Ünlü sanatçı o soruya sert çıktı: Livaneli de ülkeyi terk etti dedirtmem!
Ünlü sanatçı Zülfü Livaneli, “Huzursuzluk” adlı yeni romanıyla ilgili Cumhuriyet’ten Ezgi Atabilen’e konuştu.
Zülfü Livaneli, Türkiye aydınlarının bugününü İkinci Dünya
Savaşı’ndaki Nazi Almanyası’nın aydınlarına benzeterek, "Kimisi
direniyor, kimisi işine devam etmek için rejimle uzlaşıyor, kimisi
susup görmezden geliyor. Ama eğer tanınan bir insansan ve toplumla
iletişim kurabiliyorsan bunları görerek susmak da bir uzlaşmadır
tabii. Türkiye, hayatları haber bültenleriyle değişen insanlar
ülkesidir...” diye konuştu.
Livaneli, yeni romanı ‘Huzursuzluk’un afişlerinin OHAL nedeniyle
yasaklanması hakkında, "Bu kadar acı içinde bir kitabın afişini
yasaklamaları çok önemli değil. Ama bugün kitap afişleri
yasaklanıyor, yarın kitaplar yasaklanacak demek. Bu afişi
koydurmayarak insanlara “Hayır siz huzurlusunuz” demek istediler.
Adım adım bir yere gittiğimiz zaten belli. Ama afişi yasaklayarak
okurun ilgisini kesemediler. ‘Huzursuzluk’, 15 günde 250 bine
ulaştı" ifadesini kullandı.
Livaneli 'Huzursuzluk'ta, Mardinli Hüseyin ve karnında bebeğiyle
IŞİD zulmünü yaşamış Ezidi kadını Meleknaz’ın hikâyesini; aşk,
zulüm, önyargılar ve adalet arayışı temalarıyla işliyor.
Zülfü Livaneli'nin Cumhuriyet'ten Ezgi Atabilen'e verdiği söyleşi
şöyle:
- Kitabın afişinin metroya asılmasına OHAL nedeniyle izin
verilmemiş. İnsanlar ‘huzursuz’ olduklarının farkına varırlar diye
endişe edildi herhalde?
O kadar insan hakları ihlali yapılıyor ki... Bu kadar acı içinde
bir kitabın afişini yasaklamaları çok önemli değil. Ama bugün kitap
afişleri yasaklanıyor, yarın kitaplar yasaklanacak demek. Kapakta
hem ‘Huzursuzluk’ yazıyor, hem de benim adım. Bu afişi
koydurmayarak insanlara “Hayır siz huzurlusunuz” demek istediler.
Adım adım bir yere gittiğimiz zaten belli. Ama afişi yasaklayarak
okurun ilgisini kesemediler. ‘Huzursuzluk’, 15 günde 250 bine
ulaştı.
- Size IŞİD zulmünü anlatan bir roman yazdıran ne?
Özellikle bunu yüzyıllardır katliamlar gören Ezidiler’in kültürünü
de anlatmayı seçerek yapmanız neden?
Aslında özel olarak Ezidiler’i anlatmak için yola çıkmadım. Bir
insanlık durumunu anlatıyorum. “Serenad” romanımda mesela Struma
gemisini, Yahudiler’in dramını anlatıyordum. Zulme uğrayan
insanların hikâyelerini anlatmak güzel bir şey tabii ki. Ama
edebiyatın bir görevi de bunları empati kurdurarak daha geniş
kitlelere, insanın insan olduğunu hatırlatarak anlatmak. İnsana
insan olarak bakmak çok zor bir şey. Bir ara Amerikalılar
Vietnamlılara “Kuyrukları var, maymun bunlar” derdi.
"İnsan insanı öldürebilmek için hayvanlaştırır"
- Aynı şey bizde de Aleviler ve Kürtler için söylendi... Şimdi
oraya geleceğim. Niye maymun diyorlardı Vietnamlılara?
