Ümit Kıvanç Radikal'e geri döndü!
Köşe yazarlığına Radikal'de başlayan, 28 Şubat'ta askerin tepkisini çeken ve gazetesinin sansürüne uğrayınca istifa eden Ümit Kıvanç Radikal'e geri döndü.
Gazeteci, yazar ve belgeselci Ümit Kıvanç bundan
böyle haftada iki gün yazılarıyla Radikal'de okurlarla buluşacak,
Türkiye'nin önemli konularıyla ilgili farklı bakış açıları ortaya
koyacak.
Radikal gazetesi, Kıvanç'ı "evine döndü" başlıklı
bir yazı ile ve "Türkiye'nin kıymetli yazarlarından biri olan Ümit
Kıvanç" anonsu ile okurlarına duyudu.
Gazeteciliğe Milliyet gazetesinde başlayan, Cumhuriyet, Radikal,
Nokta dergisi ve Taraf'ta çalışan, Birikim dergisinde yazan,
1990'ların ortalarında Radikal'den istifa ettikten sonra kısa ve
belgesel filmler yapmaya başlayan Kıvanç, günlük yazılarına
riyatabirleri.blogspot.com adresinde devam ediyordu.
Dijital Radikal'de yazmaya başlayancak olan Kıvanç, yıllar önce ilk
köşe yazısını da Radikal'de yazmıştı.
Radikal yazıişlerinin "Bir nevi evine geri döndü. Aramıza
hoşgeldi." diyerek seslendiği Kıvanç gazete basılı yayına son verip
dijitale geçtikten sonra kendi Radikal macerasını blogunda kaleme
almış ve Mehmet Y. Yılmaz yönetimindeki gazetenin yazılarını nasıl
sansürlediğini, yazı günü ve köşesinin yerini nasıl değiştirdiğini,
buna tepki gösterip istifa ettikten yıllar sonra Radikal 2 ya da
Radikal Futbol eklerinde bile yazılarına yer verilemediğini
anlatmıştı.
İşte Kıvanç'ın blogunda kaleme aldığı Radikal gazetesi anılarından
bir bölüm:
Kişisel tarih: "araştırmacı kamyonculuk"
Basılı Radikal'in yayın hayatına son vermesi dolayısıyla, ben de
size Radikal maceramı anlatmak istiyorum. Bunları daha önce hiçbir
yerde anlatmadığım için, basının gündelik tarihi gibi bir düzeyde
anlam taşıyabilirler. Benim kişisel tarihim açısındansa epeyce
önemliler. Çünkü aradaki Taraf parantezi dışında yaklaşık on yedi
yıldır mesleğini yapamayan, aslında düpedüz iş verilmeyen bir
gazeteciyim ve bu süreç Radikal'den ayrılışımla başlamıştı.
(Taraf'taki mesaimi ne derece "iş" sayabilirim, bilmiyorum; beş
sene yazdım, hiçbir zaman doğru dürüst aylık almadım, hep başka
işler yapmak zorunda kaldım, ayrıldığımda iki buçuk yıllık alacağım
içeride kaldı.)
Ya! Ne ilginç değil mi? Belki de inanmıyorsunuz. On yedi yıldan
sözediyorum. Elbette bütün bu sürecin günahını Radikal'e yükleyecek
değilim. Ama oradan ayrılışımla başladı işte.
Radikal gazetesi dünyaya gözünü açtığında, yazarları arasında ben
de vardım. Gazetenin çıkacağını duymuştuk, sol-muhalif tınılı-tonlu
bir yayın organı olacağına dair de söylentiler vardı, ama beni
köşeyazarı olarak çağıracaklarına tabiî ihtimal vermemiştim. Bu
yüzden, teklif geldiğinde hem şaşırmış hem de sevinmiştim. Çünkü,
ayıptır söylemesi, İletişim Yayınları'nda o sırada alabildiğimiz
ücretler çok düşüktü ve Radikal'den alacağım parayla, hayatta ilk
defa doğru dürüst bir aylık gelirim olacaktı. Bu sefa bir buçuk yıl
kadar sürdü.
