UMUR TALU; ''MİLLİYET'E ÜZÜLÜYORUM, SANKİ SOKAK ORTASINA BIRAKILMIŞ GİBİ''
Habertürk yazarı Umur Talu, Spot Dergi'ye verdiği röportajda gazeteciliğin kötüye gittiğini iddia etti..
Habertürk yazarı Umur Talu, gazeteciliğin dünü, bugünü ve eski
gazetesi Milliyet hakkında çarpıcı açıklamalar yaptı..
İşte Talu’nun Spot Dergi’nin Kasım sayısında çıkan röportajı :
Türkiye’de sansürün tarihsel bir devlet refleksi olduğu
malum. Günümüzde de farklı yöntemlerle de olsa bu geleneğin devam
ettirildiğini görmekteyiz. Peki bu gün gazeteciler genel olarak
hangi yöntemlerle baskı altına alınmaktadır? Süreç daha çok sansür
mü, yoksa oto-sansür şeklinde mi işliyor?
Geçmişte sansür olan bir çok şeyi bugün konuşmak serbest, öncelikle
onu söyleyeyim. Fakat çok ciddi, koyu bir oto sansür var. Oto
sansür de sadece oto’yu kullananın kabahati değil, genel bir sansür
ikliminden dolayı oto sansür şeklinde tecelli ediyor. O da büyük
ölçüde medyanın ya yandaş olarak veya güçsüz olarak iktidar
karşısındaki bağımlılığından ya da güçsüz düşmüşlüğünden. Onun
dışında da hala çok ciddi kanunlar var, bunların sonuçlarını da
görüyoruz, yani terörle mücadele kanunu özellikle. Yazdığınız
çizdiğiniz bir çok şeyi, kurduğunuz temasları gazeteci kimliğiyle
dahi yapsanız, bunları çok rahat terörle mücadele yasası kapsamına
sokabiliyor. Bu da aynı zamanda bir tehdit ve sansürdür tabi.
Ayrıca tazminat davaları ve cezalar ve bunların çok ciddi boyutlara
ulaşması, yani bizzat hükümet yetkililerinin veya diğer kişilerin
açtığı ceza davaları. Medyanın tüm bunlar karşısında kendini aşırı
mali yüklerle kuşatılmış hissetmesi, gazetecileri yalnız
bırakabilmesi, bütün bunların hepsi sansür başlığı altında
konuşulabilecek şeyler.
İletişim fakültesindeki derslerimizde bize medya içeriğini
analiz ederken öncelikle, medyadaki aidiyet ilişkilerine göz
atmamız gerektiği hep söylenirdi. Günümüzde medya alanındaki yatay
ve dikey tekelleşmelerin ve medya kuruluşlarının iktidarla olan
ekonomik ilişkilerinin medya içeriğine etkilerini nasıl
değerlendirirsiniz?
Tabii ki medyada sahiplik ilişkileri, öte yandan medya ve iktidar
arasındaki ekonomik ilişkiler gazeteciyi ciddi şekilde etkiliyor.
Fakat bir de haberi yazanların kendi korkuları, kaygıları,
ihtirasları ve bağımlılıkları da var, gazetecinin kendi iç sesinin
de sansürleri veya manipülasyonları olabiliyor, dolayısıyla her
metni sadece şirket sahibi açıklamaz, bazen o metnin sahibine de
bakmak lazım. Bir de hep yazılanlarla anlaşılmaz, yazılmayanlarla
veya gösterilmeyenlerle de değerlendirmek lazım.
Bu gazetecilerin birçoğu kovulana kadar susarken,
kovulduktan sonra kendi gazeteleriyle ve karşı karşıya kaldıkları
baskılarla ilgili gerçekleri ifşa ediyorlar. Siz bu tutumu samimi
buluyor musunuz?
