurken neden burada olup da bir savaş muhabiri gözüyle takip etmiyorsun?
İstemez miyim Türkiye’de çalışmayı, iş bulamadım ki. Savaşlarda çok yorulduğumda zaman zaman ara verip ABD’de okullara gittim, saha tecrübeme biraz da akademik bir şeyler katayım istedim. Stanford, George Washington ve Harvard’ta okudum. Sonra da artık Türkiye’ye dönme zamanı geldi diye düşündüm, sonra 2 yıl işsiz gezdim, freelance işler yaptım ama yetmedi ve araziye geri döndüm. Somali BM’de Stratejik İletişim Danışmanlığı yaptım. Şu anda Kenya’dayım ve henüz kesinleşmese de muhtemelen yakında yeni bir savaş bölgesine doğru yola çıkacağım. Yapı itibariyle biraz anarşist olduğumdan, bugünkü Türkiye medyasında iş bulmam, bulsam da tutunmam zor. Sansürün olmadığı yerde de mecbur oto-sansür var, kendimi tanıyorum muhtemelen 3 gün sonra daraltı basar.
Dışarıdaki gazetecilerle bir araya geldiğinde onlar Türkiye ile ilgili ne düşünüyor?
Yakın çevremdekiler ne olup bittiğini daha detaylarıyla biliyorlar, zira gazeteci milleti gece gündüz bunları konuşuyoruz. Endişeliler. Çok bilmeyenler ise ya ilgiyle sorup öğrenmeye çalışıyorlar, ya da sallıyor. Dünyanın bu hale gelmesinde, biz gazetecilerin de büyük kabahati var. Şimdi şu yeni moda post-truth diye bir şey çıkardılar ya, anlamı “gerçek sonrası”ymış, bu tür nanelerle saçmalıklara anlam kazandırmaya çalışıyorlar. Oysa görmek isteseler gerçek öylece orada duruyor: 2. Dünya Savaşındakinden bile daha çok sayıda insan evlerini terk etmek zorunda kaldı, yollarda ve denizlerde ölüyorlar çoğu zaman haber bile olmuyorlar, açlık yoksulluk diz boyu, ırkçılık tavan yaptı, böyle bir dünyada nasıl güvenlik sağlayacaksın? İşte gerçek bu, görsünler.
Ama bugünler de geçecek. Kolay erişim, iletişimin ucuzlaması, ucuz seyahat dünyayı değiştirecek. Bugün dünyadaki iletişim aparatlarının sayısı 6 milyar civarında, hela sayısından bile kat be kat fazla. Yeni nesiller daha iç içe olacak ve öyle içi boş retoriklerle kolay kandırılıp yönetilemeyecekler. Bugün tecrübe ettiğimiz yanlış küreselleşme, biz görür müyüz bilmiyorum ama ilerde gerçek olacak. O yüzden gençlere tavsiyem: etrafınızdaki kışkırtıcıları iplemeyin, vurdulu kırdılı tiplerden uzak durun kendinizi kullandırtmayın, boş boş konuşanlara vaktinizi heba etmeyin. Çok okuyun, görüşünüz ne olursa olsun o konuda iyisi olun, dil öğrenin, teknolojiyi takip edin, o zaman hem memleketinizi çiçek gibi yaparsınız, hem de dünyaya pozitif katkınız olur. Ve de tabii daha güzel bir hayatınız.