22 Eki 2017 16:10 Son Güncelleme: 19 Kas 2018 18:42

Uluslararası Medeniyetler Şurası

- Malezya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Singh:- "Myanmar'daki hükümet etnik grupları kışkırtarak hatta bazen bu grupları askeri ve silah anlamında güçlendirerek soykırım yapıyor. Bu mantıkla güçlü devlet olmaya çalışıyor"- Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi...

İSTANBUL (AA) - Malezya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi Prof. Dr. Jatswan Singh, Myanmar'da askeri diktanın baskın bir etnik grup üzerinden güçlü devlet olmaya çalıştığını belirterek, ''Myanmar'daki hükümet etnik grupları kışkırtarak hatta bazen bu grupları askeri ve silah anlamında güçlendirerek soykırım yapıyor. Bu mantıkla güçlü devlet olmaya çalışıyor.'' dedi.

İbn Haldun Üniversitesi ile Medeniyetler İttifakı Enstitüsü'nün Al-Furqan İslami Miras Vakfı iş birliğiyle düzenlediği Uluslararası Medeniyetler Şurası'nın ''Myanmar'da devlet, din, etnisite ve Burmalılaşma politikaları'' başlıklı oturumunda konuşan Prof. Dr. Singh, Myanmar'ın 50'li yıllardan beri etnik grupların çatışma alanı haline dönüştüğünü söyledi.

Singh, Myanmar'da askeri diktanın baskın bir etnik grup üzerinden güçlü devlet olmaya çalıştığını belirterek, ''Myanmar'daki hükümet etnik grupları kışkırtarak hatta bazen bu grupları askeri ve silah anlamında güçlendirerek soykırım yapıyor. Bu mantıkla güçlü devlet olmaya çalışıyor.'' ifadelerini kullandı.

Etnik azınlıkların bağımsızlıklarını kazanmak için merkezi hükümete karşı savaştıklarını anlatan Singh, çatışmaların Myanmar hükümetinin ''Burmalılaşma'' politikası sonucu olduğunu ileri sürdü.

-''Bölge Budistleştiriliyor''

Etnik temizliğin, sokırımın şu anda birçok Asya ülkesinde yaşandığını aktaran Singh, şöyle konuştu:

''Endonezya'da kolonizasyon, Tayland'da Taylandlaştırma, Filipinlilerde baskın grupların varlığı Müslümanların ayaklanmasına neden oldu. Çünkü bu bölgede her zaman baskın birileri kendi dinini ve kültürünü zorla dayatmaya çalışıyor. Tüm bu dayatmalar toplumlar arasında etnik ve dini çatışmaların doğmasına neden oluyor.''

Burma hükümetinin kültürel ve dinsel soykırım yaptığına dair çok sayıda kanıt olduğunu belirten Singh, "Bölge Budistleştiriliyor." dedi.

Burma ya da Myanmar hükümetinin asilere verdiği destekle etnik temizlik yaptığını ve bir dini ortadan kaldırmaya çalıştığını kaydeden Singh, "Budistlerin azınlık olduğu yerlerde hükümet özellikle Budist tapınaklar ve çok büyük manastırlar inşa etti. Hükümetin yapmaya çalıştığı şey oradaki homojenliği tamamen ortadan kaldırmak ve bölgeyi farklı etnik gruplardan temizleyip tamamen Budistleştirme." diye konuştu.

Burma'daki sorunların beş on yıllık askeri hükümetlerle daha da arttığına işaret eden Prof. Dr. Jatswan Singh, şu değerlendirmede bulundu:

"Myanmar’da başlayan şiddeti askeri hükümetlere bağlıyorum. Myanmar'da resmi bir din yok ama pratik olarak her zaman Budizm’i baskın bir din olarak var. Myanmar'da yüzde 3'lük bir Müslüman nüfus var. 2014 yılındaki nüfus sayımında Müslümanlar sayılmadığı için bu rakamlar da kesin olmayan rakamlar. Son dönemlerde bazı kaynaklara yansıyan bilgilere göre Müslümanların nüfusunun yüzde 3.9 hatta yüzde 4'e yükseldiği yönünde. Dolayısıyla buradan da şunu anlıyoruz ki Budist nüfus oranında düşüş yaşanıyor. ''

-''Türkiye çatışmanın tam merkezinde''

Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Felsefesi Tarihi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mevlüt Uyanık ise, "Türk-İslam Medeniyetinin Yeniden Dirilmesinin Anahtar Kavramları: Din ve Millet" başlıklı oturumda, ABD-AB ve Rusya-Çin arasındaki enerji savaşının Asya ve Ortadoğu'yu çatışma ortamına sürüklediğini belirterek, stratejik konumu nedeniyle Türkiye'nin bu çatışmanın merkezinde olduğunu vurguladı.

