09 Kas 2012 11:58 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 14:21

UMUR TALU; ''MİLLİYET'E ÜZÜLÜYORUM, SANKİ SOKAK ORTASINA BIRAKILMIŞ GİBİ''

Habertürk yazarı Umur Talu, Spot Dergi'ye verdiği röportajda gazeteciliğin kötüye gittiğini iddia etti..

Habertürk yazarı Umur Talu, gazeteciliğin dünü, bugünü ve eski gazetesi Milliyet hakkında çarpıcı açıklamalar yaptı..

İşte Talu’nun Spot Dergi’nin Kasım sayısında çıkan röportajı :

Türkiye’de sansürün tarihsel bir devlet refleksi olduğu malum. Günümüzde de farklı yöntemlerle de olsa bu geleneğin devam ettirildiğini görmekteyiz. Peki bu gün gazeteciler genel olarak hangi yöntemlerle baskı altına alınmaktadır? Süreç daha çok sansür mü, yoksa oto-sansür şeklinde mi işliyor?

Geçmişte sansür olan bir çok şeyi bugün konuşmak serbest, öncelikle onu söyleyeyim. Fakat çok ciddi, koyu bir oto sansür var. Oto sansür de sadece oto’yu kullananın kabahati değil, genel bir sansür ikliminden dolayı oto sansür şeklinde tecelli ediyor. O da büyük ölçüde medyanın ya yandaş olarak veya güçsüz olarak iktidar karşısındaki bağımlılığından ya da güçsüz düşmüşlüğünden. Onun dışında da hala çok ciddi kanunlar var, bunların sonuçlarını da görüyoruz, yani terörle mücadele kanunu özellikle. Yazdığınız çizdiğiniz bir çok şeyi, kurduğunuz temasları gazeteci kimliğiyle dahi yapsanız, bunları çok rahat terörle mücadele yasası kapsamına sokabiliyor. Bu da aynı zamanda bir tehdit ve sansürdür tabi. Ayrıca tazminat davaları ve cezalar ve bunların çok ciddi boyutlara ulaşması, yani bizzat hükümet yetkililerinin veya diğer kişilerin açtığı ceza davaları. Medyanın tüm bunlar karşısında kendini aşırı mali yüklerle kuşatılmış hissetmesi, gazetecileri yalnız bırakabilmesi, bütün bunların hepsi sansür başlığı altında konuşulabilecek şeyler.

İletişim fakültesindeki derslerimizde bize medya içeriğini analiz ederken öncelikle, medyadaki aidiyet ilişkilerine göz atmamız gerektiği hep söylenirdi. Günümüzde medya alanındaki yatay ve dikey tekelleşmelerin ve medya kuruluşlarının iktidarla olan ekonomik ilişkilerinin medya içeriğine etkilerini nasıl değerlendirirsiniz?

Tabii ki medyada sahiplik ilişkileri, öte yandan medya ve iktidar arasındaki ekonomik ilişkiler gazeteciyi ciddi şekilde etkiliyor. Fakat bir de haberi yazanların kendi korkuları, kaygıları, ihtirasları ve bağımlılıkları da var, gazetecinin kendi iç sesinin de sansürleri veya manipülasyonları olabiliyor, dolayısıyla her metni sadece şirket sahibi açıklamaz, bazen o metnin sahibine de bakmak lazım. Bir de hep yazılanlarla anlaşılmaz, yazılmayanlarla veya gösterilmeyenlerle de değerlendirmek lazım.

Bu gazetecilerin birçoğu kovulana kadar susarken, kovulduktan sonra kendi gazeteleriyle ve karşı karşıya kaldıkları baskılarla ilgili gerçekleri ifşa ediyorlar. Siz bu tutumu samimi buluyor musunuz?

Bunlar insanın yapısından kaynaklanan şeyler. Suçlayamam. Bir başkasının başına gelen şeyde duyarsız kalmak, duyarlı olup da tedirgin kalmak, kendi güçsüzlüğünü hissetmek, bunlar iyi şeyler değil ama mümkün şeyler. Ben bunu yapmamayı öğrendim, çünkü utanırım diye düşündüm, onun için birinin başına bir şey geldiğinde yazmaktan kaçınmıyorum. Çünkü bizim de başımıza geldiğinde inanılmaz bir sessizlik vardı, kendi çalıştığımız yerlerde, bu insana acayip koyuyor. Herkes sesini çıkarabilse gazetecilerin gücü artar.

Siz Milliyette nasıl bir tutumla karşı karşıya kaldınız?
Orası benim çok değişik kademelerinde çalıştığım, büyüme ve medya grubu olma zamanında başında bulunduğum gazete, doğru ya da yanlış yaptıklarımızla. Oradan da 28 şubat sürecinde kovulmadık, kovulmamız için çok baskı oldu ama sanki kadermiş gibi 28 Şubat’ın yıl dönümünde kovulduk. Bir kısmımız gazetenin iç işlerinden ötürü, bir kısmımız gazetenin patronu ve hükümet aleyhine yazılarımızdan ötürü kovulduk. Tabi çok zaman emek verdiğim bir gazete, insan üzülüyor.