Bunlar insanın yapısından kaynaklanan şeyler. Suçlayamam. Bir
başkasının başına gelen şeyde duyarsız kalmak, duyarlı olup da
tedirgin kalmak, kendi güçsüzlüğünü hissetmek, bunlar iyi şeyler
değil ama mümkün şeyler. Ben bunu yapmamayı öğrendim, çünkü
utanırım diye düşündüm, onun için birinin başına bir şey geldiğinde
yazmaktan kaçınmıyorum. Çünkü bizim de başımıza geldiğinde
inanılmaz bir sessizlik vardı, kendi çalıştığımız yerlerde, bu
insana acayip koyuyor. Herkes sesini çıkarabilse gazetecilerin gücü
artar.
Siz Milliyette nasıl bir tutumla karşı karşıya
kaldınız?
Orası benim çok değişik kademelerinde
çalıştığım, büyüme ve medya grubu olma zamanında başında bulunduğum
gazete, doğru ya da yanlış yaptıklarımızla. Oradan da 28 şubat
sürecinde kovulmadık, kovulmamız için çok baskı oldu ama sanki
kadermiş gibi 28 Şubat’ın yıl dönümünde kovulduk. Bir kısmımız
gazetenin iç işlerinden ötürü, bir kısmımız gazetenin patronu ve
hükümet aleyhine yazılarımızdan ötürü kovulduk. Tabi çok zaman emek
verdiğim bir gazete, insan üzülüyor.
Bugün nasıl görüyorsunuz Milliyet’in
durumunu?
Üzülüyorum yani, sanki sokak ortasına
bırakılmış bir gazete gibi, yani sahibi var şimdi ama binası yok, o
binayı ben taşımıştım Milliyet’teyken. Yoksa içinde hala bir sürü
iyi gazeteci var, çok da önemli bir adı ve geçmişi var ama tabi
giderek erozyona uğruyor.
Tutuklu gazeteciler konusunda hükümet yetkilileri ve yandaş
medya ağız birliği etmişçesine aynı savunmayı tekrarlıyor; hiçbir
gazeteci, gazetecilik faaliyetlerinden dolayı tutuklu değil, adi
suçlardan dolayı tutuklu. Siz bu ifadeleri nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Bu söylem bu iktidardan önce tutuklu gazetecilere sahip çıkıyormuş
gibi görünen basın konseyinin de söylemiydi, yani Oktay Ekşi’nin.
Çünkü o zamanki tutuklu gazetecilerin içinde ana akım medyadan pek
kimse yoktu. Genellikle Kürt gazeteciler veya daha sol gazeteciler
vardı. Tabi onların bir takım bağlantıları falan olmuş olabilir ama
ilk sorun gazetecilik faaliyetinin özgür olmasıdır. Ondan sonra o
faaliyetin birine bağımlı olarak yapılıp yapılmadığı bir
gazetecilik namusu tartışmasıdır. Fakat özgür olmayan insanların
gazeteciliğini tartışamazsınız. Önce onun özgürlüğüdür önemli olan.
Geçmişte maalesef ana akım medyanın duayenleri bu dili
geliştirmişti, şimdi hükümet de aynı dili kullanıyor tutuklu
gazeteciler konusunda. Tabi niye şunu yazdın diye almıyorlar içeri,
terörle mücadele kapsamında alıyorlar, onlardan daha sertini yazan
ben, girmiyorum o kanunun kapsamında. Bu işler çok çifte standartlı
işliyor zaten. Dolayısıyla bir gazetecilik faaliyetinden dolayı
almıyorsunuz, ama demokrasiye ve hukuk felsefesine uygun bir
biçimde de almıyorsunuz. Ayrıca bir de şu var, Pozantı Cezaevi’nin
haberini yapan cezaevine alınıyor, Newroz haberini yapanlar bugün
alınmış içeri, dolayısıyla haberle örgüt arasında da bağlantı
kuruyorlar, yani gazetecilik faaliyetiyle.