Çünkü herhangi bir canlının hemcinsini öldürmesine doğal bir engel
vardır. İnsan insanı öldürürken bu engeli aşmak için “Bunlar insan
değil hayvan, dolayısıyla ahlaki olarak öldürebilirsin” diyor.
Askerlere düşman için hep bu bilinç verilmiş. Ezidilerse çok acı
görmüşler. Çünkü çok antik bir din. Melek Tavus hikâyesinde Tanrı
Ezd’in Melek Tavus’u cennetten kovuşu, daha sonra çıkan tek tanrılı
dinlerdeki şeytan hikâyesine benzediği için ‘şeytana tapar’ diye
bir klişe yapıştırmışlar. Nasıl Alevilere mum söndü yapıştırdılar,
öyle. Bütün dinler bunları böyle saydığı için Ezidiler maalesef çok
zulüm gören masum insanlar. Bu içimi çok yakan bir konuydu,
anlatmak istedim.
- Kitabın mottosu “Merhamet zulmün merhemi olamaz”.
Edebiyat olabilir mi?
Nedir zulmün merhemi? Bir tek kelime: Adalet. Adaletin olmadığı
yerde merhamet sahtekârca kalır.
"Livaneli de ülkeyi terk etti dedirtmem"
- Sizce başkanlık referandumu süreci Türkiye’yi nereye
götürecek?
Zaten kamplaşmış bir ülkede kampları daha da keskinleştirmekten
başka bir işe yaramaz. Meclis’te olan kavgalar, o sinir ve öfke bir
mikrokozmos oluşturuyor. Şimdi onun toplum sathına yayıldığını
düşünün, ki öyle olacak. Önümüzdeki birkaç ay yapılacak
propagandalardan, kışkırtmalardan, provokasyonlardan çok
korkuyorum. Çünkü iki taraf da ölüm kalım savaşı olarak görüyor
bunu.
- Siz de iç savaş ihtimalini düşünüyor
musunuz?
Bizde iç savaş geleneği pek yok. Ama büyük çarpışmalar oluyor.
Mesela ‘80’den önceki çarpışmalarda 5 bin kişi öldü. Her gün
sokaklarda insanlar birbirini öldürüyordu. Ben tarihe baktıkça
Türkiye’de halkın uçurumun kenarına gelene kadar kaygısız
davrandığını ama son anda frene bastığını görüyorum. Şimdi de sanki
öyle olacak gibi geliyor bana.
- Konuştuğumuz bütün bu alternatif senaryolar içerisinde
Türkiye’den gitmeyi düşünür müsünüz?
Hayır. Ben 12 Mart’tan sonra üç kere değişik ve saçma suçlamalarla
hapse alındım. Dördüncü sefer hapse alınmak üzereyken
arkadaşlarımın da kararıyla yurtdışına gittim. Artık pek
yaşatmayacaklardı, anlamış durumdaydık. O dönemde toprağa gömmeler,
elektrik vermeler, Filistin askıları filan çok ağır işkenceler
vardı. Korkunç bir dönemdi. İsveç’te beş altı sene kaldım. Daha
sonra da Paris’e gittim, toplam 11 yıl filan oldu. Ama o zaman
20’li yaşlardaydım, tanınmış birisi değildim. Şu anda durumum
farklı. Toplumda beni tanıyanlar, sevenler var. “Livaneli de
bıraktı gitti, ülkeyi terk etti” dedirtmem. Bu, o insanların da
umutlarını kırmak olur. Hem haksızlık hem de çok bencillik olur. O
yüzden biz burada başımıza ne gelirse kalacağız. Namuslu yaşayan
insanlar namuslu ölmek zorundadır.
"Yaz kardeşim şu iddianameyi!"
“Cumhuriyet’teki arkadaşlarımızın içeride tutulmaları ve
iddianameyi bekliyor olmaları büyük haksızlık. Herhalde dünyada
Shakespeare’den din kitaplarına kadar hiç kimsenin yazacağı yazı bu
kadar önemle beklenmemiştir. Şimdi savcı oturup iddianame yazacak.
