Röportaj
06 Ağu 2011 13:45 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:39

UĞUR DÜNDAR İÇİNİ YILMAZ ÖZDİL'E DÖKTÜ! ŞİKE OLAYLARI İÇİN NELER SÖYLEDİ?

Fenerbahçe'nin vicdanı Uğur Dündar, usta gazeteci Yılmaz Özdil'in sorularına bakın nasıl yanıtlar verdi.

Ünlü gazeteci ve haberci Uğur Dündar ile Fanatik Gazetesi için özel bir röportaj gerçekleştiren usta kalem Yılmaz Özdil, ”Uğur Dündar’la röportaj yapmak istedim.“Hakikat topallayarak da olsa hedefine varır” inancından yola çıkarak, yargı sürecine hiç girmedim. Tutukluluk sürelerinin kısa olmasını temenni ederek, sadece ‘'futbol sordum” dedi.


İşte Yılmaz Özdil’in Uğur Dündar röportajı:

Fenerbahçe’nin vicdanıyla röportaj

Garip bir dönemdeyiz.

Kime inanacağımızı bilemiyoruz. ‘Güven’imiz sarsıldı.

* * *

Başta Fenerbahçe, Türk Futbolu’nun sanırım şu anda en büyük ihtiyacı ‘güven’ duygusu.

* * *

‘Güven’ denince, Türkiye’de

ilk akla gelen isim, Uğur Dündar. Üstelik, hasta Fenerli.

* * *

E ben de, Fanatik okurları için, değerli ağabeyim Uğur Dündar’la röportaj yapmak istedim. “Hakikat topallayarak da olsa hedefine varır” inancından yola çıkarak, yargı sürecine hiç girmedim. Tutukluluk sürelerinin kısa olmasını temenni ederek, sadece ‘futbol’ sordum.

* * *

Şikenin belgesi olur mu? Ali Şen, cezaevinde Aziz Yıldırım’ı görünce ne yaptı? Uğur Dündar, Trabzonspor Başkanı’na ne dedi? Futbolumuzu para mı bozdu? Hakemler için ne düşünüyor? Polis, yabancı futbolcuları nasıl takip ediyor? Polis şeflerine ‘bu kadar acımasızlık olmaz’ dedirten olay ne? Erman Toroğlu, Hakan Şükür, Lig TV için ne diyor? Çarşı grubuna yakıştırdığı sıfat ne? Futbol Federasyonu Başkanı’nın yerinde olsa, ne karar verir?

* * *

Ben sordum.

Uğur Dündar cevapladı.

Buyrun.

Fenerbahçeli olarak, ne hissediyorsunuz? Öfke mi, kırgınlık mı, yoksa mağduriyet mi?

Şaşkınlık! Hatta şok! Yarım asıra yaklaşan gazetecilik yaşamımda şikeyi duymuş, günün birinde yürekli birinin çıkıp, paranın el değiştirdiği şike anını görüntületmesini beklemiştim. “Rüşvetin belgesi olur mu?” diye soranlara “Al işte rüşvetin belgesini!” diyen bir gazeteci olarak, bu umudu hep taşıdım. Ancak, büyük kulüplerin kirli puanlara tenezzül edebileceklerini aklımın ucundan bile geçirmedim. Bu nedenle şaşkınlığım büyük.

Şen ile Yıldırım ağlamışlar

Divan Kurulu’na katıldınız, dramatik sahneler vardı. Basına yansımayan kulislerde ne tür diyaloglar yaşandı?Özellikle, yaşı 80’e 90’a varan, Fenerbahçe’yi yaşam biçimi olarak benimsemiş büyüklerimizin duygularını merak ediyorum.