Bugün nasıl görüyorsunuz Milliyet’in durumunu?
Üzülüyorum yani, sanki sokak ortasına bırakılmış bir gazete gibi, yani sahibi var şimdi ama binası yok, o binayı ben taşımıştım Milliyet’teyken. Yoksa içinde hala bir sürü iyi gazeteci var, çok da önemli bir adı ve geçmişi var ama tabi giderek erozyona uğruyor.

Tutuklu gazeteciler konusunda hükümet yetkilileri ve yandaş medya ağız birliği etmişçesine aynı savunmayı tekrarlıyor; hiçbir gazeteci, gazetecilik faaliyetlerinden dolayı tutuklu değil, adi suçlardan dolayı tutuklu. Siz bu ifadeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu söylem bu iktidardan önce tutuklu gazetecilere sahip çıkıyormuş gibi görünen basın konseyinin de söylemiydi, yani Oktay Ekşi’nin. Çünkü o zamanki tutuklu gazetecilerin içinde ana akım medyadan pek kimse yoktu. Genellikle Kürt gazeteciler veya daha sol gazeteciler vardı. Tabi onların bir takım bağlantıları falan olmuş olabilir ama ilk sorun gazetecilik faaliyetinin özgür olmasıdır. Ondan sonra o faaliyetin birine bağımlı olarak yapılıp yapılmadığı bir gazetecilik namusu tartışmasıdır. Fakat özgür olmayan insanların gazeteciliğini tartışamazsınız. Önce onun özgürlüğüdür önemli olan. Geçmişte maalesef ana akım medyanın duayenleri bu dili geliştirmişti, şimdi hükümet de aynı dili kullanıyor tutuklu gazeteciler konusunda. Tabi niye şunu yazdın diye almıyorlar içeri, terörle mücadele kapsamında alıyorlar, onlardan daha sertini yazan ben, girmiyorum o kanunun kapsamında. Bu işler çok çifte standartlı işliyor zaten. Dolayısıyla bir gazetecilik faaliyetinden dolayı almıyorsunuz, ama demokrasiye ve hukuk felsefesine uygun bir biçimde de almıyorsunuz. Ayrıca bir de şu var, Pozantı Cezaevi’nin haberini yapan cezaevine alınıyor, Newroz haberini yapanlar bugün alınmış içeri, dolayısıyla haberle örgüt arasında da bağlantı kuruyorlar, yani gazetecilik faaliyetiyle.

Siz bulunduğunuz konumda kendinizi baskı altında hissediyor musunuz? Kovulma ihtimalini göz önünde bulundurarak planlar yaptınız mı?

İnsan bir kez damdan düşünce artık, her zaman hazırlıklı olur. Ama beni bu güne kadar rahatsız eden bir şey olmadı, bir yazıma müdahale edilmedi, herhangi bir şey ima edilmedi, konuşulmadı, ne kibarca ne de başka biçimde uyarı gelmedi. Dolayısıyla şu anda öyle bir sorunum yok. Fakat her şey her zaman mümkün. Bu demek değil ki bu ülkede insanların başına bu gelmiyor ama şahsi sorduğunuz için bunu söylüyorum.

Pek çok gazeteci günümüzde iş güvencesinden yoksun, en son Anadolu Ajansı örneğinde de görüldüğü üzere sendikalaşma haklarından da mahrum bırakılmaya çalışılıyorlar. Bu durum basın özgürlüğüne ne ölçüde zarar veriyor ve medya içeriğini ne ölçüde etkiliyor?

Medya gruplarının hiç birinde sendika yok, sadece sabah veya Anadolu ajansı değil. Zaten iki tane özgürlük meselesi var biri kanun ve devlet karşısında özgürlük, biri medya içinde özgürlük. Yani birinciyi çokça önemseyenlerin pek çoğu, ikincisi konusunda tek kelime etmez mesela. Aslında özgürlük sorunu orada başlar, gazeteciler kendi çalıştığı yerlerde özgürlüklerinden yoksunsa, kamusal bağlamda da onların sıkıştırılması daha mümkün hale gelir.

Her yıl birçok iletişimci ve gazeteci adayı okullardan mezun oluyor ve bunların birçoğu, iş imkanlarındaki kısıtlılıklar bir yana, son dönemde gazeteciler üzerindeki baskılardan dolayı bir hayli tedirgin. Bu ülkede dürüst gazetecilik yapmak mümkün mü? Siz bu insanlara ne önerirsiniz?

Mümkün. Etik, zaten benim bir daha bir daha tartıştığım bir mesele, çok da sevememeye başladım bu etik lafını, çok cicili biçili bir şey gibi geliyor. Çünkü herkes etik oldu bir anda. Gazeteciliği idealize etmenin hiçbir mahsuru yok, çünkü bu ideallerle de yürüyen bir meslek aynı zamanda. On tane konu ortaya koyarsınız, dokuzunu yapamazsınız ama o yaptığınız bir tanesi bile önemli bir konu haline gelir, insanların hayatlarını değiştirir. Dolayısıyla toptan yerin dibine batırılacak veya toptan yüceltilecek bir iş değil bu. Her zaman satır arasında bile yapılabilecek düzgün işler olabilir bu meslekte.