Radikal'in şansı mı demek lazım, bilemiyorum, belki de bürünmeye
karar verdiği kişilik sayesinde o şansı kendi hazırlamıştı: Gazete
çıkar çıkmaz, Susurluk skandalı patladı. Abdullah Çatlı, Hüseyin
Kocadağ ve Sedat Bucak'ın bir otomobil içinde bulunduğunun ortaya
çıkması, Türkiye siyasetinde resmen bir dönüm noktasıydı. Saatte
200 kilometreyle bir kamyona çarpmış ve ölmüşlerdi. Bir şaşkınlık,
heyecan ve öfke dalgası Türkiye'yi sarmaya başlıyordu. Yazı günüm
değildi, telefon edip fazladan yazı yazmak istediğimi söyledim.
Gazetenin başında Mehmet Yılmaz vardı ve anlaşılan, Susurluk
kazasını, memleketteki muhaliflere hitap etmeyi öngören gazete için
-futbol deyişiyle- muazzam bir "çıkış yakalama" fırsatına
dönüştürebileceğini fark etmişti. "Yazsın," demiş, ilettiler, ben
de yazdım. Derin devlet ile faşist örgütlenme arasındaki ilişkiye
dair, edepli, terbiyeli, dolaylı ifadelerle dolu bir yazı yazdım.
"Acaba gazetenin sınırlarını zorlayan bir yazı mı yazdım?"
endişesiyle gönderdim. Fakat Mehmet Yılmaz, dediğim gibi, ortada
"radikal" adıyla çıkan bir gazete için muazzam bir fırsat olduğunu
görmüş, 12 Eylül sonrası basını için hiç alışılmadık ve asla
olmayacak tarzda, "Gladyo kamyona çarptı" manşetini gazetenin
tepesine koskocaman çakmıştı. Bunu, "Çatlı, Çiller, Ağar" manşeti
izledi ve bir süre bu iş böyle gitti.
Susurluk kazasının ertesi günü yazdığım yazı gerçi gazetenin
manşeti karşısında azıcık yumuşak kaçmıştı, ama yazının başlığı
olarak uydurduğum "araştırmacı kamyonculuk" deyimi o sırada biraz
popüler bile olmuştu; belki hatırlayan çıkar.
Kısa süren Asrı Saadet
Gazeteye bir, cumartesi ekine bir, Radikal İki'ye bir olmak üzere
haftada üç yazı yazıyordum, kimse yazdığıma karışmıyordu. Sırf
yazımı göndermekle yetinmeyeyim, gazeteyi çıkaranlarla bunun
ötesinde azıcık muhabbetim olsun diye yaptığım bir-iki girişimde
bozum oluşum ve genellikle karşılaşılan soğuk tavırlar dışında
önemli bir sorun yoktu, paramızı düzenli yatırıyorlardı. İyiydi
yani... 28 Şubat geldi.
Diyarbakır'ın Refah Partili belediyesinin düzenlediği "İnsan ve
Demokrasi" -valilik "insan hakları" kavramının kullanılmasına izin
vermemişti!- konferansından dönerken, muhabirlerle biraradaydık.
Bazıları beni uyardı. Dönemin Genelkurmay ikinci başkanı, birçok
muhabir karşısındayken, Radikal'den arkadaşımıza, "Sizin gazetede
dört vatan haini var," demişti. Sonra da, hepsinin önünde, Murat
Belge, Etyen Mahçupyan, Koray Düzgören ve bendenizin isimlerimizi
saymıştı.
Üzerinde durmadım. Fakat birşeyler olacağı belliydi. Bir gün
gazeteyi aldım, açtım, yazım yok! Atıldığımı düşündüm. Aradım, yazı
günümün ve yazımın yeraldığı sayfanın değiştiğini söylediler.