Siz bulunduğunuz konumda kendinizi baskı altında hissediyor
musunuz? Kovulma ihtimalini göz önünde bulundurarak planlar
yaptınız mı?
İnsan bir kez damdan düşünce artık, her zaman hazırlıklı olur. Ama
beni bu güne kadar rahatsız eden bir şey olmadı, bir yazıma
müdahale edilmedi, herhangi bir şey ima edilmedi, konuşulmadı, ne
kibarca ne de başka biçimde uyarı gelmedi. Dolayısıyla şu anda öyle
bir sorunum yok. Fakat her şey her zaman mümkün. Bu demek değil ki
bu ülkede insanların başına bu gelmiyor ama şahsi sorduğunuz için
bunu söylüyorum.
Pek çok gazeteci günümüzde iş güvencesinden yoksun, en son
Anadolu Ajansı örneğinde de görüldüğü üzere sendikalaşma
haklarından da mahrum bırakılmaya çalışılıyorlar. Bu durum basın
özgürlüğüne ne ölçüde zarar veriyor ve medya içeriğini ne ölçüde
etkiliyor?
Medya gruplarının hiç birinde sendika yok, sadece sabah veya
Anadolu ajansı değil. Zaten iki tane özgürlük meselesi var biri
kanun ve devlet karşısında özgürlük, biri medya içinde özgürlük.
Yani birinciyi çokça önemseyenlerin pek çoğu, ikincisi konusunda
tek kelime etmez mesela. Aslında özgürlük sorunu orada başlar,
gazeteciler kendi çalıştığı yerlerde özgürlüklerinden yoksunsa,
kamusal bağlamda da onların sıkıştırılması daha mümkün hale
gelir.
Her yıl birçok iletişimci ve gazeteci adayı okullardan
mezun oluyor ve bunların birçoğu, iş imkanlarındaki kısıtlılıklar
bir yana, son dönemde gazeteciler üzerindeki baskılardan dolayı bir
hayli tedirgin. Bu ülkede dürüst gazetecilik yapmak mümkün mü? Siz
bu insanlara ne önerirsiniz?
Mümkün. Etik, zaten benim bir daha bir daha tartıştığım bir mesele,
çok da sevememeye başladım bu etik lafını, çok cicili biçili bir
şey gibi geliyor. Çünkü herkes etik oldu bir anda. Gazeteciliği
idealize etmenin hiçbir mahsuru yok, çünkü bu ideallerle de yürüyen
bir meslek aynı zamanda. On tane konu ortaya koyarsınız, dokuzunu
yapamazsınız ama o yaptığınız bir tanesi bile önemli bir konu
haline gelir, insanların hayatlarını değiştirir. Dolayısıyla toptan
yerin dibine batırılacak veya toptan yüceltilecek bir iş değil bu.
Her zaman satır arasında bile yapılabilecek düzgün işler olabilir
bu meslekte.
Siz sıradan bir okuyucu olsaydınız, gündemi hangi haber
kaynaklarından takip ederdiniz?
Gazeteyi severim ben, sevmemem mümkün değil zaten. Şimdi İsim
veremem, ama gazetelerin hepsini iyi kötü okumaya çalışırım. Fakat
bildiğimiz gazetecilik dünyasının dışında da, herkesi ham da olsa
gazeteci yapan geniş bir internet ortamı var, bloglardan Twitter’a
kadar, onları izlemeden de bir şeyi izlemiş sayılmıyoruz. Sadece
onları izleyerek de olmuyor, ama onları izlemeyerek artık bu
dünyayı tam yaşayamıyorsun, zaten tam yaşamamız mümkün değil de.
Fakat şunu söyleyeyim eskiden okuduğum bir sürü insanı artık
okumuyorum, öğrenciliğim boyunca yazılarını kesip sakladığım
insanları sonradan tanıyınca, kişiliklerini ve nasıl yazdıklarını
görünce hemen biriktirdiğim gazete küpürlerini bastım çöpe. Bir çok
insanı artık sildim ve okumuyorum, fakat çok şey öğrendiğim isimsiz
insanlar da var tabi.