Siz sıradan bir okuyucu olsaydınız, gündemi hangi haber kaynaklarından takip ederdiniz?

Gazeteyi severim ben, sevmemem mümkün değil zaten. Şimdi İsim veremem, ama gazetelerin hepsini iyi kötü okumaya çalışırım. Fakat bildiğimiz gazetecilik dünyasının dışında da, herkesi ham da olsa gazeteci yapan geniş bir internet ortamı var, bloglardan Twitter’a kadar, onları izlemeden de bir şeyi izlemiş sayılmıyoruz. Sadece onları izleyerek de olmuyor, ama onları izlemeyerek artık bu dünyayı tam yaşayamıyorsun, zaten tam yaşamamız mümkün değil de. Fakat şunu söyleyeyim eskiden okuduğum bir sürü insanı artık okumuyorum, öğrenciliğim boyunca yazılarını kesip sakladığım insanları sonradan tanıyınca, kişiliklerini ve nasıl yazdıklarını görünce hemen biriktirdiğim gazete küpürlerini bastım çöpe. Bir çok insanı artık sildim ve okumuyorum, fakat çok şey öğrendiğim isimsiz insanlar da var tabi.

Alternatif medya ülkedeki genel totaliter iklimi parçalamada ne derece etkili olabilir?

Sadece bu ülkede değil ki bütün ülkelerde totaliter bir iklim var. Bakmayın yani Batı’da da Sarkozy’lerin, Merkel’lerin, Yunanistan ve İtalya’daki ara rejim hükümetlerinin, Amerika’da rengi siyah olsa da icraatları yine Neo-Bush gibi beyaz olan Obama’nın, İngiltere’de bir sürü polisiye tedbirlerin, anti terör manyaklığının ortasında her tarafta totaliter bir gölge var, insanların takip edilmesi, sermaye tahakkümünün dışında polisiye tahakküm. Dolayısıyla bunların hepsinin kırılmasında alternatif medyanın, yani Arap Baharı’nda olduğu gibi, geçmişte savaş karşıtı, küreselleşme karşıtı eylemlerde olduğu gibi müthiş bir etkisi var. Fakat bunun birkaç veçhesi var, bir gazetenin etkisine sahip olamıyor bu tekil medyalar, herkes klavye başında militanlaşıyor ama bu örgütlü bir mücadeleye dönüşemiyor. Yani yeni olanın eskinin duvarlarını kırdığı ve deldiği çok açık ama yerine yeni bir şey koyamıyor henüz. Alternatif akımlar eyleme dönüşse de elde edilen bir şey yok, ne yapacağız sorusuna bir karşılık yok. Dolayısıyla sadece anti olarak kalıyor. Kapitalizm artık büyük hikayeleri, büyük idealleri öldürdüğü için böyle bu, -tabi tek başına kapitalizm öldürmedi onları resmi sosyalizm de öldürdü-. Fakat insanlığın arayışı bitmez, insan hep farklı bir şey arayacak, değiştirmeyi isteyecek. Kapitalizmin kriziyle birlikte tabii ki başka şeyler gündeme gelecek, bu kriz sürekli hale geldikçe alternatif şeyler denenecek ama bu tür ortamlar her zaman sol bir seçeneğe olduğu kadar faşizan seçeneklere de gebedir.

İnternette alternatif medya arayışları gazetecilikte ne gibi değişimler yaratabilir, Türkiye’de bu mesleğe kaybettiği itibarı kazandırabilir mi?

Şu andaki bütün özgürlük umudu orada. Bir de gazetedeki tek yazıyı alıp devlet olarak yargılayabiliyorsunuz, ancak aynı yazıyı internette bir milyon kişi okuduğunda alıntı yaptığında, link attığında bir milyon kişiyi nasıl yargılayacaksınız? Orada devlet ve hükmedenler açısından ciddi bir açmaz var. Onun için hep konvansiyonel medyadan insanlar içeri alınıyor. Tabii ki denetim baskı her yerde var.

Şimdi haber kaynakları da tek tipleşti gibi, gazeteler artık yalnızca devlet kurumlarından ve polisten istihbarat alıyor.

Bir önceki hükümet döneminde de durum buydu. Bu sadece iktidarın marifeti değil, bu medyanın marifeti büyük ölçüde. Gazetecilerin bunu kabullenmesi teslimiyeti veya bundan hoşlanması. Fakat şimdi tantana eden adamların bir çoğu 28 Şubatta veya Ecevit koalisyonu döneminde devlet organlarının verdiği haberlerle gazetecilik yaptı.

Yani bu durum daha çok medyanın kraldan fazla kralcılığından mı kaynaklanıyor?
Yani karaktersizlik bu. Genleriyle oynanmış gazetecilik diyorum ben buna. GOG.