06 Eyl 2012 16:12
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 14:06
ULUDERE KATLİAMI BİR TUZAKTI, AKP İKTİDARI BUNU ANLAMADI!
Ahmet Altan, Taraf gazetesinde yayınlanan bugünkü köşesinde Kürt açılımına müdahale eden "bir el" olduğuna dikkat çekti.
İŞTE O YAZI...
Kürt açılımı başlar başlamaz gerçekleşen Reşadiye baskını, PKK yönetiminin barışta gözü olmadığını ortaya koymuştu. Açılıma en küçük bir şans tanımadılar.
PKK’nın başındaki ben akran yaşlı yöneticilerin barıştan bir kazançları yok, barış onlara bir şey vaat etmiyor, hayatlarının son bölümünü sürgünde önemsiz insanlar olarak değil, ele geçirmeyi hayal ettikleri bir toprak üzerinde "tek parti" hegemonyasının destansı liderleri olarak yaşamak istiyorlar.
Hüseyin Aygün’e "savaş anlamsızlaştı" diyen genç PKK’lı gerilla ile Kandil’deki yaşlı yöneticinin "gelecek tasavvurları" birbirinden çok farklı.
Peki, barış istemeyen, bir toprak parçası elde edene kadar savaşmayı aklına koymuş bir örgüt yöneticisi ne ister, planını gerçekleştirmek için neye ihtiyacı vardır?
Gerginliğe.
Şiddet iklimine.
Bana sorarsanız PKK yöneticilerinin büyük başarısı, olağanüstü kayıplar vermeyi göze alarak kasabalara girmeleri, orduyu karakollara hapsetmeleri değil, ülkede istedikleri şiddet iklimini yaratabilmeleri oldu.
Bunu tek başlarına yapmalarına imkân yoktu.
Ankara’nın yardımı olmadan PKK bütün ülkenin duygusal dünyasını bir umutsuzluğun içine kilitleyemezdi.
Ankara demokrasiden vazgeçmese, demokrasinin yaratacağı ümit, çatışmanın yaratacağı ümitsizliği bastırırdı.
Türkiye’de PKK var çünkü Türkiye’de demokrasi yok, Türkiye’de PKK var çünkü Türkiye’de Türklerle Kürtler arasında eşitlik yok.
Türkiye’de PKK istediği zaman gerginliği arttırıp ümitsizlik yaratabiliyor çünkü Türkiye’yi yönetenler PKK’yı yönetenlerle aynı dili kullanma tuzağına büyük bir körlükle düşebiliyorlar.
Ankara’daki yöneticiler, çaresizlikten mi, bunalmışlıktan mı, hayal kırıklığından mı, siyasi hesaplardan mı, artık her nedense demokrasi yolunda yürümekten vazgeçip savaşın ve şiddetin yoluna saptılar.
PKK yöneticilerinin en çok istediğini yaptılar.
Siyasi iktidar, savaşla PKK’yı ezip bitireceğini ve bunu büyük bir siyasi zafere çevirebileceğini düşündü sanırım.
Ortadaki aritmetik, böyle düşünmelerine yardım etti, 800 bin kişilik bir orduyla beş bin kişilik bir ordu çarpışacaktı.
Üstelik büyük ordunun teknolojik üstünlükleri olağanüstüydü.
Bu hesap aslında Uludere katliamına kadar bir şekilde yürüdü.
PKK dağlarda geriletildi.
Ama "bir el" müdahale etti ve Uludere katliamı gerçekleşti, büyük bir ihtimalle bu AKP iktidarına kurulmuş bir tuzaktı.
AKP yönetimi, aynı Erbakan’ın kendisini devirmek isteyen 28 Şubatçılarla işbirliği yapması gibi büyük bir aymazlıkla kendilerine tuzak kuran "Uludere katilleriyle" işbirliği yaptı, onları korudu.
Ve onları korumak için AKP’li Kürtler de dâhil bütün Kürtlerin kalbini kırdı, onları aşağıladı, ülkedeki
Türk-Kürt ayrımını örneğine az rastlanır biçimde keskinleştirdi.
Şiddet dolu açıklamalarla çınlattı ortalığı.
Gerginliği tırmandırdıkça tırmandırdı.
PKK’nın istediği ortamı yaratmasına yardım etti.
Sonra kalktı, kendi ülkesinde çok ciddi demokrasi sorunları olduğunu, Kürtlerin kendi dillerinde eğitim bile yapamadığını unutup, "diktatöre karşı çıkıyoruz" diye mezhepçi bir politikayla Suriye iç savaşında bizzat taraf oldu.