Divan’a katılmak için Faruk Ilgaz Tesisleri’ne giderken, Şükrü Saracoğlu Stadı’nın önünden geçtik. Gollerden sonra gök gürültüsünü andıran tezahüratın yükseldiği stat, matem sessizliğindeydi. İşte o anda gözümün önünden film şeridi gibi, Fenerbahçeliler’in, milli mücadelede sergilediği kahramanlıklar geçti. Oyuncularımızı cepheye silah ve mühimmat taşırken görür gibi oldum. Babamın Çanakkale tepelerinde bana anlattığı Kurtuluş Savaşı öykülerini, Büyük Önder Atatürk’ün kulüp defterine yazdığı övgü dolu satırları anımsadım. İşgal orduları komutanı General Harrington’ın takımını eze eze yenen büyüklerimizi saygı ve şükranla andım. Fenerbahçe’nin şanlı geçmişiyle gurur duydum. Kendimi ortaokul yıllarında, o zamanki adı Dolmabahçe olan İnönü Stadyumu’nda, bir galibiyet sonrası lapa lapa yağan kar altında; Lefterlerin, Can Bartuların, Puşkas Ergunların çıkışını beklerken buldum. Sonra benimle aynı duyguları paylaşanlarla Divan toplantısında bir araya geldim. Gün, birlik-beraberlik ve kulübe sahip çıkma günüydü. Bir gün önce cezaevinde Aziz Yıldırım’ı ziyaret eden efsane başkan Ali Şen, bu toplantıya da katılarak tüm camiaya çok anlamlı mesaj verdi. Kendisine Aziz Yıldırım’la neler konuştuklarını sordum. Duygu yüklü anlar yaşamışlar ve her ikisi de gözyaşlarını tutamamış... Kongrede başkanlık yarışını kaybettikten sonra bir kenara çekilen Vefa Küçük’ün salondakileri ağlatan konuşması, onun ne kadar büyük bir Fenerbahçeli olduğunun belgesi gibiydi. Yıldırım’a muhalefetiyle bilinen Hulusi Belgü’nün, kırgınlıkların, dargınlıkların bir kenara bırakılarak, tüm camianın kenetlenmesi gerektiğini dile getiren konuşması da, yıllarca unutulmayacak içerikteydi. Herkesin yüzünde, kulübe çağ atlatan Yıldırım’ın ‘bir numaralı sanık’ olarak tutuklanmasının derin üzüntüsü okunuyordu.
‘Ne yaparsan, yanına kâr kalır’

Eskiden, Galatasaraylısı Fenerbahçelisi, derbilerde yan yana oturur maç seyrederdi; ezeli rekabet, ebedi dostluk hakimdi. Bugün bakıyoruz, neredeyse birbirimizin hapse girmesinden zevk alır hale gelmişiz. Nasıl bir sosyolojik dönüşümün sonucudur bu?

Yaşasın ezeli rekabet, yaşasın ebedi dostluk! Gerek Fenerbahçe’de yöneticilik yaptığım dönemde, gerekse gazete ve televizyonda, kamuoyuna hep bu mesajı verdim. Hiçbir kulübün yönetici, teknik adam, oyuncu ve taraftarını rencide edecek sözcük kullanmadım. Şampiyon olduğumuz gece Aziz Yıldırım’ı
tebrik edip, hemen ardından Trabzonspor’un Başkanı Sadri Şener’i aradım. Telefonu kapalıydı. Üç gün uğraştıktan sonra ona da ulaşıp, bu sezon sergiledikleri başarılı futbol nedeniyle kutladım. Belki bazıları bana gülecekler ama ben hâlâ aynı görüşteyim: Futbol barış, dostluk, kardeşliktir. Kötü düşünenlerin sadece futbolda değil, hayatın her alanında mutsuz ve başarısız olduklarına inanıyorum.

Metin Oktay, Can Bartu gibi efsanelerin ‘rekor’ diye aldığı transfer paraları, bugün, alt tarafı 90 dakikalık maçların şike bedeli gibi görünüyor. Para bizi bozdu mu?