(Bunun 28 Şubat'la veya özel olarak benimle ilgisi yoktu, gazetede
birtakım değişiklikler yapmışlardı.) "İnsan nezaketen bir haber
vermez mi?" sorum, sanırım telefondaki otomatik bir mekanizma
tarafından anında İzlandaca'ya çevriliyor, karşımdaki insan bunu
bir türlü anlamıyordu. Bozulmuştum. "Sana köşe yazdırıyoruz, para
veriyoruz ya, daha ne istiyorsun!" tavrı can sıkıcı, onur
kırıcıydı.
Birkaç gün sonra, yazdığım yazıdan ilk defa birkaç kelimenin
atıldığını gördüm. "Biz şöyle şöyle yaparız, bunun üzerine de bir
general, bir polis şefi veya bir politikacı çıkar, bize vatan haini
der..." yollu bir cümleydi, tam hatırlamıyorum. Buradaki "general"i
atmışlardı. Neyse, Mehmet Yılmaz'ı aradım, ulaşamadım, sekreterine,
arama sebebimin çok önemli, hayatî olduğunu, kendisinden telefon
beklediğimi ısrarla söyledim. O gün aramadı. Konuştuğum başka bir
yazıişleri yetkilisinden de tatminkâr bir cevap alamadım. Belli ki,
artık her yazımdan birşeyler atılabilir ve ben bunu yazı
yayımlandıktan sonra görebilirdim, yapacak bir şeyim de olmazdı.
İstifa ettiğimi bildirdim. Bir-iki gün sonra Mehmet Yılmaz aradı,
"dön desem dönmez misin?" kısalığında bir şey söyledi, ben de
ortadakinin bir "anlayış farkı" olduğunu, dönmesem herkes için daha
hayırlı olacağını söyledim, toplam iki-üç dakika sürdü,
kapattık.
Bu hikâyeden ötürü 28 Şubat mağduru sayılır mıyım, yoksa dindar
olmadığım için zaten sayılmaz mıyım, tescil için nereye başvurmam
gerekiyor, boşveriyorum.
Aradan birkaç yıl geçti. Radikal İki'nin başındaki Tuğrul Eryılmaz,
"Haydi artık, eke tekrar yaz," dedi. Tamam, dedim. Ancak "bunun
mümkün olmadığını" öğrendik hep beraber. Birisi, herhalde Mehmet
Yılmaz, başka kim olacak, "o yazamaz" demişti. Herhalde böyle bir
tavırla karşılaşacağı Tuğrul'un aklından geçmemiş olmalıydı ki,
önceden "vize almaya" gerek görmemişti. Ancak görüldüğü üzre,
yetkililer prensip sahibiydi! Radikal Futbol'da bana niye "gel yaz"
demediklerini de çok uzun zaman düşünmüştüm. Kimse bunu net olarak
ifade etmedi, ama sanırım onun da sebebi aynıydı: Köşeyi bırakıp
istifa etmiştim, dolayısıyla bir tür yasaklıydım. Ortada herhangi
bir kavga, küfür, hakaret yoktu.
Radikal'in lafı ne zaman geçse, ister istemez bir burukluk
hissettim. Bir ara, birtakım namlı faşistlerin orada köşe sahibi
olduğunu gördüğümde manevî bağım bütünüyle koptu. Anılarım da
silikleşti. Şimdi iyi ya da kötü herhangi bir duyguyla değil,
Türkiye'nin medya ortamının somut koşullarına, bazı muhabirlerin
bazı haberleri ancak bu gazetede yapabilmelerine ve gazetenin Gezi
sonrası durumuna bakarak, yani akılla mantıkla, Radikal'in internet
yayını kimliğiyle başarılı olmasını, bu tür başka yayınlara da kapı
açmasını diliyorum.