Bölgedeki Şii nüfusu ağır basan ülkelerin hepsini karşısına aldı.
İzlediği "mezhepçi" politikayla Batılı müttefiklerini kuşkulu bir endişeye sevk ederek orada da yapayalnız kaldı.
PKK’nın istediği, hayalini kurduğu her şeyi yaptı.
Sonra da hem Suriye’deki yalnızlığından, hem de yeni konjonktürle aniden dirilen PKK’nın ardı ardına gelen saldırılarından panikledi, bu panikle daha fazla şiddete meyletti.
Demokrasi dışı tuhaflıklar arttı.
Bugün aynı askerî vesayet döneminin "derin devleti" gibi yeni bir "dindar derin devlet" kurulduğu kuşkusunu yaratan "andıççı" gazeteler çıktı ortaya.
Uzun yıllardan beri ilk defa "fısıltı gazetesi", o andıççı gazetenin hedef gösterdiği isimlerden birinin "suikasta" uğrayabileceğini konuşuyor.
Bunun gerçekleşme ihtimali nedir bilmiyorum ama 28 Şubat andıçından sonra yaşanan suikast girişimini hatırlayınca, aynı senaryonun "dindar görünüşlü" basın tarafından tekrarının aynı sonucu vereceğini düşünmek de çok fazla havada kalan bir düşünce gibi görünmüyor.
Yaşadığımız ülkede şu anda siyasi ve duygusal iklim bu.
PKK’yla aynı şiddet dilini benimsemek, şiddeti ve milliyetçiliği ikiyle çarpmak, aynı güçteki iki rüzgârın karşılaşmasının sonsuza dek sürecek salıntısı gibi hiç durmadan devam eder.
Eğer bu politikalardan olumlu bir sonuç çıkacağına inanıyorsanız, bugünkü gidişatı destekleyin.
Bundan olumlu bir sonuç çıkmayacağını, ölümlerin, suikastların artacağını düşünüyorsanız, bu gidişatı değiştirmek için bütün gücünüzle bastırmanız, demokrasi ve eşitlik talebini kuvvetlendirmeniz gerekir.
Unutmayın ki bugün yapacağınız tercih, yarın kaç kişinin öleceğini de belirleyecek.
Ahmet Altan/Taraf
Kürt açılımı başlar başlamaz gerçekleşen Reşadiye baskını, PKK yönetiminin barışta gözü olmadığını ortaya koymuştu. Açılıma en küçük bir şans tanımadılar.
PKK’nın başındaki ben akran yaşlı yöneticilerin barıştan bir kazançları yok, barış onlara bir şey vaat etmiyor, hayatlarının son bölümünü sürgünde önemsiz insanlar olarak değil, ele geçirmeyi hayal ettikleri bir toprak üzerinde "tek parti" hegemonyasının destansı liderleri olarak yaşamak istiyorlar.
Hüseyin Aygün’e "savaş anlamsızlaştı" diyen genç PKK’lı gerilla ile Kandil’deki yaşlı yöneticinin "gelecek tasavvurları" birbirinden çok farklı.
Peki, barış istemeyen, bir toprak parçası elde edene kadar savaşmayı aklına koymuş bir örgüt yöneticisi ne ister, planını gerçekleştirmek için neye ihtiyacı vardır?
Gerginliğe.
Şiddet iklimine.
Bana sorarsanız PKK yöneticilerinin büyük başarısı, olağanüstü kayıplar vermeyi göze alarak kasabalara girmeleri, orduyu karakollara hapsetmeleri değil, ülkede istedikleri şiddet iklimini yaratabilmeleri oldu.
Bunu tek başlarına yapmalarına imkân yoktu.
Ankara’nın yardımı olmadan PKK bütün ülkenin duygusal dünyasını bir umutsuzluğun içine kilitleyemezdi.
Ankara demokrasiden vazgeçmese, demokrasinin yaratacağı ümit, çatışmanın yaratacağı ümitsizliği bastırırdı.
Türkiye’de PKK var çünkü Türkiye’de demokrasi yok, Türkiye’de PKK var çünkü Türkiye’de Türklerle Kürtler arasında eşitlik yok.
Türkiye’de PKK istediği zaman gerginliği arttırıp ümitsizlik yaratabiliyor çünkü Türkiye’yi yönetenler PKK’yı yönetenlerle aynı dili kullanma tuzağına büyük bir körlükle düşebiliyorlar.