Alternatif medya ülkedeki genel totaliter iklimi
parçalamada ne derece etkili olabilir?
Sadece bu ülkede değil ki bütün ülkelerde totaliter bir iklim var.
Bakmayın yani Batı’da da Sarkozy’lerin, Merkel’lerin, Yunanistan ve
İtalya’daki ara rejim hükümetlerinin, Amerika’da rengi siyah olsa
da icraatları yine Neo-Bush gibi beyaz olan Obama’nın, İngiltere’de
bir sürü polisiye tedbirlerin, anti terör manyaklığının ortasında
her tarafta totaliter bir gölge var, insanların takip edilmesi,
sermaye tahakkümünün dışında polisiye tahakküm. Dolayısıyla
bunların hepsinin kırılmasında alternatif medyanın, yani Arap
Baharı’nda olduğu gibi, geçmişte savaş karşıtı, küreselleşme
karşıtı eylemlerde olduğu gibi müthiş bir etkisi var. Fakat bunun
birkaç veçhesi var, bir gazetenin etkisine sahip olamıyor bu tekil
medyalar, herkes klavye başında militanlaşıyor ama bu örgütlü bir
mücadeleye dönüşemiyor. Yani yeni olanın eskinin duvarlarını
kırdığı ve deldiği çok açık ama yerine yeni bir şey koyamıyor
henüz. Alternatif akımlar eyleme dönüşse de elde edilen bir şey
yok, ne yapacağız sorusuna bir karşılık yok. Dolayısıyla sadece
anti olarak kalıyor. Kapitalizm artık büyük hikayeleri, büyük
idealleri öldürdüğü için böyle bu, -tabi tek başına kapitalizm
öldürmedi onları resmi sosyalizm de öldürdü-. Fakat insanlığın
arayışı bitmez, insan hep farklı bir şey arayacak, değiştirmeyi
isteyecek. Kapitalizmin kriziyle birlikte tabii ki başka şeyler
gündeme gelecek, bu kriz sürekli hale geldikçe alternatif şeyler
denenecek ama bu tür ortamlar her zaman sol bir seçeneğe olduğu
kadar faşizan seçeneklere de gebedir.
İnternette alternatif medya arayışları gazetecilikte ne
gibi değişimler yaratabilir, Türkiye’de bu mesleğe kaybettiği
itibarı kazandırabilir mi?
Şu andaki bütün özgürlük umudu orada. Bir de gazetedeki tek yazıyı
alıp devlet olarak yargılayabiliyorsunuz, ancak aynı yazıyı
internette bir milyon kişi okuduğunda alıntı yaptığında, link
attığında bir milyon kişiyi nasıl yargılayacaksınız? Orada devlet
ve hükmedenler açısından ciddi bir açmaz var. Onun için hep
konvansiyonel medyadan insanlar içeri alınıyor. Tabii ki denetim
baskı her yerde var.
Şimdi haber kaynakları da tek tipleşti gibi, gazeteler
artık yalnızca devlet kurumlarından ve polisten istihbarat
alıyor.
Bir önceki hükümet döneminde de durum buydu. Bu sadece iktidarın
marifeti değil, bu medyanın marifeti büyük ölçüde. Gazetecilerin
bunu kabullenmesi teslimiyeti veya bundan hoşlanması. Fakat şimdi
tantana eden adamların bir çoğu 28 Şubatta veya Ecevit koalisyonu
döneminde devlet organlarının verdiği haberlerle gazetecilik
yaptı.
Yani bu durum daha çok medyanın kraldan fazla
kralcılığından mı kaynaklanıyor?
Yani karaktersizlik
bu. Genleriyle oynanmış gazetecilik diyorum ben buna. GOG.