Değerli yazar Oktay Akbal, yıllar önce kaleme aldığı öyküsünde, önce ekmeklerin, sonra da her şeyin bozulduğunu anlatır. Toplumun temel gıdası olan ekmeğin bozulduğu bir toplumda, yeşil çimlerin temiz kalması mümkün mü? Üstelik bu sektörde milyar dolarlar dönüyor ve çeşit çeşit bahisler oynanıyorsa... Paranın ne günahı var? Bizi bozan para değil. Yasadışı yollarla parayı cebe indirip, köşeyi dönenlerin, yaptıklarının yanlarına kâr kalacağı inancının yerleşmesidir. Baksanıza, İbrahim Akın bile şikenin ağır cezalık suç olduğunu önemsemeyip, din adamından fetva almayı yeğlemiş! Güzel ülkemizde temiz toplum isteyenlere uzaylı gibi bakılmasının nedeni ‘ne yaparsan yap, yanına kâr kalır’ düşüncesinin yerleşmiş olmasıdır!

Hakem istenmesi garip değil...

Suç varsa, kişileri bağlar, kurumları bağlamaz deniyor. Ancak, kişileri o mevkilere getiren kurumlar değil mi? Üstelik suç varsa. Kişiler, şahsi menfaati için değil, kurumun menfaati için suç işliyor. Nasıl bir denetim mekanizması işletilmeli?

Büyük Atatürk “Ben sporcunun zeki, çevik ve ahlâklısını severim” derken, meğer ne kadar haklıymış... Aslında benim gibi düşünenler için spor, insanları yozlaşmaktan, kirlenmekten ve suç işlemekten koruyacak en güçlü sığınak... Hatta, her türlü mikroptan arındırılmış steril bir ortam... Bana göre, orada hiçbir kötülüğün barınamaması gerekir. Holiganları bir yana bırakırsak, aklı başında sporcular ve spor adamları için özel yasaya bile gerek yok. Etik değerlere sözde değil özde sarılmak, kişileri ve kurumları tehlikeler ve kötülüklere karşı korumaya yeterli. Bunun için de, burjuvazi kültürünü özümsemiş, etik değerleri içselleştirmiş, güven verici isimlerin kulüp yönetimlerinde etkin olmaları gerekli... Kaldı ki, artık bir yasamız da var. “Etik de neymiş?” diyenlere, suçu ve cezasını tanımlıyor. Daha ne olsun?

Bir kaleci iki de futbolcu içeride. Buna mukabil, 15 takımın adı karışmış vaziyette. Hiç hakem yok mesela. Eşyanın tabiatına aykırı değil mi?

Eşyanın tabiatına aykırı olabilir ama, dinlemelerin ve teknik takibin tabiatına aykırı değil! Demek ki, dinlemelere hiç hakem takılmamış. Ya da şike için uğraş verenler, hakemlerden umut kestikleri için onların kapısını çalmaya gerek görmemişler! Doğrusu, hakemlerimiz için gurur verici bir durum. Başarısız olabilirler, ama şikeci değillermiş! Bazı konuşmalarda adları geçen Cüneyt Çakır ve Fırat Aydınus da, geçen sezonun en başarılı iki hakemi... Onların dürüstlüklerinden kimsenin kuşkusu yok. Aziz Yıldırım’ın Fenerbahçe maçlarını onların yönetmesini istemiş olmasında da gariplik görmüyorum. Doğru olanı yapmış.

Çarşı taraftar grubu değildir!

‘Spor’ değil, ‘skor’ basını haline geldik. Sadece ‘kazanan’ alkışlanıyor. ‘Başarı’ denilen kavram, şampiyonlukla özetleniyor. Ulaşılması çok zor bir basamak olan ikincilik bile, adeta yuhlanıyor. Bu ilkel zihniyet, suçu teşvik edip, her yol mübah’a yol açmıyor mu?