Küresel güçler tarafından mezhepsel çatışmalara sürüklenen bölgede vekalet savaşlarının devreye sokulduğunu kaydeden Uyanık, şu ifadeleri kullandı:

''Türkiye bulunduğu stratejik konum, tarihsel ve kültürel birikimi ile bu çatışmanın tam merkezinde yer almaktadır. Çünkü hem Doğu-Batı, hem de Kuzey-Güney geçişlerinde köprü konumunda olan Türkiye’nin içinde bulunduğu alt sistem ve bölgeler eskisine göre daha oynak ve belirsiz ve o derece önemli bir hale geldi. Rusya ve Çin’in küresel aktör olarak yeniden sahneye çıkmasıyla birlikte medeniyetler arası savaş tezinin de geçerliliği kalmadı. Bölgelerdeki sürekli gerilim ve çatışmalara meşruiyet sağlayacak Şii/Selefi vekalet savaşları devreye sokuldu.''

ABD ve İngiltere'nin demokrasi ve insan hakları söylemleri ile bir zamanlar İpek Yolu üzerinde olan tüm ülkeleri istikrarsızlaştırdığını aktaran Uyanık, DEAŞ, El-Kaide, Taliban ve Boko Haram gibi terör örgütleriyle savaş adı altında ''Müslüman kırma'' politikasının sürdürüldüğünü söyledi

Uyanık, şöyle konuştu:

''Özellikle İngiltere ve AB merkezli küresel güçler, enerji üretim ve arz merkezlerine, demokrasi insan hakları gibi gerekçelerle müdahalelerde bulunmaya başladı. Irak’tan başlayarak bir zamanlar 'İpek Yolu'nun güney hattı olan Afganistan ve Pakistan kadar 'sürekli bir istikrarsızlık' durumu oluşturuldu. Bu bölgelere yönelik yeni operasyonlar düzenlendi. Bu ülkelere demokrasi getirileceği söylendi ama bölgeler daha da istikrarsızlaştı ve iç çatışmalar iyice tetiklendi.

El-Kaide, Taliban, Boko-Haram ve günümüzde iyice etkinliğini artıran DEAŞ adlı örgütlerle vekâlet savaşları başladı. 2010 Arap Baharı adıyla başlatılan ve medeniyet içi çatışma yani Müslüman’ı Müslüman’a kırma politikasıyla vekâlet savaşları yaygınlaştırıldı.''

-''Yeniden 'oyun kurucu aktör' olunmalı''

Türklerin Doğu ile Batıyı birbirine bağlayan İpek Yolu üzerindeki toprakları fethettiklerini ve buraları yurt haline getirdiklerini belirten Uyanık, "Bu bölgede yeniden 'oyun kurucu' aktör olunmalı." dedi.

Son yıllarda Batılı küresel güçlerin yeniden enerji koridoru olan İpek Yolu üzerinde hakimiyet sağlamaya çalıştığına vurgu yapan Uyanık, "Enerji arz ve üretim merkezlerine yönelik operasyonların sonucu yeni ve alternatif enerji koridoru olarak İpek Yolu üzerindeki devletler yeniden stratejik önem kazanmaya başlamıştır. Bu durumda jeopolitik ve ekonomik açıdan yeniden önem kazanan İpek Yolu güzergâhının aynı din ve ırkın farklı boyları tarafından kurulmuş Türk devletlerinin hâkimiyetleri altında olmasından hareketle yeni politikalar geliştirerek, dünya siyasetinde oyun kurucu aktörler haline gelmek için çalışmalıyız.'' diye konuştu.

Uyanık, İpek Yolu bağlamında Türk medeniyetinin yeniden dirilişinin sağlandığı takdirde Türk dünyasının sosyo-ekonomik ve kültürel birlikteliğinin de yeniden sağlanacağını söyledi.

Türk Cumhuriyetlerinde ve Orta Doğu'da çatışmacı geleneğin ortadan kalkması ile ancak bu birlikteliğin sağlanabileceğinin altını çizen Uyanık, şu ifadeleri kullandı:

''Çatışmacı geleneğin Avrasya ve Orta Doğu’ya hâkim olmasına engel olmak ve yüzyıllardır uyguladığımız benzerlikleri esas alan uzlaşmacı-barışçı geleneğin birikimini sosyo-politik arenaya taşımak gerekir. İpek Yolunun tekrar tarihsel işlevine kazandırılması için coğrafya ile dil, düşünce irtibatının kurulmasının dini ve felsefi açıdan gerekliliği ile bunun pratiğe, işe yansıması araştırılmalıdır.''

20 Ekim'de başlayan ve üç gün devam eden Uluslararası Medeniyetler Şurası'nda, 21 ülkeden 85 akademisyen sunum gerçekleştiriyor. Şura, bugün sona erecek.