Ankara’daki yöneticiler, çaresizlikten mi, bunalmışlıktan mı, hayal kırıklığından mı, siyasi hesaplardan mı, artık her nedense demokrasi yolunda yürümekten vazgeçip savaşın ve şiddetin yoluna saptılar.
PKK yöneticilerinin en çok istediğini yaptılar.
Siyasi iktidar, savaşla PKK’yı ezip bitireceğini ve bunu büyük bir siyasi zafere çevirebileceğini düşündü sanırım.
Ortadaki aritmetik, böyle düşünmelerine yardım etti, 800 bin kişilik bir orduyla beş bin kişilik bir ordu çarpışacaktı.
Üstelik büyük ordunun teknolojik üstünlükleri olağanüstüydü.
Bu hesap aslında Uludere katliamına kadar bir şekilde yürüdü.
PKK dağlarda geriletildi.
Ama "bir el" müdahale etti ve Uludere katliamı gerçekleşti, büyük bir ihtimalle bu AKP iktidarına kurulmuş bir tuzaktı.
AKP yönetimi, aynı Erbakan’ın kendisini devirmek isteyen 28 Şubatçılarla işbirliği yapması gibi büyük bir aymazlıkla kendilerine tuzak kuran "Uludere katilleriyle" işbirliği yaptı, onları korudu.
Ve onları korumak için AKP’li Kürtler de dâhil bütün Kürtlerin kalbini kırdı, onları aşağıladı, ülkedeki
Türk-Kürt ayrımını örneğine az rastlanır biçimde keskinleştirdi.
Şiddet dolu açıklamalarla çınlattı ortalığı.
Gerginliği tırmandırdıkça tırmandırdı.
PKK’nın istediği ortamı yaratmasına yardım etti.
Sonra kalktı, kendi ülkesinde çok ciddi demokrasi sorunları olduğunu, Kürtlerin kendi dillerinde eğitim bile yapamadığını unutup, "diktatöre karşı çıkıyoruz" diye mezhepçi bir politikayla Suriye iç savaşında bizzat taraf oldu.
Bölgedeki Şii nüfusu ağır basan ülkelerin hepsini karşısına aldı.
İzlediği "mezhepçi" politikayla Batılı müttefiklerini kuşkulu bir endişeye sevk ederek orada da yapayalnız kaldı.
PKK’nın istediği, hayalini kurduğu her şeyi yaptı.
Sonra da hem Suriye’deki yalnızlığından, hem de yeni konjonktürle aniden dirilen PKK’nın ardı ardına gelen saldırılarından panikledi, bu panikle daha fazla şiddete meyletti.
Demokrasi dışı tuhaflıklar arttı.
Bugün aynı askerî vesayet döneminin "derin devleti" gibi yeni bir "dindar derin devlet" kurulduğu kuşkusunu yaratan "andıççı" gazeteler çıktı ortaya.
Uzun yıllardan beri ilk defa "fısıltı gazetesi", o andıççı gazetenin hedef gösterdiği isimlerden birinin "suikasta" uğrayabileceğini konuşuyor.
Bunun gerçekleşme ihtimali nedir bilmiyorum ama 28 Şubat andıçından sonra yaşanan suikast girişimini hatırlayınca, aynı senaryonun "dindar görünüşlü" basın tarafından tekrarının aynı sonucu vereceğini düşünmek de çok fazla havada kalan bir düşünce gibi görünmüyor.
Yaşadığımız ülkede şu anda siyasi ve duygusal iklim bu.
PKK’yla aynı şiddet dilini benimsemek, şiddeti ve milliyetçiliği ikiyle çarpmak, aynı güçteki iki rüzgârın karşılaşmasının sonsuza dek sürecek salıntısı gibi hiç durmadan devam eder.
Eğer bu politikalardan olumlu bir sonuç çıkacağına inanıyorsanız, bugünkü gidişatı destekleyin.
Bundan olumlu bir sonuç çıkmayacağını, ölümlerin, suikastların artacağını düşünüyorsanız, bu gidişatı değiştirmek için bütün gücünüzle bastırmanız, demokrasi ve eşitlik talebini kuvvetlendirmeniz gerekir.
Unutmayın ki bugün yapacağınız tercih, yarın kaç kişinin öleceğini de belirleyecek.
Ahmet Altan/Taraf