Hele geçtiğimiz sezon için! Şampiyonlukla ikincilik, adeta yumurta ikizi kardeşler gibiydi. Yani, ha birinci olmuşsun, ha ikinci. Arada fark yoktu. İşte bu nedenle Aziz Yıldırım’dan hemen sonra Sadri Şener’i arayıp, kutlamak istedim. Buna rağmen Trabzon’da neredeyse yas ilan edilecekti! Oysa, ikincilik şenlik havasında kutlanmalıydı. Skora tapınan ilkel zihniyet, sadece birinciyi alkışlıyor olabilir. Ama bir kentin akil insanları ve toplum önderleri, sırf popülizm uğruna, o zihniyete prim vermek zorunda değiller!

Benim gibi, Çarşı hayranısınız. Sembolik de olsa, takdire şayan basiret gösterdiler. ‘Hepimiz aynı toprağın çocuğu olduğumuz halde, aynı örf, adet, gelenek’le büyüdüğümüz halde, sizce neden, diğer taraftar grupları Çarşı gibi olamıyor?

Çarşı sadece bu konuda değil, karşı çıkılması gereken her konuda, toplumun özlemini duyduğu dik duruşu sergiliyor. Ortak duygulara tercüman oluyor. Hem de yaratıcı üslupla. Çarşı, artık taraftar grubu olmaktan çok, Türkiye’nin önde gelen sivil toplum örgütüdür.

Şükür ‘Büyüklerimiz bilir’ deseydi!

Milyon euro’ları cebe indirirken, ‘kulübüme canım feda’ diye atıp tutan futbolcular. Niye dut yemiş bülbüle döndü? Kulüplerine ve ‘meslekleri’ne sahip çıkmak, en başta onların görevi değil mi? Hakan Şükür mesela. “Bu tür mevzuları duyuyorduk” diyor. Niye zamanında söylemedi? Suç varsa, susmak da suça ortak olmak değil mi?

Hakan Şükür’ün bu kadarcık konuştuğuna bile şükretmek gerek! “Bu tür mevzuları duyuyorduk” demiş olması bile, cesur çıkış sayılmalı! Ya bir de “Bu tür mevzuları biz bilmeyiz, büyüklerimiz bilir!” demiş olsaydı? “Kulübüme canım feda” gibi futbolcu deyişleri, ekmeklerin henüz bozulmadığı dönemler için geçerliydi!

Anladığım kadarıyla, operasyon ‘telekulak’ yöntemiyle yapılmış. E bu durumda, yabancı topçuların telefonları nasıl dinlendi? Afrikalısı var, Portekizlisi var, Gürcüsü var, var oğlu var... Polis’te bu kadar tercüman olamayacağına göre, yabancılar paçayı kurtardı mı? Süper Lig’i komple etkileyen hadisede, hiç yabancı olmaması mantıklı mı?

Bizim polis cin gibidir. Çeşitli dillerde konuşan futbolcuları dinlemek yerine, ortak dil kullanan menajerleri dinlemeyi yeterli görmüş olmalı! Menajerler hangi milletten olursa olsun, konuştukları dili çözmek çok kolaydır. Çünkü en çok kullandıkları sözcük ‘para’dır! Dürüst menacerler alınmasın, onları tenzih ediyorum.

En hızlı kaçan, en çok kazanır

Kendi değerlerimizin kıymetini bilmiyoruz, yabancıları baş tacı ediyoruz. Herhangi bir takım küme düşürülürse, o takımdaki yabancıların ilaç için bi tanesi bile kalır mı?

Sevgili Yılmaz niçin kalsınlar ki? Türkiye’ye para için gelmediler mi? Çoğunun futbolculuk hayatı zaten bitmek üzere! Küme düşen bir takım o kadar parayı veremeyeceğine göre, en hızlı kaçan, en çok kazanan olacak!