Peki, yaz kardeşim, yaz şunu bir an önce, değil mi! Benim ailemde
herkes hukukçu olmasına rağmen derdik ki, hukuk fakültesini bitiren
ve hâkim olacak insanların hepsini bir gün hapiste yatırmak lazım.
Bir günün ne demek olduğunu görseler de ondan sonra hüküm verirken
öyle rahatça ‘17 yıl’, ‘25 yıl’ falan deseler. Zaten gözaltının ve
tutuklamanın cezaya dönüştürüldüğü bir noktadayız. Cumhuriyet’teki
arkadaşlarımızı Silivri’de tutmanın ne manası var, onları ceza
almadan cezalandırmaktan başka? Bu artık hukukun dışına çıkıyor,
esir almaya giriyor.”
"Hâlâ barbarlık dönemindeyiz..."
“İnsanlara hayvanlara her türlü işkenceyi yapma hakkını kim verdi?
Zaten insan eğer diğer canlıları öldürmeyi bırakabilirse hemcinsini
öldürmeyi de bırakır. Özellikle Ortadoğu’da insanlar sürekli
birbirlerinin kafalarını kesiyorlar? Bütün o insanlar
çocukluklarında hayvanların ayaklarının bağlanıp kafalarının
kesildiğini görmüş. İnsanların diğer canlıları öldürüp yemesi
dönemi bir gün mutlaka kapanacak ve bizim dönemimizden yine
barbarlık dönemi diye bahsedilecek.”
"Sanat özünde zaten soldur"
“Edebiyat dünyayı değiştirebilir mi? Evet değiştirir. Çünkü dünyayı
değiştiren zaten kitaplardır. Bütün dünya din savaşlarını
konuşuyor. Bu din savaşları da o Ortadoğu çöllerinden çıkmış
kitaplara dayanıyor. Dinlerde de önce kitap var, biliyorsun. Tanrı
bile sözle insanları ikna ediyor. O yüzden kitapların dönüştürücü
gücü vardır. Toplumları da kitaplar dönüştürür. Batı toplumlarını
bilimsel eserler dönüştürür. Mesela Montesquieu ‘Kanunların Ruhu
Üzerine’yi yazar veya Jean-Jacques Rousseau yazar, Fransız toplumu
döşünür. John Stuart Mill yazar, İngiliz toplumu dönüşür. Bizde
bilimsel eser olmadığı için bizim toplum da şiirle dönüşür. Nâzım
Hikmet’le solcu olan çok insan var. Şimdi bunun çok farkında
oldukları için Nâzım Hikmet’in yerine Necip Fazıl’ı getirmeye
çalışıyorlar. Biraz beyhude bir çaba. Çünkü sanat özünde zaten
soldur.”
‘"Çok arkadaşım öldürüldü"
“Ben de huzursuzum. 20’li yaşlarımda askeri cezaevinde yatıyordum.
70 yaşına geldim cezaevi önlerinde arkadaşlarım için nöbet
tutuyorum. Yaşar Kemal’le her gün bunları konuşurduk. Zulmü,
adaleti... İnsan onurunun yüce tutulduğu bir ortamın kurulduğunu
göremeden gitti. Tarık Akan da öyle, diğer arkadaşlarımız da.
Herhalde bunun sonunu göremeyeceğiz...
"Tabii yoruluyor insan. Çok darbeler gördüm. 50’den fazla arkadaşım
öldürüldü. Hepsi yazar, çizer, gazeteci, bilimadamı... Bu kadar
insan hapsedildi, perişan edildi. Ama biz yine buradayız işte.
Görevlerimizi yapıyoruz. Biz yine bugünlerde İkinci Dünya
Savaşı’ndaki Nazi Almanyası’nın aydınları gibi olduk. Kimisi
direniyor, kimisi işine devam etmek için rejimle uzlaşıyor, kimisi
susup görmezden geliyor. Ama eğer tanınan bir insansan ve toplumla
iletişim kurabiliyorsan bunları görerek susmak da bir uzlaşmadır
tabii. Türkiye, hayatları haber bültenleriyle değişen insanlar
ülkesidir...”