Bekara karı boşamak kolay, o düşsün, bu çıksın diye sallayıp duruyoruz... Halbuki, yayın, sponsorluk, kombineler gibi, ‘sektör’ boyutu var bu işin. Şeriatın kestiği parmak acımaz deyip, ‘kara kaplı’da ne yazıyorsa oraya kadar gitmeli miyiz? Yoksa, Başbakan’ın da ifade ettiği gibi ‘sosyo ekonomik dengeleri’ göz önüne mi almalıyız?

Temiz toplum isteyenlerin, futbolda şiddeti ve şikeyi önlemeyi amaçlayan girişimleri de içtenlikle desteklemesi gerekir. Zira temiz futbol, temiz toplumu hayal eden futbolseverlerin ortam özlemi. Ama, bu girişimler kamu vicdanı tarafından onaylanmalı ve adil olmalı. Yargı sürecinin uzunluğu bir yana, Federasyon tarafından alınacak kararların, sektörün ekonomisine ağır darbe indireceği kesin. Eğer küme düşmeler olursa, kulüplerle birlikte yayıncı kuruluşun sahibi Mehmet Emin Karamehmet de büyük zarar görecek. Yaklaşık yarım milyar dolar yatıran bir girişimci için gerçekten çok büyük talihsizlik! Mağduriyeti mutlaka önlenmeli! Cezalandırmaların şu anda ön görülemeyen ‘domino etkisi’ni de zaman içinde yaşayacağız. Ayrıca bu süreç, bazıları için bir nevi ‘turnusol deneyi’ olacak. Kim kulübünü yürekten seviyor, kim çakma taraftar, hepsi ortaya çıkacak!

Ne İsa’ya ne Musa’ya yaranabilir

İtalya örneği veriliyor, anlarım. İngiltere örneği veriliyor, bunun nesini anlayalım? Onlarca insanı öldüren holiganlara verilen cezayla, şike veya şike girişimini bir tutmak anlamlı mı? Fırsat bu fırsat, nefret ettiğimiz insanları linç etme fırsatı mı yakaladık?

Toplumun gerçekleri öğrenme hakkı doğrultusunda objektif yayın yapanlara sözümüz yok. Onları kutluyoruz. Ancak, bu süreçte nice yargısız infazlar, hatta operasyonu yürüten polis şeflerinin bile yüreğini sızlatan, ‘bu kadar da acımasızlık olmaz’ dedirten linçler yapıldı! Kendilerini savcı ve hakim yerine koyanlar, hüküm verilinceye kadar herkesin masum olduğunu unutup, astılar, kestiler. Düşene vurmak için adeta sürat yarışına girdiler! Bu sözlerim asla Erman Toroğlu’na ve dün ne diyorsa bugün de aynısını söyleyenlere değil... Üstelik Toroğlu, mağdur olmasına karşın, insafı elden bırakmıyor. Sözünü sakınmayan bir yorumcu olarak ünlenen Toroğlu, dilinin ucuna gelenleri telaffuz etmek yerine, yutkunarak vazgeçiyor. Yargısız infazcılar, en nefret edilen insanları bile mazlum duruma düşürdüklerini ve kamu vicdanının daima mazlumu korumaktan yana olduğunu unutmamalılar...

Son olarak... Bana “Kimin yerinde olmak istemezdiniz?” diye sorsalar, hiç tereddüt etmeden “Mehmet Ali Aydınlar” derim. Kendime yapmak istemediğimi, size yapayım, Futbol Federasyonu Başkanı’nın yerinde olsaydınız, ne yapardınız?

Hiçbir zaman Federasyon Başkanı’nın yerinde olmazdım! Sayın Aydınlar çok başarılı bir işadamı. Deyim yerindeyse, işi başından aşkın. İşlerinin başında durmak varken, günün 24 saatinde futbol için çalışmış olsa bile, ne İsa’ya ne Musa’ya yaranamayacağı ortada olan Federasyon Başkanlığı’nda ne işi var Allah aşkına? Sanırım o da çok pişman olmuştur ama, koltuğa oturur oturmaz nur topu gibi şike operasyonunu kucağında buldu bir kere.